İçeriğe geç
Anasayfa » DİRİLER ZÜMRESİNDE OLABİLMEK*

DİRİLER ZÜMRESİNDE OLABİLMEK*

-İRŞAD MEKTUPLARI-

وَبِهِ التَّوْفِيقُ وَهُوَ الْمُسْتَعَانُ وَبِهِ الثِّقَةُ وَعَلَيْهِ التُّكْلاَنُ

الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِ الْعَالَمِينَ

وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

وَمَنْ تَبِعَهُمْ بِإِحْسَانٍ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ

Rahman ve Rahîm Allah’ın (c.c) adıyla. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c) hamd olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v), âline, ashabına ve ona (s.a.v) tâbi olanlara selâm olsun.

Allah Teâlâ (c.c) Hazretlerine hamd ü senâlar ve şükürler olsun ki; bizlere yılımızın en faziletli gün ve gecelerini yaşama fırsatını nasip buyurmuştur.

 Milletinden olduğumuz Hz. İbrahim’in (a.s); Hz. İsmail’i (a.s) -Allah rızasını kazanmak için- kurban etme kararını vermesi üzerine kulluk imtihanını kazandığının bir alâmeti olarak gönderilen kurban bizler için de adeta bir fidye kapısı açmış, Rabbimiz tarafından imkânı olan her birimize emredilmiştir.

Böyle bir mevsimin akabinde dertleşme imkânını bizlere lütfeden Allah Teâlâ (c.c) Hazretlerine nihayetsiz şükürler olsun.  

Biliniz ki; Allah Zülcelâl’in rızasına vesile olacak her ilahî emir şeâirdendir.

Bundan dolayı Allah’ın (c.c) emri olan her şeye tazim etmek ve o emri, emredildiği şekilde yerine getirmek kişinin inancının ölçüsüdür.

Değerli kardeşlerim;

İnsan, inancının kemâlâtı nispetince ilahî emirleri büyük görür ve emredilenleri büyük bir tazimle yerine getirir. Çünkü kâmil bir mü’min için Rabbi tarafından emredilen hiçbir emir küçümsenemez.

İnancında zâfiyeti olanlar ise ilâhî emirleri inançlarının zâfiyeti nispetinde küçümserler. Bazıları ise Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarını -hâşâ- bir hiç seviyesinde görürler.

Aynı durum ilâhî yasaklar için de söz konusudur. İnsanın onlar karşısındaki tavrı da inancı hakkında bilgi verir. Bu hususta Rasûl-i Ekrem Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

Münafık Allah’ın (c.c) yasaklarını işleyince, bu isyanını burnunun üzerinden hızla geçip giden bir sineğin vızıltısı gibi görür.

Mü’min ise; büyük bir dağın eteğinde oturan kimsenin aniden dağın yerinden kalkıp üzerine doğru geldiğini ve ondan kurtulmanın mümkün olmadığını anladığı andaki korkusu kadar isyan ve günahtan korkarak Allah’ın (c.c) gazabından sakınır.

Bu iki kişinin yani mü’min ile münafık insanın düşünceleri arasındaki farkı meydana getiren sebebin ne olduğunu araştırmaya ve düşünmeye muhakkak suretle ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız.

Kardeşlerim;

Akıl sahibi her kişi insanın maddî bedeninin bir kalbi olduğunu bilmektedir. Ve kalbimizin dönem dönem hastalıklar geçirdiği de hepimizin malumudur.

Kalbimizin bedenimizle irtibatını sağlayan, ona hayatiyet veren kanı vücudun her yerine ulaştıran damarları vardır. Bu damarlardan bir veya birkaçının görevlendirildiği bölge ile irtibatı kesilince vücutta rahatsızlıklar başlar. Bu damarlar ard arda tıkanır veya ani bir basınç ile patlarsa kişinin maddî hayatı sona erer.

Maddî hayatı sona eren şahıs beden itibarı ile hiçbir acı duymaz. Vücudunun kesilmesinden veya ezilmesinden dolayı dahi herhangi bir ızdırap hissetmez.

Kişinin maddî kalbini çalıştıran ve o kalbin çalışmasına değer kazandıran manevî bir kalbi de vardır.

O kalb de maddî kalbimiz gibi hastalanır.

Allah Teâlâ, kitab-ı ilâhîsi olan Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa işaretle “Onların kalbinde hastalık vardır.”[1] buyurmaktadır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet-i kerîme mevcuttur.

Bu âyet-i kerîmelerin hepsini bu kısa mektuplara sığdırmak mümkün olmadığı için lütfen kelâm-ı ilâhî olan Kur’ân-ı Kerîm’deki kalbin hastalıklarıyla ilgili âyet-i kerîmeleri araştırarak tefekkür etmeye gayret ediniz.

Şayet bu mektubu böyle bir gayrete yönelmeniz için size gönderilen bir davet mektubu olarak kabul ederseniz; biz de vazifemizi bir nebzecik olsun yapmış olmanın bahtiyarlığını hissetmiş oluruz.

Manevî kalbin ruhu ile Rabbi arasında da irtibat bağları vardır. Bu irtibat bağlarının kopması ile manevî hastalıklar ortaya çıkmaya başlar.

Ruh, Rabbi ile olan irtibatını emredildiği şekilde bütünüyle devam ettiren kişiye Allah Teâlâ (c.c), “diri” diye seslenir. Ruhunun Rabbiyle irtibatını bütünüyle kesen isyankâr gafillerden ise Allah Teâlâ (c.c), “ölüler” diye bahseder.

Bu hususla ilgili olarak Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Hamza (r.a) ile Ebu Cehil’i bizlere örnek vermektedir:

Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse (Hamza); içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi (Ebû Cehil) gibi olur mu hiç?

Böylelikle Rabbimiz, maddî kalbimiz hayatta olsa dahi ruhî kalbimizin ölü olabileceğine işaret etmekte ve manevî kalbimizin ancak iman nuru ile hayata kavuşacağını bizlere haber vermektedir.   

Bu iki kalb arasındaki farkları düşününce şunu anlarız ki:

Mânevî ölüme mahkûm olan kişilerin vicdanı acı çekmez.

Onlar zalimlerin mazlumlara yaptığı zulümlerin acılarını mazlumlarla birlikte paylaşamazlar.

Onların kalbinde şefkat ve merhametin hiçbir emaresi bulunmaz.

Dolayısıyla bu gibilerin kalbi maddî kalbin ölümünden daha derin bir ölüme mahkûm olmuştur.

Değerli kardeşlerim;

Muhakkak ki maddî kalp hastalıkları gibi manevî kalbi ölüme mahkûm eden hastalıklar da değişik seviyelerde ortaya çıkar.

Manevî hastalıklara yakalananların;

Kimisi Allah’ın (c.c) emirlerinin bazılarını duymak istemez.

Kimisi duyduklarını hayatına aktaramaz

Bazıları da ilâhî emir ve Allah’a (c.c) karşı takındıkları inkâr ve saygısızlığı hiçbir şekilde umursamaz. Böylece Rabbiyle irtibatı kesilen manevî kalp, atar damarının patlamasıyla hayatı sona eren maddî kalp gibi ölüme mahkûm olur.

Bu ölüm insan için maddî kalbin ölümüyle mukayese edilemeyecek derecede kötü bir sondur.

Manevî kalbi ölen kişinin duyguları da ölür.

Artık onun gözleri hakikati göremez, kulakları hakikati duyamaz. Kalbi ise hakkı duyamaz ve düşünemez.

***

İlk mektubumuzda[2] bitkilerin güneşle irtibatından bahsetmiştik.

Çürümüş bir tohum güneşle irtibatını nasıl sağlasın?

İşte, kalbi hasta olan insanın da hastalık derecesine göre Rabbinin kâinatı aydınlatan kitab-ı ilâhîsindeki emir ve yasaklarla irtibatı kesilir.

Sonunda güneşle irtibatı kesilen kuru bir ağaç haline döner.

Kuru bir ağaç, kendine hizmet eden tabiat nimetlerinden faydalanamadığı gibi manevî kalbi ölen kişi de Allah Teâlâ (c.c) Hazretlerinin gönderdiği manevî hayat şartlarından faydalanamaz.  

Kuru bir ağacın akıbeti ateşte yanıp yok olmaktan başka bir şey değildir.

Manevî kalbi ölmüş olan insanı da bundan başka bir akıbet beklememektedir.

Rabbimizin Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Onlar cehennem odunlarıdır.”[3] buyurarak insanın dikkatini isyankârlık ve itaatsizliğin tehlikesine çekmekte ve onu hataya düşmemesi için uyarmaktadır.

Selâm, kalbinde manevî hayat âlâmeti olanların üzerine olsun.


[1] Bakara, 2/10.

[2] Ahmed Yaşar Hocaefendi, “İlahî İradeye İtaat -İrşad Mektupları-”, Reyhan Dergisi, sayı: 56 (2019/1), s. 6-9.

[3] Cin, 72/15.


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin 25.12.2007 tarihinde İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılarından ikincisidir.