İçeriğe geç
Anasayfa » CENNETLE MÜJDELENENLER FAZİLETLİLER TOPLULUĞU: AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

CENNETLE MÜJDELENENLER FAZİLETLİLER TOPLULUĞU: AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

Bir hadîs-i şerîfte “Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.”[1] buyrulur. Bu hadîs-i şerîf bizlere nasıl bir kulluk bilincine sahip olmamız gerektiğini ve bu hususta kimleri örnek alacağımızı öğretir. Sahabe-i kirâmın Peygamber Efendimizle x birlikte yaşadıkları hayat Allah Zülcelâl katında hüsn-i kabul görmüş, makamların en yücesinde rıza ile mukabele bulmuştur.[2] Allah ﷻ onlardan razı olmuş ve Kelâm-ı Kadîm’inde farklı vesileler ile onları bununla müjdelemiştir. Bu bağlamda Allah Teâlâ Haşr Suresi 8-9. ayetlerde Dîn-i Mübîn-i İslâm uğrunda bütün akraba u taallukatını ve servetlerini bir çırpıda silen ve öz vatanlarını terk eden Muhacirlerden ve onları öz kardeşleri gibi karşılayan, bütün varlıklarını onlarla paylaşan Ensardan övgü ile bahsetmektedir. Bu iki ayetin devamında ise kıyamete dek gelecek olan mü’minlere Muhacir ve Ensardan oluşan sahabe topluluğu örnek gösterilmekte ve bu örnekliğin şükrünün nasıl eda edileceği öğretilmektedir. Buna göre mü’minlere, sahabeye tazim ve hürmette kusur göstermemeleri ve onları her zaman hayırla yâd etmeleri telkin edilmektedir. Ayrıca ayetin mefhum-ı muhalifinden mü’minlerin sahabenin hürmetine asla dil uzatmamaları ve onlara kin beslememeleri gerektiği de anlaşılabilir.

Sahâbe-i kirâmın her birisi kendilerinden sonra gelenler için yıldız mesabesinde olmaları hasebiyle çok üstün hatta erişilemez bir makamı haizdirler. Zira onlar Peygamber Efendimizle x aynı atmosferi solumuş, Allah’ın Kelamını Onun x lisan-ı saadetlerinden dinlemiş, manalarını da Onun x beyan etmesiyle veya doğrudan Onu x müşahede ederek öğrenmişlerdir. Bununla birlikte yıldızlar kendi içerisinde ziya bakımından derece derecedir. Kutup yıldızı gibi kimi yıldız topluluğu vardır ki gecenin karanlığında yolunu kaybetmişler ilk onları ararlar ve bulduklarında onların gösterdiği yolun doğruluğu sayesinde kendilerini güvende hissederler. Tıpkı bunun gibi sahâbe-i kirâmdan Peygamber Efendimize x yakınlıkları derecesinde Onun x manevî füyuzâtından istifade eden ve bununla etrafını aydınlatan, her devirde insanları içine düştükleri buhranlardan kurtarıp onlara İslâm’ın hakikatini öğreten mümtaz isimler vardır. “Aşere-i Mübeşşere” de sahâbe-i kirâm içerisinde kutup yıldızı mesabesindeki bu mübarek zatlardandır.

Aşere-i mübeşşere, Peygamber Efendimiz x tarafından cennete girecekleri, henüz hayatta iken, kendilerine müjdelenen on sahabedir. Bu faziletliler topluluğu İslâm kaynaklarında “el-aşeretü’l-mübeşşere”, “el-mübeşşerûn bi’l-cenne”, “el-aşeretü’l-meşhûdü lehüm bi’l-cenne” gibi birbirine yakın terkiplerle de anılmıştır.

Kaynaklardaki en yaygın kullanımıyla “el-aşeretü’l-mübeşşere” terkibi, sözlükte “on sayısı” anlamına gelen “aşere” ile; “kendisine sevindirici haber verilen, muştulanan ve müjdelenen (kimse)” anlamındaki “mübeşşere” kelimelerinden oluşan bir sıfat tamlamasıdır. Bu isimle anılan sahâbîlerin sayısı hakkında İslâm kaynaklarında dikkate değer bir ihtilaf yoktur. Dolayısıyla buradaki on sayısının hakiki anlamda kullanıldığı yani kinaye yoluyla çokluğa delalet etmediği açıktır. Bu çerçevede senedi Peygamber Efendimize x kadar uzanan sahih rivayetlerde bu on sahabenin ismi tek tek şöyle sıralanır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha b. Ubeydillâh, Hz. Zübeyr b. Avvâm, Hz. Abdurrahmân b. Avf, Hz. Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Hz. Saîd b. Zeyd V. Farklı kaynaklarda Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh yerine Hz. Abdullah b. Mes’ûd zikredilse de konuyla ilgili yapılan özel araştırmalarda bu ihtilafın, rivayet farklılığından değil, rivayetleri yazıya geçiren müstensihlerin dikkatsizliğinden kaynaklandığı tespit edilmiştir.[3]

Hadis-i şeriflerde cennetle bir arada müjdelenen bu on sahâbînin dışında, müstakil rivayetlerde, erkek-hanım birçok sahabenin de cennetlik olduğu haber verilir. Bunlardan bazılarını vefat tarihlerine göre şöyle sıralayabiliriz: Hz.Varaka b. Nevfel, Hz.Yâsir b. Âmir, Hz.Hâris b. Sürâka, Hz.Umeyr b. el-Humâm el-Ensârî, Hz.Hamza b. Ebî Tâlib, Hz.Abdullâh b. Amr b. Harâm, Hz.Mâlik b. Sinân, Amr b. Cemûh, Hz.Bilâl-i Habeşî V v.dğr. Cennetle müjdelenen hanım sahâbîler arasında ise başta Peygamber Efendimizin x hanımlarından Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Hafsa’yı, Efendimizin x kerimesi Hz. Fatıma’yı ve İslâm’ın ilk kadın şehidi Hz. Sümeyye’yi zikredebiliriz. (Allah hepsinden ebediyyen razı olsun.)

İslâm kaynaklarında aşere-i mübeşşere içerisinden sadece belli isimlere yer verilmesi ve müstakil rivayetlerde müjdelenen birçok sahabenin dışarıda bırakılması, Peygamber Efendimizin x bir hadîs-i şerîflerinde bu on sahabenin ismini bir arada zikretmesinden kaynaklanmaktadır. Bu rivayette ismi geçen sahâbîler hem Asr-ı Saâdet’te hem de İslâm medeniyetinin oluştuğu sonraki dönemlerde birtakım imtiyazlara sahip olmuşlar ve diğer sahâbîlerin önüne geçirilmişlerdir.

Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Saîd b. Zeyd kanalıyla nakledilen ve güvenilir birçok hadis kaynağında yer alan bir rivayette Peygamber Efendimiz x şöyle buyurmaktadır:

Ebû Bekir cennettedir, Ömer cennettedir, Osman cennettedir, Ali cennettedir, Talha cennettedir, Zübeyr cennettedir, Abdurrahman b. Avf cennettedir, Sa‘d b. Ebî Vakkas cennettedir, Saîd b. Zeyd cennettedir, Ebû Ubeyde b. Cerrâh cennettedir.[4]

Kaynaklarda bu on sahabenin öne çıkan bazı ortak vasıflarından bahsedilir:

1) Cennetle müjdelenen bu on sahâbî İslâm davetini ilk kabul eden isimlerden teşekkül etmektedir. Bu sahâbîler Müslümanların en zayıf olduğu bir dönemde müşriklerin bütün baskılarına ve boykotlarına rağmen İslâm davasından geri dönmemişlerdir. Halbuki kimilerine Peygamber Efendimizi x inkâr etmelerine karşılık büyük servetler ve müreffeh bir yaşam vadedilmiştir.

2) Bu sahâbîlerin hepsi neseb itibariyle Peygamber Efendimizin x de içinde bulunduğu Kureyş kabilesine mensuptur. Buna istinaden bazı kaynaklarda “cennetle müjdelenen on kişi” anlamındaki el-Aşeretü’l-Mübeşşere isimlendirmesine “Kureyş kabilesinden” kaydı getirilmiştir. Elbette tek başına bir aileye mensup olmak dünyada cennetle müjdelenmek için yeterli değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz x “Ameli sebebiyle geri kalanı nesebi öne geçirmez.”[5] buyurmaktadır. Ne var ki Kur’ân-ı Kerîm’de ismi küfürle tescillenmiş ve henüz dünyadayken cehennemlik olduğu bildirilen Ebû Leheb, Kureyş kabilesine mensup olmakla birlikte Peygamber Efendimizin x çok yakından akrabası yani amcasıdır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize x akraba olmak bile onu ebedi azaptan kurtaramamıştır. Fakat Asr-ı Saâdet’te Kureyşli olup İslâm’ı tercih etmek hiç de azımsanacak bir amel değildir. Çünkü özellikle Mekke’de Kureyş’e mensup bir Müslüman olmak, aileden gelen bütün şan, şöhret, makamı ve itibarı elin tersi ile itmek, İslâm’ın ağır yükünü sırtlanıp Medine’ye taşımak oradan da cihana yayılmasına aracı olmakla eşanlamlıdır. Dolayısıyla insanlık, İslâm’ı Kureyşli Müslümanlardan öğrenmiştir ve bütün Müslümanlar onlara medyun u şükrândır.

3) Bu sahâbîlerin tamamı İslâm cemaatinin ilk silahlı mücadelesi olan Bedir Harbi’ne ve Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın rıza tecellilerinin sağanak halinde yağdığı bildirilen Rıdvan Biatı’na iştirak etmişlerdir. Sadece Hz. Osman 4 Mekke’ye elçi olarak gönderilip de orada göz hapsine alındığından Rıdvan Biatı’na fiziken katılamamış, onun adına Peygamber Efendimiz x bizzat kendisi iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiştir. Bu iki önemli hadise İslâm cemaatinin devletleşmesine zemin hazırlamıştır. Bedir Harbi İslâm devletinin askerî kanadının şekillenmesine, Rıdvan Biatı ise İslâm devletinin tanınmasını sağlayan ve ileride Mekke’nin fethinin kapısını aralayan Hudeybiye Antlaşması’nın yapılmasına vesile olmuştur. Nitekim bu ehemmiyetinden dolayı Müslümanlar arasında Bedir Harbi’ne ve Rıdvan Biatı’na katılanlar imtiyazlı görülmüş bazı konularda kendilerine öncelik tanınmıştır. Bu imtiyazların başında Allah’ın ﷻ kadîm kelamında hayırla yâd edilmeleri ve bazılarının henüz dünyada iken cennetle müjdelenmesi gelmektedir.[6]

4) Cennetle müjdelenen on sahâbî Allah ve Rasûlüne olan bağlılıklarını her ortamda açıkça dile getirmişler ve ister akrabalıktan ister cahiliye devrindeki dostluklardan kaynaklanan hiçbir ilişkiyi onların sevgisinin önüne geçirmemişlerdir. Onların bu bağlılıkları hem Kelâm-ı Kadîm’de hem de Peygamber Efendimizin x lisanında tescillenmiştir. Bu meyanda müfessirler, “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin.”[7] mealindeki Mücâdele Sûresi’nin son ayetinin aşere-i mübeşşereden bazıları hakkında nazil olduğunu beyan etmişlerdir.[8] Yine farklı vesileler ile Peygamber Efendimizden x bu sahâbîlerin Allah ve Rasûlüne bağlılıktaki samimiyetlerini teyit eden birçok hadîs-i şerîf nakledilir.


*  Dr. Öğr. Üyesi, Trabzon Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

[1] İbn Abdilberr, Câmi‘u Beyâni’l-‘İlm (Suudi Arabistan: Dâru İbni’l-Cevzî, 1994), 2/925.

[2] Beyyine, 98/8.

[3] Abdullah Aydınlı, İsmail L. Çakan, “Aşere-i Mübeşşere”, TDV İslâm Ansiklopedisi https://islamansiklopedisi.org.tr/asere-i-mubessere

[4] İbn Mâce, “Mukaddime” 11; Ebû Dâvûd, “es-Sünne”, 9; Tirmizî, “el-Menâkıb”, 26, 27; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ (Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411), 7/55.

[5] Müslim, “ez-Zikr ve’d-duâ ve’t-tevbe ve’l-istiğfâr”, 38.

[6] Fetih, 48/18.

[7] Mücadele, 58/22

[8] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419). 8/84.