İçeriğe geç
Anasayfa » CEZAYİR NOTLARI

CEZAYİR NOTLARI

Biraz Arap biraz Osmanlı ancak daha çok Fransız denilecek bir ülke.

Türkiye’den coğrafya olarak biraz uzak bir yere, Afrika’nın batıya özellikle Fransa’ya bakan ülkesine, Cezayir’e gidiyoruz. Cezayir Türk vatandaşlarına vize serbestisi uygulamadığı için vize almak gerekiyor. Ancak İstanbul’da vize alacaklar Beyoğlu’ndaki Cezayir Konağı’na değil Şişli’deki Cezayir Başkonsolosluğu’na gitmeliler. Çünkü haritalar ve adres Beyoğlu’nu işaret ediyor. Hâlbuki burası eskiden beri Cezayir’den gelenlerin konakladığı bir yerden ibaret. Cezayir vizesi almak biraz uğraştırıcı olabiliyor. Anlaşılan, Fransızlara ait olan kibir ve kendini üstün görme, Cezayir devlet sistemine de etki etmiş. Vize için başvuranlara sebepsizce ret cevabı verebiliyorlar, anladığımız kadarıyla bunun sebebi, biz herkese vize vermeyiz, anlayışı. Kuzey Afrika’da Türkiye’ye vize uygulayan tek devlet Cezayir olduğu gerçeği de bunu destekliyor. Vizeniz reddedilirse ısrarla deneyin ve bu durumda size Cezayir’den gönderilecek bir davet çok iş görebilir.

Coğrafya olarak Türkiye’den üç kat büyüklükte olan Cezayir için Afrika’nın en büyük ülkesi denebilir. Kuzeyinde Akdeniz iklimi, güneyinde ise çöl iklimi hâkim. Ekonomik olarak petrol ve doğalgaz zengini bir ülke olmasına karşın uzun süren iç karışıklıklar sebebiyle atılım yapamamış ve geri kalmış denilebilir Cezayir için. Halkın yüzde altmışı eğitimli. Eğitim dili üniversiteye kadar Arapça iken üniversitede çoğunlukla Fransızca. Ancak sadece Fransızca eğitim veren kurumlar da azımsanmayacak derecede çok. Bu sebeple resmî dil Arapça olmasına karşın halkın tamamına yakını iyi kötü Fransızca bilmektedir. Kullanılan Arapça ise fasih Arapçadan oldukça uzak karma bir yerel dil halini almış.

Ülkenin başkenti, ülke adıyla aynı olan ve ülkenin en modern ve gelişmiş şehri diyebileceğimiz Cezayir vilayetidir. Mimarî olsun, tarih, ekonomi, sanat olsun Cezayir’in kalbi burada atıyor. Şehrin merkezinde Kasba (kasaba) denilen bir Osmanlı şehri de var. Kasba, iç içe geçmiş birkaç katlı binalardan oluşan dar sokakları, küçük bakırcı dükkânları, pek çok velî makamı, ara sokaklardaki küçük mescitleri ve sizi tebessümle karşılayan sakinleri ile denizden tepeye doğru adeta yücelen bir Osmanlı şehri. Bugün burada, yöreye özgü Osmanlı döneminden kalma saraylar, paşa konakları ve diğer Osmanlı taş mimarisinin ürünü binalar da bulunmakta. Ancak ne yazıktır ki bu güzel mimarî her geçen gün daha da yıpranmakta. Bundan sadece birkaç saray ve konağı hariç tutabiliriz. Bu konaklar yerli halkın evde, tarlada, işte kullanmış olduğu alet edevatlarının sergilendiği ve içinde günümüz hattatlarının levhalarının da bulunduğu güzel sanatlar müzesi ve kütüphane olarak ayakta duruyor. Bu hat sergilerinde Türkiye’den Hasan Çelebi, Davut Bektaş ve Mehmet Özçay gibi isimlerinin de levhalarının sergilendiğini belirtmeden geçmeyelim. Ancak Osmanlı mimarisine dair ne varsa yok edercesine yıkıp Osmanlı izlerini silmek istemişler. Ulu Camii ve diğer birkaç eser dışında günümüze ulaşan Osmanlı eseri neredeyse kalmamış Cezayir’de. Ama Kasba’nın etrafını Fransız mimarisine uygun yüksek kolonyal binalarla donatmışlar.

Fransızların el süremediği bir yer varsa o da insanların kalpleri. Türk olduğunuzu söylemeniz, o insanların tebessüm etmeleri ve bir ah çekerek hasretle sizi bağırlarına basmaları için yeterli. Zira 132 yıllık Fransız sömürü zulmü, onlara 300 yıl saadet sunan Osmanlı’yı asla unutmamaları gerektiğini öğretmiş. Onlar da kendilerine sunulan bu hayrı unutmayıp, Osmanlı’ya, hıyâru’n-nas yani insanların en hayırlıları, diyerek vefa gösteriyorlar ve size ellerinden gelen sevgi, muhabbet ve yardımı gösteriyorlar.

Şehir merkezinde Başcerrah, Murat Reis ve Deli İbrahim Paşa gibi Türkçe isme sahip mahalleler ilgimizi çekiyor. Ayrıca burada İzmirli, İstanbullu, demirci, bakırcı ve kahveci gibi nisbelere sahip eski Osmanlı aileleri de bulunmakta. Zikredilmesi gereken diğer bir şey de yemek kültüründe börek, çörek, dolma, döner, kebap, Türk helvası ve baklava gibi Osmanlı mutfağı izleri bulunması. Ancak şehir merkezinde az bulunan yerel yemeklerin yapıldığı sahra lokantalarında deve, keçi ve daha başka et yemeklerini tatmak gerekir.

Cezayir, çoğunluğu Arapların ve azınlık konumundaki Berberîlerin oluşturduğu yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülke. Ancak yüzde yirmilik lâik kesim devlete hâkim ve dini yaşamada rahatlık olsa da siyasal İslâmî hareketler kısıtlı. Hukuk sistemi, Fransız hukuk sistemiyle uyumlu olmakla beraber -az da olsa- şer‘î kanunlar da uygulamada.

Cezayir, tarih boyunca istilalara maruz kalmış bir ülke. Milattan önce Fenikelilerin ve Kartaca Krallığı’nın hâkim olduğu Cezayir’de uzun bir müddet Romalılar hüküm sürmüş. Roma’nın yıkılması ile Vandallar ardından da Bizans hâkimiyeti söz konusu. 7. yüzyılın ortalarında Emevî akınları buraya ulaşmış ve bu yüzyılın sonlarında İslamiyet burada yerleşmeye başlamış. Emevîlerin yıkılması ve Abbasîlerin hâkimiyetinin zayıf olması sebebiyle yörede Rüstemîler, Aglebîler, Fâtımîler, Berberîler ve Murâbıtlar gibi çeşitli yerel devletler kurulmuş. 1505 sonrasında kısa süren bir İspanyol istilası. Nihayetinde Oruç Reis ve kardeşi Hızır Reis’in 1513’te Cezayir’i fethetmesiyle Osmanlı dönemi. Tarihi boyunca Cezayir en uzun huzur ve sükûnet dönemini 300 yıl ile Osmanlı Devleti hâkimiyetinde sürmüştür. 1830 yılında Fransız istilası baş göstermiş ve buna ilk direniş Osmanlı Devleti’nin desteği ile Emir Abdülkadir tarafından yapılmış. Bu süreç aynı zamanda Cezayir ulus devletinin ilk tohumlarını da oluşturmakta. Emir Abdülkadir, Cezayir’de istisnasız herkes tarafından sevilen bir şahsiyet, insanları ardından sürükleyen bir imam ve sekiz ciltlik tefsiri ile bir âlim. Fransızlar 130 yıl boyunca Cezayir halkını hakir gören ve doğal zenginliklerini alıp götüren akıl almaz bir sömürü uygulamışlar. Bu sömürü sistemine pek çok defa isyanlar olmuş ancak bunlar içerisinde en acımasızca bastırılanı 1954’den 1962 yılında bağımsızlığın ilanına kadar süren son başkaldırıdır. Bu başkaldırıyı yıkmak amacıyla Fransızlar en zalim yöntemleri kullanmışlar ve yaklaşık iki milyon Cezayirliyi katletmişler. O zamanki nüfusun 9 milyon civarında olduğu hesaba katılırsa nasıl korkunç bir katliam olduğu ortaya çıkmaktadır.

Evet, Cezayir, 1962’de artık resmen bağımsızdır ancak özgür değildir. Zira dil, kültür, mimarî, eğitim ve ekonomide bağımlılık devam etmiş, buna uzun yıllar süren iç karışıklıklar da eklenince, “özgürlük” bu toplumdan uzak bir kelime olarak kalmıştır. 1991 yılına kadar süren çeşitli iç karışıklıklar bu tarihte başa geçen İslâmî Hareket Partisi (FİS)’nin kapatılması ile zirveye çıkar ve 150 bin civarında insan 2000 yılına kadar süren karmaşada hayatını kaybeder. Bugün Arap baharının Cezayir’de yaşanmaması doksanlı yıllardaki tecrübeden kaynaklanmıştır, diyebiliriz herhalde. Ancak lâik ve halktan kopuk yönetim halen İslâmî hareketlere karşı baskı ile muamelede bulunmakta. İç karışıklık döneminin Cezayir’e ilginç bir hatırası da trafik lambalarının kaldırılması. Zira bombalı saldırıları engellemek amacıyla arabaların durması yasaklanmış. Bunun yerine trafik polisleriyle dolu her yer. Bugün Cezayir halkı iç karışıklıktan bıkkınlığını açıkça dile getirmekte ve başkaldırı yerine sakin bir hayatı tercih etmekteler. İnsanlar siyasî tartışmalara pek girmeden işlerini yapmaya çalışıyorlar. Ancak halkla konuşulduğunda uzun süren istiklâl sürecinin, kendilerinde bir bıkkınlık oluşturduğu fakat kendilerini ciddi bir vatan sevgisiyle yoğurduğu hemen fark ediliyor.

Cezayir’de dikkat çeken en önemli şeylerden biri belki de şehitler anıtıdır. Şehitler anıtından hem şehir hem de deniz manzarası mükemmel şekilde gözükmekte. Buradan gözüken diğer bir yer de Fransızların yapmış olduğu, dünyanın sayılı güzelliklerinden kabul edilen, botanik bahçedir. Dünyanın her yerinden ağaç çeşitleri getirilmiş ve bu ağaçların her bir nevi, bir yol boyunca dikilmiş. Bu şekilde çamlı yol, çınarlı yol, bambu yolu, palmiye yolu gibi pek çok yol bulunmakta ve onlarca ağaç çeşidi bu botanik bahçesini süslemekte. Hatta burada sadece Cezayir’de yetiştiği söylenen bazı ağaç çeşitleri de bulunmakta. İçerisinde bir hayvanat bahçesinin olması da botanik bahçesinin diğer bir güzelliği. Burada, maymunlar, aslanlar, kaplanlar, kuş çeşitleri, geyikler, sürüngenler olsun pek çok hayvan çeşidi mevcut. Buraya kadar gelmişken hemen bitişiğindeki güzel sanatlar müzesini ve yaklaşık on milyon civarında kitabın bulunduğu milli kütüphaneyi de muhakkak ziyaret etmeli.

Bağımsızlık her ne kadar devlet bazında kazanılsa da dil, kültür, yaşam tarzı ve mimaride halen Fransız etkisi devam etmekte. Bunun en önemli örneği de Fransızların yaptırdığı çok stratejik bir konuma sahip olan, deniz yoluyla Cezayir’e gelenleri karşılayacak bir yere konumlandırılan Notre Dame d’Afrigue (noturdam dafrik) yani Afrikalı Hanım Efendi (Meryem Ana) Kilisesi. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede şehre böyle hâkim olan bir noktaya bir kilise konumlandırılması pek manidar. Bununla birlikte üzücü olan, kadim camilerin pek çoğunun ya yıkılmış ya bakımsız olması ya da var olanların ise yüksek binalar arasında kaybolup gitmesi. Ne acıdır ki, uçakla şehre inerken kuş bakışıyla ülkede bir İslâmî şehir havası gözükmüyor. Ancak bu manzarayı yıkacak iki güzel gelişme var. Birincisi, en eski cami olan Keçova Camii. Burayı, Fransızlar daha önce kiliseye çevirmişler. Şimdi, tekrar camiye çevrilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti şu anda restorasyonunu yapıyor. Diğeri ise Cezayir’in, hatta Kuzey Afrika’nın en büyük camisinin şu anda burada yapılıyor olması. Yine bu cami de Türkiye – Cezayir ortak projesi olarak devam etmekte.

Unutulmaması gereken diğer bir şey ise sade üslûbu, küçük kubbeleri, bazen yoğun nakışları ve ağaç oymalarıyla süslenmiş mescitlerdir. Ancak namaz vakitleri dışında açık olmadığından vaktinizi ona göre ayarlamalısınız.

Şehir sokaklarında yapılması gereken en önemli şeylerden biri, kanımca, çok acı ve bol naneli sahra çayından alıp yavaş yavaş yudumlarken sokaklardan gelip geçenleri izlemek olsa gerek. Papyonlu fötr şapkalı ihtiyarlar, cellabe giymiş sakallılar, burka giyen kadınlar, yüz yıl önceki Fransa üslûbuna göre giyinmiş keçe şapkalı bayanlar ve bunlardan çok daha uzak olan farklı saç şekilleri ve rengârenk elbiseleriyle ben buradayım diyen Avrupai gençler. Ayrıca sokak satıcıları, seyyar sarraflar, zamanı kovalayan esnaf, devalı (?) dolu olan pizza dükkânları ve daha nice manzaralar. Bu kadar farklı ve birbirinden uzak gibi duran insanları en azından sathî olarak bir arada, muhabbet içerisinde yaşadığını görmek için böyle duraksamalar yapılmalı.

Konstantin (Kusantine) de ülkenin doğusunda bulunan, imkân dâhilinde gidilmesi gereken önemli şehirlerinden bir tanesi. Denizden uzak ve yüksek bir plato üzerinde kurulan, etrafındaki yüksek kanyonlar sebebiyle çevresinde pek çok köprü bulunan, yarım milyonu aşan nüfusuyla bir ticaret şehridir burası. Bu şehirde mağrip mimarisiyle varlığını sürdüren mescitler ve yüksek kanyon manzaraları göze çarpmakta. Bir diğer önemli şehir ise Cezayir’in eski başkenti ve bir sahil şehri olan Vahran (Oran)’dır. İki aslan anlamına gelen bu ismin şehre verilme sebebi, şehrin, iki tepe arasında, hilal şeklinde, sahil boyunca kurulmuş olması. Ayrıca çok kültürlü yapısıyla öne çıkmış olan Tilimsan da ziyareti unutulmaması gereken şehirlerden biri

Bunların dışında Afrika’nın en iyi çöl safarisinin Cezayir’de olduğunu, ayrıca deve yolculuğu ile gidilen çöl mağaralarının, kanyonların ve çeşitli doğa manzaralarının da mutlaka görülmesi gerektiğini söylemeden geçmeyelim. Bunlarla beraber, sahradaki konaklama yerlerinde şehir hayatından uzak, halen samimiyetini muhafaza eden, asimile olmamış Cezayirlilerle hemhal olmak da insanın içini ısıtan zevklerden.

Cezayir’de bugün pek çok Türk şirketi bulunmakta ve bu vesilelerle işçi olarak giden pek çok Türk orada yaşamaktadır. Bunun dışında dün Osmanlı coğrafyasında yer alan bu ülkenin insanlarındaki Osmanlı ve Türk sevgisini görmek için bile oraya gidilebilir. Özetle, Cezayir, maişetinin ucuz olması, insanlarının samimiyeti, içerisinde çeşitli medeniyetlerden izlerin bulunması ve latif doğasıyla yaşanılabilir bir ülkedir.