İçeriğe geç

             “Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kuran’da) size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlanızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır.”[1]

Rağıb el-İsfehânî, “Müfredat” adlı eserinde cihad kelimesini şöyle izah eder:

“Cihad, insanın düşmana karşı bütün gücünü kullanmasıdır. Cihad üç kısma ayrılır:

1-Görünen düşmanlara karşı cihad.

2-Şeytana karşı cihad.

3-Nefse karşı cihad.

“Allah yolunda hakkıyla cihad edin” ilahi fermanına bu üç çeşit cihad dâhildir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyurur:

“Düşmanlarınızla cihad ettiğiniz gibi nefsi hevanızla da cihad ediniz.”

Düşmana karşı cihad çok değişik vasıtalarla yapılır. Bir Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz bunu şöyle özetler:

“Kâfirlere karşı elleriniz ve dillerinizle cihad ediniz”

“Eller” kelimesi, savaşta kullanılan tüm araç ve gereçleri yani fiili bütün kuvvetleri ifade eder. “Diller” kelimesi ise, düşmanı zayıflatıp etkisiz hale getirmek için gerekli olan tüm basın, yayın, eğitim ve kültürel faaliyetlerini ve tebliğ vasıtalarını içine alır.

Bütün şekilleriyle cihad Allah için olmalıdır. O’nun rızası her şeyin üstünde tutulmalıdır. Büyük müfessir Kurtûbi, “Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz.” Ayet-i Kerime’sinin tefsirinde şöyle der:

“Denilmiştir ki, bu Ayet-i Kerime, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye ve tüm yasaklarından da uzak durmaya işaret etmektedir. Bunun manası şudur: Heva ve hevesinden alıkoyup Allah’a itaat konusunda nefsinizle cihad ediniz. Vesveselerini reddederek şeytanla cihad ediniz. Zulümlerine mani olmak için zalimlerle, küfürlerini reddetmek için de kâfirlerle cihad ediniz.”

Şüphe yok ki en büyük cihad nefse karşı yapılan cihaddır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Tebuk Seferi dönüşünde buyurdular ki:

“Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” Başka bir hadiste savaştan dönen gazilere Peygamber Efendimiz şöyle demiştir:

“Küçük cihaddan büyük cihada hoş sefa geldiniz. Denildi ki: “Büyük cihad nedir?” Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurdu: Kulun nefsine karşı yaptığı cihaddır.”

Bir başka Hadis-i Şerifte de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Mücahit Allah için nefsiyle cihad edendir.”

Nefse karşı cihad düşman ve şeytanlara karşı cihaddan daha zordur. Çünkü nefse karşı cihad demek, İslam’ın tüm emirlerine tabi olup yasaklarından uzak kalmak demektir. Başka bir ifadeyle İslam’ın bütünüyle yaşanmasıdır. Böyle bir şey cibilliyetinde bozukluk olan nefsin hiç hoşuna gitmez. Özellikle haramlardan uzak durmak onu son derece rahatsız eder.

Çünkü Allah’ın yasaklarından uzak durmada nefsin hoşuna gidecek hiçbir şey yoktur.

Belki Allah (c.c)’ın emirleri içerisinde zevk alacağı bir şey bulabilir. Mesela düşmanlara karşı savaşırken galibiyet ve üstünlük düşüncesi ile kendisine bir pay çıkarabilir. Veya ganimetlere kavuşma arzusu ile zevk alabilir. Fakat iş haramlardan uzak durmaya gelince bu iş onu son derece rahatsız eder. Çünkü içki, kumar, fuhuş ve zina gibi haramlardan uzak durmada nefsin hoşuna gidecek bir durum söz konusu değildir.

Bu anlattıklarımız terbiye edilmemiş nefisler içindir. İslam’ın tam olarak yaşanabilmesi çabasıyla sürekli terbiye edilmeye çalışılan nefisler belli bir mücadeleden soma artık Allah (c.c)’ın emirlerinden hoşlanır, yasaklarından nefret eder hale gelirler. Şüphesiz ki bu Allah’ın büyük bir lütfudur. Bu lütuftan müstedif olan Rasûlullah (s.a.v)’ın terbiyesindeki ashab-ı kirama hitaben Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi. Onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”[2]

Bu Ayet-i Kerime’den anlaşılıyor ki, İslam terbiyesi ile terbiye edilen nefisler ibadeti sevdikleri gibi cihadın da her türlüsünü sevmektedirler. Haramlardan nefret etmekte, Allah’a ve O’nun hükümlerine teslim olmaktadırlar. Bununla beraber hiçbir zaman nefse güvenilmez. Çünkü nefis ne kadar olgunlaşırsa olgunlaşsın ondaki Allah’ın emir ve yasalarına karşı muhalefet duygusu tamamen yok olmaz. Gerçi insanın manen yükselmesi de nefisteki bu muhalefete karşı çıkmaya bağlıdır. Nefis tamamen teslim olacak olsa manen yükseliş son bulur. İnsan olduğu yerde kalır.

İyice terbiye edilmiş nefisler, farz, vacip, sünnet gibi emirler veya haram, tahrimen mekruh, tenzihen mekruh gibi yasaklar konusunda muhalefet gösteremezse de daha çok sevaplı işler varken daha az sevaplı işlerle meşgul olmaktan hoşlanır ve bunları tavsiye eder. Kul, daha çok sevaplı işlerle meşgul olmak isteyince az da olsa muhalefetten geri durmaz. Mesela tek başına kılınan namazlarda kıraatin uzatılmasına, teheccüd namazlarında iki rekâtla iktifa etmeyip daha çok kılınmasına, mali ibadetlerde farz olan zekât verildikten sonra cami inşaatları dururken cemaat yetiştirecek kuruluşlara yardımların yapılmasına, fiili cihatta bulunanlara daha çok destek olunmasına muhalefet etmesi gibi. Ne var ki terbiye edilmiş, nefis sahipleri de nefsin bu gibi muhalefetlerine karşı çıkarak her hususta en karlısını yapmaya çalışırlar.

Şeytanlara karşı cihadı da unutmamak gerekir. Şeytan sürekli olarak verdiği vesveselerle insanı tuzağa düşürmeye çalışır. Sürekli tuzak değiştirir. Bir noktadan yaklaşamayınca başka noktadan yaklaşmaya çalışır. En büyük hedefi insanı imandan mahrum bırakıp ebedi cehennemlik yapmaktır. Bunu başarınca artık insandan uzaklaşır. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyurur:

“Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “inkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.”[3]

Nefis ve şeytanın birbirinden farkı, nefis genelde beli konularda ısrar eder. Kadın, evlat, mal ve mülk, makam ve mevkiye düşkünlük gibi. Şeytan ise insanı saptırmak için her yola başvurur. Belli bir işte ısrarcı olmaz. Sürekli yöntem değiştirir. İnsana devamlı, onun rahatım iyiliğini düşündüğü hissini verir. Bundan dolayıdır ki özellikle sabah namazına kalkmak istediğimizde bize rahatımız bozulmasın diye uykuyu tavsiye eder. Şeytanın tuzakları zayıftır. Ancak nefisle işbirliği yapar, kalp dünyasını içten ele geçirir. Terbiye edilmemiş nefisler her zaman şeytana kapıları açmak için hazır bekler. Şeytanın en etkili askerleri şeytanlaşmış olan insanlardır. En güvendiği tuzak da şüphe yok ki kadın tuzağıdır.

Nefis ve şeytana karşı cihatta başarılı olamayan günümüz Müslümanları, bunun sonucu olarak da zahiri İslam düşmanları karşısında perişan olmuş içler acısı bir manzara arz etmektedirler. Bütün bunların sebebi İslam’ın yaşanmaması ve uygulanmamasıdır.

İslam; fert, aile ve toplum olarak yaşanmadan; yaşanması için gerekli olan mücadeleyi verip nefis ve şeytana karşı galibiyet elde etmeden zahiri düşmanlara galip gelip hakkı yeryüzüne hâkim kılmak mümkün değildir. Bugün İslam âleminde, özellikle şu günlerde Filistinli Müslüman kardeşlerimizin maruz kaldığı katliamlar, işkenceler, zulüm ve haksızlıkların baş müsebbibi, nefislerine mağlup olup dağınık halde yaşayan ve bir türlü İslam’ın tevhit sancağı altında toplanamayan, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmeyen biz Müslümanlarız. Bundan dolayı vebalimiz çok büyüktür.

Zahiri düşmanlara karşı mücadele veren günümüz Müslümanları, çok ihmal ettikleri nefis ve şeytan cephesinden darbe üstüne darbe yemektedirler. Bu darbeler sonucu zayıf düşen Müslümanlar hep yenilginin, horlanmanın, işkence ve zulmün acısını tatmaktadırlar. Kurtuluş için tüm cephelerde savaşa katılıp topyekûn bir mücadele vermek gerekir. Aksi halde İslam âleminin acıları bitmeyecek ve gözyaşları dinmeyecektir.

[1] Hac, 22/78

[2] Hucurat, 49/7

[3] Haşr, 59/16