İçeriğe geç
Anasayfa » CİHAD İKİ YÖNLÜDÜR: MADDİ VE MANEVİ

CİHAD İKİ YÖNLÜDÜR: MADDİ VE MANEVİ

 

            Rabbimizin ihsanına karşı O’na borçlu olduğumuz hamd ve şükür görevlerimizi hakkı ile yerine getiremeyeceğimizin itirafı ile O’na dua eder ve O’ndan isteriz ki O’nu zatı ile hamd edenler, hâmidînler zümresi ile bizlere lütuf ve ihsanı ile bir arada cennet âleminde bulunmayı nasip etmesini tekrar tekrar tazarru ve niyaz ederiz.

Allah Zülcelalin bir kelamını ve O’nun ifade ettiği manalarını yazmak istesek mürekkep olarak denizlerin biteceğini, tekrar o kadar daha mürekkep getirecek olsak onların da biteceği, ancak o kelamın manasının ise bitmeyeceği inancı ile Allah’a hamd ü senalar etmeye gayret ederiz. Amma hamd ü şükrü hakkı ile ifa edemeyeceğimizin itirafı ile… Çünkü O hamde layıktır demenin bu sonsuz manayı, O şükre layıktır demenin de yine aynı manayı ifade ettiğini bilmeliyiz.

Akıllı insana bir işaret yeter kanaati ile akılsız insanların da sınırsız kelimelerin sarf edilmesinden bir şey elde edemediklerinin aşikâre olduğunu bilerek her zaman her duyduğumuz kelimeye dikkatimizi yöneltmeliyiz.

Bu kelimeden Arapça bir lügatten öğrendiğimiz kelimenin manası ilahi kelamların manalarının sadece bir açılış kapısıdır.

Zira o mananın içerisine Allah’ın bir kelimesinin manasını toplayıp sığdırmak, beşerin kudreti altında değildir.

O zahiren, bize seslenen bir kelimenin manasıdır.

Derginin sahipleri bu yazının konusunun cihad olduğunu belirttiklerinde aslında bu isteğin, ilkyazımızla başlamış olması durumunda bu ana kadar çok faydalı olabileceği muhakkaktır.

Evet, şimdi dikkatimizi cihad kelimesine çevirip cihadı kısaca hulasa ederek ondan sonra cihad kelimesinin karşılığındaki cehaletimizden ne büyük zararlara uğradığımızı itiraf ederek, yeniden buhar altındaki kapalı tohumların güneşin hararetini duyunca kabuğundan soyulduğu, yuvasına çekilen yılanların da uyandığı gibi inşallah ihsan güneşi bize de dokunur da biz de uykuda iken uyanırız. Bitkilerin, her türlü çiçeklerin, tohumların güneşin hararetine âşık oldukları gibi bizi yokluktan varlığa getiren, sıfatlarından sıfat ihsan eden, bizlere belli bir müddet ömür (zaman) tahsis eden ve hayatımızın devamı için hayat şartlarımızı her an ihsan eden yüce Mevlamızın muhabbeti gönlümüze yerleşir. Biz de aynı yuvadan güneşin harareti ile uyanan yılanlar gibi ve bitkilerin güneşin harareti ile aşık oldukları güneşe kavuşmak için süratle hareket ettikleri gibi rahmet-i Rahman deryasından bizim gönlümüze de hidayet nurlarını Allah Teala tecelli ettirir de biz de uyanırız. Ancak uyanıp uyanmamızın evvela sebebini çok araştırmalıyız.

Bilmeliyiz ki uyanmamak bir afattır. Allah Teala acayiplenme sıfatının sahibi olmadığı halde uyanmayanlardan acayiplendiğini ayeti celilesinde açıkça beyan etmektedir:   “ Ne oluyor ki onlar va’zlanmıyorlar” “Ne oluyor ki onlar iman etmiyorlar.”

Öncelikle bunun sebebini araştırmamız gerekiyor. Bizlere ne oluyor ki Allah ü Teala güç, kuvvet ve kudretini, cemal sıfatlarını ve kahhariyetiyle kâinat üzerine galip olduğunu, gözümüzü her açtığımızda her asırda ve her anda, oturup kalktığımız her yerde müşahede etmemiz için aslında önümüze hiçbir perde koymadığı halde niçin bu durumdayız?

Toprak altındaki tohumlara dikkatimizi çektiğimiz zaman görüyoruz ki toprağın üst tabakasındaki zerrecik tohumlar ilk olarak harekete başlıyorlar. Biraz derininde olanlar daha sonra… Böylelikle kademeli olarak toprağın altından güneşin hararetine kavuşmak için bir çalışma söz konusudur. Bu çalışmaya da bir manada cihad denilir. Amma toprağın en derininde kalmış olanlar da hiç harekete geçemeyip toprağın içerisinde mahvolup hiçbir şey olamadıkları gibi akıllı insanoğlunun kendi muhasebesine dönüp acaba ben niye uyanamıyorum, niye dirilemiyorum, acaba Hak bana toprağın altındakilere verdiği kabiliyet kadar da mı bir kabiliyet vermemiştir, şeklinde düşünmeye asla payı olmadığı gibi kendisine çekilip acaba bu toprak tabakalarındaki bitkiler gibi biz de tabakalar altında mıyız veya bizim büyümemiz için toprak gibi büyük engeller mi vardır derse; ilim ona der ki; evet, sizi de her sahada kabiliyetinizden, üstün akıl seviyenizden geri bırakan bir kötü ahlakınız var.

Aslı ile acaba ne deyip sormaya da ihtiyacınız olmamalı idi. Amma uzun asırlarca toprağın derininde kalan güneşin hararetinden mahrum olan varlıklar gibi gafletten uyanamadık. Şimdi ölmeden Allahu Zülcelal hidayetin düşünce kapısını bize açtığı için O’na hamdederiz. Ederiz ki toprağın altındakilerine hicab  (perde) toprak olduğu gibi bizim üzerimizde de dünya sevgisi perdesi vardır. Bunu durmadan insanlık ön plana çıkarmış, hırsa kapılmış, peşine koşmuş, kulakları sağır, gözleri görmez hale gelmiş, dünya sevgisi kendisini tamamı ile kaplayınca Allah-ü Zülcelalin hidayet nuru onlara ulaşamaz hale gelmiştir. Ve dünyanın içerisinde faydasızca birbirleri ile itişen, tartışan, birbirini kovalayan varlıklar, asırlarca bu perişanlıktan kurtulamayıp dünyayı kan gölüne, zulmet âlemine çevirmişlerdir.

Bu âlemin içerisinde bir felaket çukurundan çıkıp, öteki felaket çukuruna, ondan da başka çukurlara atlamayı fazilet, üstünlük, gerçek hak ve adalet olarak düşünmüşlerse de, neticede bir çukurdan başka çukura geçmekle baharın gelmeyeceğini bilmenin, bu vahşet ve dehşetten akılların şaşıp kaldıklarını, yerlerdeki zerrelerin, göklerdeki güneş, ay ve yıldızların feryadına kulak vermenin zamanı hala gelmemiş midir?

Bazı kimseler bir çukurdan çıkıp, öteki çukura düşmelerini cihad da zannetmişler bu şekilde ve seviyede tarihin derinliklerinden beri insanlığı sürüklemişler ve sürüklemeye devam etmektedirler. Onun için biz cihad kelimesini sınırsız manaları ile tekbir manasında masamızın üzerinde noktalayalım, ama manasını bütünü ile izah edeceğimiz inancı ile değil…

Her kelimenin manası o kelimenin ilk kapısı olur. O kelimenin manasını izahtan evvel bir hususa dikkat, dikkat, tekrar dikkat edilmelidir; bu da dünya sevgisinin gönüllerden çıkarılması gerektiğidir.

Çünkü dünyaya meyil peşinde olan insanı, kemalatın hiçbir mertebesine götüremeyeceğine dair Allah Resulü Buhari ile Müslimde kısaca mealen şöyle buyurmuştur: “Evvela hisaba bir şehid çağırılır. Allah Teala kuluna seslenir: Ey kulum sana şu kadar yıl ömür vermedim mi? Yedirip içirmedim mi? İhtiyaçlarını temin etmedim mi? der. Şehit: “Evet Ya Rabbi.” der. Sen ne yaptın? İşte biliyorsun Senin yolunda cihad ettim. Canımı Senin yoluna feda ettim. Allah Teala da Ey kulum cihad ederken filanca cesurdur, pehlivandır desinler diye cihad ediyordun. Sonradan da filanca şehit oldu desinler diye düşünüyordun, bunlar da denildi. Emrolunur, yüzü üzerine cehenneme salıverilir.

Arkasından âlimlerin en âlimlerinden birisi çağırılır.

Allah Teala ona da sorar. “O da Ya Rab ilim tahsil ettim, okudum okuttum, vazu nasihatlık yaptım der. Allah Teala da Ey kulum bunları yaparken filanca âlimdir, desinler diye düşünüyordun, o da denildi. Emrolunur O’da yüzü üzerine cehenneme salıverilir.

Ve arkasından cömertlerden birisini çağırırlar, O’na da sorulur, O da Ya Rab camiler yaptım, köprüler yaptım sayılmayacak kadar hayır müesseseleri yaptım. Allah Teala da ona der ki sen de bunları yaparken filanca cömerttir desinler diye düşünüyordun. O da denilmiş ve emrolunur, o da yüzü üzerine cehenneme salıverilir.

Her ne kadar maddi olmasa da dünyaya meylin bütünü ile insanı Rabbisinden uzaklaştırdığını bu hadiste Allah Resulü’nün ifade ettiğini dikkatle düşünelim de ondan sonra, dünyanın maddi sevgisine dönelim; paradır, puldur, makamdır, mevkidir, konfordur, şöhrettir sayılmayacak kadar engellerin altındayız. Şimdi bunları düşünmek için aklınızla ve Rabbimizle sizi baş başa bırakalım, cihadın kelime manasına dönmüş olalım:

Cihad; cehdetme, gayret sarf etme, azimkâr olarak yoluna devam etme, manalarını da taşır. Amma cihadı izah ederken bilmeliyiz ki evvela ilmi cihad, sonra ameli cihad, sonra talimi cihad, sonra mali cihad, sonra bedeni cihad olarak anlatmaya gayret etmeliyiz. Öncelikle ilmi cihadımızın başında da Allah Teala’yı hakkı ile tanımaya bütün gücümüzle gayret etmeliyiz.

Çünkü bu ilim her akıllı erkeğe, hanıma, sıhhatliye, hastaya, zengine, fakire ve son nefesinde canını verirken hepimiz için  farzı ayındır ve imanın temel ruhudur.

Allah Zülcelal de Kitabı İlahisinde kullarını uyarmış ve “Feğlem ennehu La ilahe illallah. Habibim bil ki Allah’tan başka ilah yoktur” buyurarak; sadece Allah ı zikredin, ibadet edin deyip kullarını cehalet bataklığında bırakmaya rızası olmadığını bildirmiş ve bizleri uyarmıştır. Diğer ibadetlerin kimileri farzı ayındır, kimileri farz-ı kifayedir. Bunların eda edilmesinin şartlarını da koymuştur. Sıhhati olmayana orucu farz kılmamış, malı olmayana zekatı, haccı farz kılmamış. Amma kayıtsız şartsız bize farzı ayın kıldığı şey Allah’ı tanımaktır.

Onun içindir ki bir kişi dünyada Allah Teala’yı tanımadan bütün ömrünü ibadatü taatle geçirecek olsa idi, ibadatü taatleri oyuncak ve eğlenceden başka bir şey olmazdı.

Bunları izah için çok uzun satırlara ihtiyaç olduğu gibi Allah’ı tanıyan bir zatın kıldığı namazla, Allah’ı tanımadan namaz kılan birisinin hâkimi olup, aradaki farklarını düşünün ve sonra tekrar kendinize dönün.Onun için insan, Allah Teala’yı tanımak için yaratılmıştır.

Diğer hiçbir sanatı ve ibadatü taati ile canlı cansız varlıklar ile yarış yapamaz. Çünkü Allah Zülcelal köklü köksüz bütün ağaçlar ve bitkilerin hepsinin secde ve tesbih ettiğini bildirmektedir.

Bizim ibadetlerimiz sınırlı, vakitli onlarınki ise sınırsız ve vakitsizdir.

Zaten bu sahada insan, meleklere hiç yaklaşamıyor. Onlar hiç isyan etmezler, itaatlerinde de bir şeyi terk etmezler.

Yalnız meleklerin imanı tabii olduğu için bir mertebede inanca sahiptirler. İnsanlığın inancı ise istidlâlîdir. Aklî ve naklî delillere bağımlıdır. Ne kadar araştırırsa o kadar deliller bulur. Ne kadar deliller bulursa müşahedesi ve yakîn mertebesi ona göre artar. İşte cihadın asıl manası da bu araştırmayla başlar.

            Milletinden olduğumuz Halil İbrahim’i de Cenabı Hak kâinatta istidlali imanın önderi kılmıştır. Resulü Kibriya Efendimiz de “Yarabbi İbrahim’e rahmet kapılarını açtığın gibi bana da aç” buyurmuştur. Çünkü bu sahanın, bu ilmin başlangıcı vardır ama sonu yoktur. Cenabı Hak da: “Biz böylece İbrahim’e ‘melekütüssemavati vel arz’ yerlerde göklerde ve içerilerinde neler varsa hepsini göstererek” Sahibini öylece tanıtmıştır.

            Onun için Allah’ı tanıma ilminin karşılığında Allah Teala’nın varlığından daha başka büyük bir şey yoktur.

O’nu tanıyınca kıyamette bütün maneviyat kapıları açılabilir. O’nu tanımayınca ebediyet âleminde bütün maneviyat kapıları kapanmış olur. Tabi ki bir şey en büyük ise en büyük şeyi elde etmekte ona engel olan şey de en büyük zararlı şeydir. O da nedir: Dünya sevgisi.

Çünkü insan en çok tanıdığını en çok sever. O zaman en çok sevdiği gibi yaşama gayretinde bulunur. Dünyayı en çok sevenler de sevdikleri dünyaları için çalışırlar, koşarlar ama sonuç dünyadan bir kefenle yola çıkarlar. En çok Allah ı sevenler, muktedir olan Allah’ın katında sadakat kürsülerinde otururlar.

Cihadı düşüneceğimiz vakitte bilmeliyiz ki cihad;. ilmi cihadla başlar. İlmi cihadın başında da Allah’ı tanımak gelir.

İkinci cihad, ameli cihaddır; ilmi ile amel etme cihadı.

Ondan sonra talimi cihad gelir. Bu da başkalarına yönelik olarak yapması ile memur olduğu emri bilmağruf ve nehyi anil münkeri ifade eder.

Ondan sonra talimi cihad, mala muhtaç olduğu için de mali cihad gelir. Bir fert bunları kendisinde tamamladığında o kul ile Allah arasında bir tek canı kalır. Onu da verir misin? diye imtihana çekilir. O zaman da fiili cihada katılır. Allah Teala buyurdu ki;

“Gerçek müminler Allah ve Resulüne iman ederler. Ondan sonra asla şüphelenmezler. Malları ile nefisleri ile Allah yolunda cihad ederler. Müminim iddiasında doğru olanlar işte bunlardır.” (Hucurat,15) Sadakallahül azim.