İçeriğe geç
Anasayfa » BÜNYAMİN’LE BULUŞMA

BÜNYAMİN’LE BULUŞMA

Önceki sayıdan devam…

Hz. Yûsuf (a.s), ihtiyaçları için gelen kardeşlerinin arasındaki, öz kardeşi Bünyamin’i görür ve tanır. Bir ara onu yanına çağırarak:

“- Ben senin kaybolan kardeşin Yûsuf’um,” der. Bir vesile ile onu yanında alıkoyacağını söyleyerek korkmamasını tembih eder. Hz. Yûsuf, kardeşlerine getirdikleri malzemeler karşılığında bol miktarda erzak vererek onları yolcu ederken, yanında çalışanlara, öz kardeşinin yükünün arasına padişahın altın su kabını koymalarını emreder. Erzakı alıp yola çıkmaya hazırlanan Yûsuf’un kardeşleri, arkalarından gelen:

“- Ey kervandakiler hırsız var, padişahın altın kasesi çalınmış durunuz,“ sesiyle beraber oldukları yerde kalırlar.

Onlar yanlarına gelenlere :

“- Biz buraya fesat çıkarmaya gelmedik,” derler. Fakat, gelen muhâfızlar:

“- Yüklerinizi arayacağız,” deyince, mecbûren buna râzı olurlar. Hz. Yûsuf (a.s), huzuruna gelen kardeşlerine:

“- Sizin kanunlarınızda hırsızlığın hükmü nedir?” diye sorar. Onlar:

“- Çalıntı mal, kimin yanında bulunursa, onu esir alırsınız,” derler.

Yapılan arama sonunda, çalıntı olduğu iddia edilen altın kâse, Bünyamin’in yükünde çıkar. Bünyamin, Hz. Yûsuf’un yanına götürülür ve Hz. Yûsuf tarafından teselli edilir. Kardeşleri gerçeklerden haberdar olmadıklarından toplanarak ne yapacaklarını düşünürler ve:

“- Bünyamin olmadan babalarının yanına dönemeyeceklerini,” söylerler.

Yapılan görüşmelerden bir netice alamayınca bir kenara çekilip durumlarını değerlendirirler. Büyükleri:

“- Babamızın bizden Allah (c.c) adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah (c.c) hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır. Babamıza dönün ve deyin ki:

“- Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şâhidlik etmedik. Biz gaybın bekçileri de değiliz. İstersen Mısır halkına ve aralarında geldiğimiz kâfileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz,” deyiniz, eğer babam “Bırakıp gelin,” derse, ben de gelirim, der.

Bu durum değerlendirmesinden sonra, tekrar Hz. Yûsuf’a gittiler ve:

“- Bünyamin’in yerine içimizden birini al. Bunun ihtiyar bir babası var. Biz ona, bunu geriye getireceğiz diye söz verdik, yemin ettik,” diye yalvardılar.

Hz. Yûsuf (a.s) ”Sizin dininizin hükmü bu değil mi? Sizin dininize göre ceza buna aid değil mi? Siz isyan yapmadınız ki, size ceza verelim. Bundan dolayı sizlerden birini bunun yerine alsam, bu zulüm olur,” der ve tekliflerini reddeder.

Netice olarak Bünyamin’i alamayacaklarını anlayan kardeşler, hiç utanmadan:

“- Bunun bir kardeşi vardı. O da bunun gibi ahlâksız ve hırsızdı. Onun şerrinden de zor kurtulmuştuk,” derler. Bunu duyan Yûsuf, onlara bir şey demedi, fakat içinden:

“- Siz daha kötü durumdasınız! Allah (c.c), sizin anlattığınızı çok iyi bilir,” dedi.

Onlar da ister istemez memleketlerine geri dönerler. Babalarına durumu anlatınca, babaları

“- Hayır, sizi nefsiniz böyle bir işe sürükledi, Bana düşen, artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah (c.c) onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir,” der ve onlardan yüz çevirir, “Ah Yûsuf’um ah!” diye sızlanır ve kederini içine gömmesi yüzünden gözleri dış Dünya’ya kapanır. Oğulları:

“-Allah’a andolsun ki sen hâla Yûsuf‘u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!” derler. Hz. Yâkub (a.s) onlara:

“- Ben sâdece gam ve kederimi Allah’a (c.c) arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum. Ey oğullarım! Gidin, Yûsuf ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın (c.c) rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın (c.c) rahmetinden ümidini kesmez,” diyerek onları tekrar Mısır’a gönderir.

Mısır’a gelen kardeşleri Yûsuf‘un (a.s) yanına girdiklerinde

”Ey aziz! Bizi ve âilemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermâye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadâka verenleri mükâfatlandırır,” derler. Yûsuf dedi ki:

“- Siz, câhilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?” O anda durumu fark eden kardeşleri:

“- Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?” derler. O da:

“- Evet ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah (c.c), bize birbirimize kavuşmayı lütfetti. Çünkü kim Allah’tan (c.c) korkar ve sabrederse, Allah (c.c) güzel davrananların mükâfatını zâyi etmez,” dedi. Kardeşleri de:

“- Allah’a (c.c) andolsun, hakikaten Allah Seni, bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz,” derler. Hz. Yûsuf da (a.s):

“- Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir. Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, o anda Allah’ın izniyle gözleri görür. Ve bütün âilenizi alarak buraya gelin,” der.

  1. YÂKUB’LA (A.S) BULUŞMA

Hz. Yûsuf’un kardeşleri gömlek yanında olduğu halde Mısır’dan ayrılınca, Yâkub yanında bulunanlara:

“- Bana bunamış demezseniz, inanın ben, Yûsuf’un kokusunu duymaya başladım,” der. Yanındakiler cehâletleri sebebiyle:

“- Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın,” dediler. Fakat, çocukları gelip de, gömleği O’nun yüzüne koyar koymaz Hz. Yâkub’un (a.s) gözleri görmeye başlar. Ve Ben size:

“- Allah izniyle sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim,” demedim mi! der.  Oğulları:

“- Ey babamız! Allah’tan, günâhlarımızın afvını dile! Çünkü biz gerçekten günâhkârlardık,” derler. Hz. Yâkub (a.s),

“- Sizin için Rabb’imden af dileyeceğim. Çünkü O çok rahman ve rahimdir,” der.

Hazırlıklarını tamamlayıp hep beraber Mısır’a gidip Yûsuf’un yanına girdikleri zaman, Hz. Yûsuf ana-babasını kucakladı, “Güven içinde Allah’ın irâdesiyle Mısır’a girin!” dedi. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi Yusuf’a kavuştukları için şükür  secdesi yaptılar. Hz. Yûsuf (a.s) dedi ki:

“- Ey babacığım! İşte bu, gördüğüm rüyânın yorumudur. Rabb’im onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabb’im bana çok şey lütfetti. Beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabb’im dilediğine lütfedicidir. Şüphesiz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir,” der ve sözlerine

“- Ey Rabb’im! Mülkten bana nasibimi verdin ve bana rüyâda görülen va’kaların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yerler yaratan! Sen, Dünya’da da Âhiret’te de benim sâhibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve sâlihler arasına kat!” diye dua ve niyazda bulunur.

***

Yûsuf kıssası özetle bu şekildedir. Bu sürenin son âyetlerini de sizlere hatırlatarak konumuza dönmek isterim. Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri aşağıdaki âyet-i kerimede:

“Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.

“Halbuki sen bunun için (peygamberlik vazifeni îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur’an, âlemler için ancak bir öğüttür.” (Yûsuf Sûresi 103-104) buyurarak Rasûlullah’a (s.a.v) “Bütün gücüyle çalışsa dahi bazı insanların, inatları yüzünden iman etmeyeceğini,” bildirmektedir. Evet, muttakiler için bir öğüt olan Kur’an-ı Kerim, ancak ondan faydalanmak isteyenlerin ufkunu açar. Bizler de kimin ufkunun açılacağını bilemediğimiz için tebliğ vâzifemizi hiçbir şekilde aksatmadan devam ettirmek mecbûriyetindeyiz.

“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.

“Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyâmetin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?” (Yûsuf Sûresi 105-107)

Rabb’imiz bu âyet-i kerimede de Kıyâmet Günü görülecek hesapta, kendilerini bekleyen felâketleri dikkate almayan müşriklerin ve inkârcıların inatlarını ifâde ederken, onların insanları tevhide ulaştıracak olan bütün delillere gözlerini kapattıklarını ve iman etseler dahi maddî mânevî bir çok varlığı Allah’a şirk koştuklarını beyan etmektedir.

Bu âyette mü’minlerin dikkat etmesi gereken en önemli hususlar, Âhiret Günü’nün hesabından asla emin olmamaları ve “İman etseler dahi ortak koşarlar” ifâdesinin muhatabı olmamak için, sürekli olarak nefsi murâkabelerine dikkat ederek şirk bataklığından korunmalarıdır.