İçeriğe geç
Anasayfa » BUNCA NİMETLERİN SAHİBİNİ TANIMAMAK EN BÜYÜK NANKÖRLÜKTÜR

BUNCA NİMETLERİN SAHİBİNİ TANIMAMAK EN BÜYÜK NANKÖRLÜKTÜR

Şükür, sözlükte “yapılan iyiliği bilmek ve onu yaymak, iyilik edeni iyiliğiyle övmek, ona minnettar olmak” demektir. Şükür kelimesinin ıstılâhî manası; “verilen herhangi bir nimetten dolayı bu nimeti verene karşı söz, fiil veya kalp ile saygı gösterme, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yerine getirmektir.

Arapça bir kelime olan şükür, “ş-k-r” kökünden gelmekte ve isim ve fiil türevleriyle beraber Kur’an-ı Kerim’de 75 yerde geçmektedir. Türkçede kullandığımız “teşekkür” ve “şükran” kelimeleri de aynı kökten gelmektedir. Hamd ile medih kelimeleri de şükür kelimesine yakın bir mana ifade eder. Bunların aynı manada olduğunu beyan eden âlimler de vardır. Şükrün tam karşıtı küfürdür (Küfrân-ı nimet, inkâr etme ve nankörlüktür).Şükür ve küfür noktasında insanların iradesi tamamen hür ve serbest bırakılmıştır. Allah (c.c), küfrün kötülüğü ve şükrün fazileti hakkında şöyle buyuruyor: “Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur; küfreden de bilsin ki Allah müstağnidir (hiç kimsenin şükrüne muhtaç değildir), hamiddir (her türlü methe ve övgüye layıktır).[1]

İbn Kesir, bu ayeti tefsir ederken şu açıklamayı yapıyor: “Küfreden insanın kötülüğü kendi şahsına ve şükredenin faydası da kendi şahsınadır. Kişinin küfrünün de şükrünün de karşılığı sadece kendisine rucû eder.”

“Görmediniz mi (bilmediniz mi)? Allah göklerdekileri ve yerdekileri emrinize verdi; size zâhirî ve bâtınî (açık ve gizli) nimetlerini tamamladı (bol bol nimetler verdi).”[2] Gökyüzünün nimetleri, yağmuru, havası, güneşin ısı ve ışığı, ayın ve yıldızların ışığı ve bunların zamanımızı tayin etmedeki faydaları; yeryüzündeki toprak, denizler, sular ve denizdeki mahlûkat, ormanlar, saymakla bitiremeyeceğimiz hayvan türleri ve nice nice meyveli ve meyvesiz ağaç türleri, ekin, otlar ve çiçekler, saymakla bitiremeyeceğimiz ve bilmediğimiz daha nice nimetler… Bütün bunlar, zâhirî (görebildiğimiz) nimetlerdir. Bir de bâtınî (göremediğimiz, gizli) ve farkına varmadan istifade ettiğimiz nimetler vardır ki bunlar, zâhirî nimetlerden çok daha fazladır. Mesela; nefis, ruh, akıl, fikir, düşünce, kalp, iman, ilim, ihlas, ahlak-ı hasene… Bunlar, görülmeyen nimetlerin sadece bir kaç tanesi. Hiç farkına varamadığımız ve hesaba katmadığımız bir nimet daha vardır ki o da aldığımız soluktur. Nefes nimetinin yerini tutabilecek bir dünya nimetinin daha olup olmadığını hiç düşündünüz mü? Acaba aç ve susuz bir şekilde bir müddet kalabildiğimiz gibi ağzımızı ve burnumuzu kapatarak hiç nefes almadan kaç dakika durabiliriz? Demek ki insanın en çok muhtaç olduğu nimet bu imiş. Şeyh Sâdî Şîrâzî, “Her nefeste iki nimet vardır, her nimet için de şükür gerekir.” diyor

Şükreyleyemem bir nefesin nimetine

Her bir nefes etsem sana bin hamd ü senâ

Acaba bu kadar önemli olan bu nefes nimetini neden hiç hesaba katmıyor, hatırlamıyoruz; herhalde para ile satın alınmadığından veya kimsenin tekeline verilmediğinden olsa gerek.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

Bazılarına göre nimet denince tabiî ki akla hemen ekmek ve sair yiyecekler geliyor. Fazla uzağa gitmeden kendini şöyle bir düşün. Göz, kulak, dil, iç organları… Vücudu baştan sona bir incele; dünyaları sana verseler bunların hangisini verirdin? Aslında var olan her şey nimettir. Bu nimetleri de Allah, hep insan için var etti. Peki, insanı niçin var etti? Nimetin sahibini tanımak ve Onun koyduğu ilâhî nizama kayıtsız-şartsız teslim olup ferdî, ailevî ve toplumsal hayatını bu nizama göre düzenlemek için.

Şükür Üç Şekilde İcra Edilir:

  • Lisânen (dil ile) şükür: Nimetin sahibini (nimeti vereni) zikretmek (anmak), meth u senâ etmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek rıza-i Bâri’ye uygun şeyleri yapmakla olur. Allah (c.c), Efendimiz (s.a.v)’e ve Onun şahsında bütün ümmete şöyle buyuruyor: “Rabbinin nimetine (in‘âm u ihsânına) gelince, Onu (Allah’ı) minnet ve şükranla an.”[3]

Nu‘man bin Beşir (r.a)’in naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Nimeti anmak (gündemde tutmak) şükürdür. Bunu yapmamak ise küfürdür (nankörlüktür). Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez. Cemaat (birlik ve beraberlik), rahmet ve berekettir. Ayrılık, tefrika ise azaptır.”

Hasan-ı Basrî (r.a) der ki: “Allah’ın size olan nimetlerini çokça anın, zira bu da bir şükürdür. Lüks ve israfa varmadan, Allah, kuluna verdiği nimetinin eserini, yemesinde, içmesinde, giyinip kuşanmasında görmek ister. Tabi ki yoksul ve muhtaç kimselerle de paylaşmak suretiyle. Çünkü Allah (c.c), “Onların mallarında, isteyenlerin ve mahrum kimselerin hakkı vardır”[4] buyuruyor.

  • Kalp ile şükür: Bütün yaratılmışlar için hep iyilik düşünmek, muhabetullah (Allah’ı sevmek), marifetullah (Allah’ı tanımak), haşyetullah (Allah’tan lâyık-ı vech ile korkmak), nimetin sahibini tanımak ve Onu tastik etmektir. Kişi, Allah’ı tanıyınca artık nimete değil de o nimetin sahibine şükretmiş oluyor. Kuşeyrî’ye göre şükür, derin bir sevgi ile nimet sahibinin iyiliğini anlamaktır, onu tanımaktır. Şükrün hakikatini anlayabilmek için öncelikle, var olan her şeyin istisnasız nimet olduğunu ve bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilmek gerekir. Bu aynı zamanda bir tevhit bilgisidir. Nimeti başkasından bilmek ise bir nevi şirktir. Şükrün hâl düzeyinde nimeti ve nimete kavuşması sebebiyle bizzat nimet sahibinden dolayı sevinmek gerekir. Bu durumda şükrün amacı; nimetin kendisi değil, onu veren olduğundan dolayı kul, elindeki varlığını Allah’ın rızası uğruna, Onun istediği şekilde, seve seve harcamakta hiç de zorlanmaz. Ahmet ibn Hanbel’in, Muğîra ibn Uyeyne’den naklettiğine göre, Davut aleyisselam, Allah Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu: “Ey Rabbim! Bütün yarattıklarının içinde, gece boyunca benden daha çok seni zikr u tesbih eden biri var mı?” Allah (c.c), “Evet, Kurbağa, Beni, senden daha çok zikrediyor.” diye vahyen bildirir ve Ona şu hükmü indirir: “Ey Davut ailesi! Allah’ın nimetlerine şükretmeye çalışın. Kullarımdan hakkıyla şükreden pek azdır. Şükredenlerin de şükrü azdır.”[5] Davut aleyhisselam, “Ya Rabbi! Sana şükretmeye nasıl güç yetireyim ki Sen, bana sonsuz nimetleri sundun. Sonra da (en büyük nimet olan) şükretme nimetini ihsan ettin. Daha sonra şükrün karşılığı olarak nimetini artırdın ve yine bana şükür nimetini lütfettin. Böylece ardı arkası kesilmeyen nimetleri ve şükür nimetini devam ederken gördüm ve anladım ki nimet de senden şükür de senden. Bu durumda Sana şükretmeye nasıl güç yettireyim?” deyip şükürdeki acziyetini anlayınca, Allah, şöyle buyurdu: “Ey Davut! İşte şimdi Beni tanıdın. Benim, kulumdan istediğim budur, kulumun, acziyetini itiraf etmesidir.”

Yine Davut aleyhisselamın, şükretmedeki acziyetini şu veciz sözleriyle nasıl itiraf ettiğine bir bakınız: “Ey Allah’ım! Vücudumda bulunan bütün kılların beherinin (her birinin) iki lisanı (dili) olsa ve yıllarca gece gündüz aralıksız Seni zikr u tesbih etseler, bana verdiğin sadece bir nimetin hakkını (şükrünü dahi) eda edemem.”

Musa (a.s) da şükür noktasındaki acziyetini, “Ya Rabbi! Bütün amelim, rızana uygun olarak yaptığım tüm salih amellerim, en küçük bir nimete dahi denk olamayınca, nâmütenâhi nimetlerine karşı şükrümü nasıl eda edeyim?” ifadeleriyle ortaya koyunca Allah (c.c), ona şöyle vahyetti: “Ey Musa! İşte bu halinle şu an Bana şükrettin.”

İmam Ahmet ibn Hanbel’in, Hz. Ömer (r.a)’den naklettiği bir olayı istifadenize sunmak istiyorum: Hz. Ömer (r.a), Medine sokaklarında devriye dolaşırken bir adamın mırıldandığını duyuyor. Adama, “Ne deyip duruyorsun?” diye sorar. O da “Allah’ım beni az olan kullarından eyle.” diye Allah’a yalvarıp yakarıyorum.” deyince Hz. Ömer (r.a), “İyi de o ne demek?” diye sorar. Adam, “Ey mü’minlerin emiri! Allah, Nuh (a.s) hakkında şöyle buyurdu: “Zaten onunla (Nuh (a.s) ile) beraber ancak pek azı iman etmiştir.”[6] Sa‘d Suresi 24. ayetinde “Gerçekten ortakların pek çoğu birbirlerine haksızlık yaparlar, ancak iman edip salih ameller işleyenler müstesna. Onlar da çok azdır.”; Sebe Suresi’nin 13. ayetinde ise “Kullarımdan şükreden pek azdır. Şükredenlerin de şükrü azdır.” Buyurur.” diye cevap verince Hz. Ömer, “Doğru söylüyorsun, benim için de dua et, iyi mi?” der.

  • Fiilî şükür: Bilfiil Allah’a şükretmektir. Bu da vücudun bütün organlarıyla yapılan şükürdür. Her türlü nimeti veren Allah’ın emir ve yasakları, vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa o organın, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak fiilî şükürdür. Bu da bütün uzuvların şükrü manasına gelmektedir. Çünkü şükür, Allah’ın koymuş olduğu yasakların bütününü terk etmektir. Allah’ın verdiği nimetleri Onun rızası uğrunda kullanmaktır. Eğer bir nimet, kişiyi Allah’a yaklaştırmıyorsa o, nimet değil nikmettir, afettir, musibettir.

Bu konuda İmam-ı Kuşeyrî şöyle der: “Gözün şükrü; gözü haramdan korumak, başkalarında görülen kusuru örtmektir. Kulağın şükrü; kulağı haram ve yasaklardan koruyup duyduğu ayıp ve kusurları ifşa etmemektir.” Ebû Hâzim’e göre, gözün şükrü, bir hayrı görünce herkes ondan faydalansın diye onu etrafa yaymak; şerri görünce de onu örtmektir. Kulağın şükrü, kişinin hayır ve faydalı bir şey duyduğu zaman onları muhafaza etmesi ve hayatına tatbik etmesidir; şer bir şey duyduğu zaman onu da defetmesidir. Ellerin şükrü, aleyhte olan şeylerden uzak durmasıdır. Lehte olan şeylere ise sımsıkı sarılmasıdır. Tenasül uzvunun şükrü, onu haramdan korumaktır. Midenin-karnın şükrü, helal gıda ile beslenerek elde edilen enerjiyi ilim ve salih amel uğruna harcamaktır.

Ya Rabbi! Sabrı çok, şükrü de bol olan kullarına bizleri refîk eyle. Âmîn.

[1] Lokman, 31/12.

[2] Lokman, 31/20.

[3] Duhâ, 93/11.

[4] Zâriyât, 51/19.

[5] Sebe, 34/13.

[6] Hûd, 11/40.