Bir önceki sayıda Kur’ân-ı Kerîm’de kabir azabına işaret eden âyet-i celîlelerin ışığında kabir azabını izah etmeye çalıştık. Bu sayıda ise sünnet-i Nebeviyye’nin sıcak ikliminde, varlığından asla şüphe etmediğimiz kabir azâbının izahına devam edeceğiz, inşallah.
Sünnet-i Nebevî’de Kabir Azâbı
Kabir azabının hak olduğunu belirten hadîs-i şerîfler sadece birkaç taneden ibaret değildir. Bu konuda onlarca hadîs-i şerîf rivayeti mevcuttur. 48-50’yi aşkın ashâb-ı kirâmın bu konudaki rivayetleri ayan beyan ortadır. Bu sahâbî ravîler arasında en çok hadis rivayet eden Hz. Ebû Hureyre, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibn Amr, Hz. Aişe validemiz ve daha birçok meşhur sahâbî yer almaktadır, Allah hepsinden razı olsun. Bu konunun bunca sahâbî tarafından rivayet edilmiş olması ve sonraki asırlarda rivayet zincirinin artarak devam edegelmiş olması bu meselenin ciddiyetini ortaya koymuş olmuyor mu? Artık bu mesele mütevatir bir mesele olduğu izlenimini vermiyor mu? Mütevatir olunca da subutî kat’î (kesinleşmiş) olur. Kesinlik ifade eden bir meselenin (bir hükmün) inkârı küfrü gerektirmez mi? Şimdi tesirini Allah’tan (c.c) dileyerek sizleri konu ile alakalı Efendimiz’in (s.a.v) fem-i saadetlerinden dökülen inci taneleriyle baş başa bırakıyorum.
Zeyd ibn Sâbit (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) bizimle birlikte Benî Neccâr’a ait bir bahçede iken bindiği katır onu sırtından atacak gibi oldu. Önlerinde beş altı kabir vardı. Peygamberimiz, “Bu kabirler kime aittir?” diye sordu. Bir adam, “Ben biliyorum.” deyince Peygamberimiz, “Ne zaman öldüler.” diye sordu. Adam, “Şirk devrinde öldüler.” dedi. Peygamberimiz, “Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah’a dua ederdim.” buyurdu. Sonra bize yöneldi ve şunları söyledi: “Cehennem azabından Allah’a sığınırız. Kabir azabından Allah’a sığınırız. Açık ve gizli fitneden Allah’a sığınırız. Deccalın fitnesinden Allah’a sığınırız. Oradakilerde aynı bu ifadeleri tekrar ettiler.”[1]
Hz. Aişe’nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîf de şöyledir: “Sizden biri öldüğü zaman kalacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir. O kimse cennetlik ise cennetten, cehennemlik ise cehennemden olan yeri gösterilir ve ona, “İşte senin oturacağın yer burasıdır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek.”[2]
“Muhakkak ki kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer ondan kurtulacak olan biri olsaydı o, Said bin Muaz el-Ensârî olurdu.”[3]
Fudâle bin Ubeyd’in rivayetine göre Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: “Her ölenin ameline son verilir ancak Allah yolunda ölen murabıt/mücahit müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar arttırılır ve kabir azabına uğratılmaz.”[4]
Bir Yahudi kadın, Hz. Aişe’nin yanına girdi ve “Allah seni kabir azabından korusun.” dedi. Hz. Aişe validemiz de Rasûlullah’a (s.a.v) kabir azabını sordu. Efendimiz (s.a.v) de “Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler. Onların azabını hayvanlar işitir.” buyurdu. Hz. Aişe, “Bundan sonra Rasûlullah’ın namaz kılıp da kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim.”[5]
İbn Abbas’tan (r.a) nakledildiğine göre Efendimiz (s.a.v) iki kabrin yanından geçerken (her) ikisinin de azap içinde olduklarını söyledi. Bunlardan birinin bevilden sakınmaması, diğerinin ise söz taşıması, koğuculuk yapmasındandı. Sonra Efendimiz (s.a.v), yaş bir hurma dalı istedi ve bunu ikiye bölerek bu mezarların üzerine dikti ve “Bunlar kuruyuncaya kadar azaplarının hafifleyeceği ümit edilir.” diye buyurdular.[6]
Ebû Eyyüb’den (r.a) nakledilen bir başka hadîs-i şerîf’te Efendimiz (s.a.v) güneş batma esnasında yürürken bir ses duydu ve “Yahudi, kabrinde azap görüyor.” buyurdular.[7]
Enes ibn Malik’in (r.a) rivayet ettiği uzun bir hadîs-i şerîfin son bölümü şöyledir: “Münafık ve kâfir olan kimseye (kabrinde iken) Efendimiz’i işaret ederek, “Bu kimse hakkında ne dersin?” (diye sorarlar). O da “Ben bilmem insanların söylediğini bende söylerdim.” der. (Bunun üzerine ona) Demir tokmaklarla darbeler indirilir ve feryat u figan eder ve bu feryadını insan ve cinlerin dışında ne varsa hepsi duyarlar.”[8]
Mikdam ibn Ma‘dikerib’den gelen bir rivayete göre Efendimiz şöyle buyurdu: “Bir şehidin Allah katında (elde edeceği) altı haslet vardır:
- (Akan) Kanın ilk damlasında günahları bağışlanır.
- Cennetteki makamını görür.
- Kabir azabından kurtulur (azat edilir) ve feza-i ekber (büyük korkulardan) emin olur.
- Başına yakuttan bir vakar tacı konur ki bu dünya ve mâfîhâ’dan (dünyanın içindekiler) daha hayırlıdır.
- Yetmiş iki huri ile evlendirilir.
- Yakın akrabasından yetmiş kişiye şefaat etme müsaadesi verilir.”[9]
Halid bin Said bin el-As; Efendimiz’in (s.a.v), kabir azabından Allah’a sığındığını işittim, dedi.[10]
Hz. Ebû Hureyre (r.a), Efendimiz’in (s.a.v) “Allah’ım! Kabir azabından, cehennem azabından, hayatın, mematın ve deccalın fitnesinden sana sığınırım.” diye dua ettiğini rivayet ediyor.[11]
Meallerini sunduğumuz bu hadîs-i şerîfler kabir azabı ile ilgili hadîs-i şerîflerden sadece birkaç tanesidir.
Kabir Azabının Başlıca Sebepleri
Allah Teâlâ’yı layık-ı vech ile tanımamak, Allah’ın emirlerine karşı lakayt davranmak, alabildiğine haramlara dalmaktır. Allah’ı tanıyan ve Allah’tan gerektiği şekilde korkan ve emirlerine sımsıkı sarılıp haram ve günahlardan sakınan kimseye ne dünyada ne kabirde ne de ahirette Allah azap etmez.
“Eğer siz şükreder ve iman ederseniz (inandığınızı tümüyle yaşarsanız) Allah size ne diye azap etsin ki?”[12]
Demek ki kabir azabı, Allah’ın, kullarına karşı olan gazabının bir eseri, bir neticesidir. Sanıldığı gibi kabir azabı, sadece bevilden sakınmamak ve söz taşımaktan ibaret değildir. Azalarımızla işlediğimiz bütün günahlardan dolayı hem dünya sıkıntısı, hem kabir azabı hem de ahiret azabı vardır.
İbnü’l-Kayyım el-Cevzi, er-Rûh isimli eserinde kabir ve ahiret azabına sebep olan yüze yakın günah çeşidi saymıştır. Mesela: Zalime destek vermek, mazluma yardımcı olmamak da kabir azabına sebeptir.
İbni Mes‘ud’dan (r.a) gelen bir rivayete göre; adam ölüp kabre konunca kendisine bir darbe indiriliyor, kabir ateşle doluyor, adam, “Beni niye dövüyorsunuz, ben namazımı kılardım.” deyince, melekler de “Evet, ama sen zulme uğrayan birinin yanından geçerken ona yardımcı olmadığının cezasıdır bu.” derler.
Kabir azabını inkâra yeltenenlerin ileri sürdükleri gerekçelerden biri şudur: Mahşer kurulup hesap ve mizan görülmeden neye göre azap edilecektir? İddialarından biri budur. Dünyada hak, hukuk, nizam tanımayan, Allah ve Peygamber düşmanlarının, Allah (c.c), canını alırken onlara azap etmiş olması hesap ve mizanları görüldükten sonra mıdır? Eğer siz aklınızı öne çıkarıp vahyi geri plana iterseniz sadece kabir azabını değil, birçok gerçek ve hakikati yok saymada hiçbir sakınca görmeme tehlikesine sürüklenmiş olursunuz.
İşte ölüm anında, can çekişirken, ölüm sarhoşluğu esnasında, canlarını verirken tattırılan ilâhî azabın varlığına delil âyet-i kerîmeler:
“Melekler, “Tadınız yakıcı azabı.” diyerek kâfirlerin yüzleri ve sırtlarına (demirden tokmaklarla) vurarak canlarını alırken (Rasûlüm) bir görsen.”[13]
“Ölüm şiddeti içinde, melekler ellerini onlara (doğru) uzatarak kendilerine, “Ruhunuzu teslim edin (haydi canlarınızı çıkarın bakalım). Allah’a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve Onun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan dolayı bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” (dedikleri zaman) zalimlerin halini bir görsen (Rasûlüm).”[14]
Meleklerin onlara olan bu hitabı ölüm anındadır. Bu âyetlerde belirtilen ölüm anındaki azap, hesap ve mizandan sonra mıdır? Suçlu günahkâr ve ilâhî azaba müstahak olan kimselere Allah dilerse hem dünya hayatında hem kabir âleminde hem de hesap ve mizandan sonra ahirette de azap eder. Netice şu ki kulun çektiği azap, kendi fiilinin iktizâsıdır. “Kuluna zulmetmez Hudâ’sı, kulun çektiği kendi hatası.” denildiği gibi.
Kabir azabının belirli bir süresi var mı? Yoksa sürekli olarak azap devam mı eder?
- İki nefha arasında kabir azabının hafifleyeceği hususunda var olan birkaç hadîs-i şerîfin dışındaki bütün hadîs-i şerîfler, kabir azabının kıyamete kadar devam edeceği yönündedir. “Firavun ailesi akşam sabah ateşe arz olunurlar…”[15] âyet-i celîlesinde de kabir azabının kıyamete kadar devam edeceği hususu açıkça ifade edilmektedir.
- Azap gören bazı günahkâr mü’minlerin günahları hafiflediği nispette kabirdeki azapları da hafifler ve nihâyet kabir azabı tamamen de kalkabilir. Mü’min olarak ölen bir kimse için yapılan dualar, verilen sadakalar, af ve mağfireti için yapılan yalvarış ve yakarışlar, hayr u hasenatlar sebebiyle vesaire ve hatta Kur’ân-ı Kerîm okuyup sevabını bağışlaması ile de kabir azabının hafiflemesine veya inkıtaa (kesintiye) uğramasına ya da tamamen kalkmasına sebep olur.[16]
İbn Teymiye’nin meslek ve meşrebinde olan İbnü’l-Kayyım bir taraftan kabir azabının hak olduğunu âyet-i celîle ve hadîs-i şerîflerle ispatlamaya çalışırken diğer yandan çeşitli vesileler ve hayırlarla ve hatta Kur’ân-ı Kerîm tilavet edip sevabını bağışlamakla var olan kabir azabının hafifleyebileceğini veya tamamen kalkabileceğini canla başla savunurken bir kısım akl-ı evveller bunların hiçbirinin aslı ve esası olmadığı hususundaki direnişlerine ve neye hizmet ettiklerine doğrusu bir anlam vermek mümkün değildir.
Bir mü’minin kabirde azap çekmiş olması ona bir zulüm değil tam aksine günahlarının azalmasına veya tamamen affedilip daha şiddetli, daha çetin bir azap olan ahiret (cehennem) azabından kurtulması içindir. Dünyada iken çektiği dert, sıkıntı, bela ve musibetlerin, günahlarına kefaret olması veya derecesinin yükselmesine vesile olması gibi.
Sa‘d bin Ebî Vakkas’tan (r.a) rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mü’minin (işi) ne gariptir (ne kadar hayret edilecek bir durumdur). (Veya o mümine müjde olsun ki) Ona bir hayır (bir nimet, bir güzellik) isabet ederse Allah’a hamd eder ve (hayırların celbine ve şerlerin define) şükreder. Eğer ona bir musibet (bir bela, bir sıkıntı) isabet ederse ona da sabreder. Böylece mü’min, her işinde (her teşebbüs ettiği hayırlı işte) hatta hanımının ağzına uzattığı bir lokma için bile mükâfatlandırılır.”[17]
İşte bütün bu nâmütenâhî kazanımlar, imanın feyz ve bereketi sayesindedir. Allah’ım, sarsılmaz bir imanla yaşayıp bu ikrar ve bu imanla huzuruna varmayı bütün mü’min kardeşlerimize lûtfeyle… Amin…
Devam edecek…
[1] Müslim, Cennet 67/2867.
[2] Buhârî, Cenâiz 89; Mişkâtü’l-Mesâbîh Buhârî ve Müslim 127 numaralı hadis.
[3] Ahmet bin Hanbel, 6/55.
[4] Tirmizi, 988.
[5] Buhârî, Cenâiz 89; Müslim, 123; Mişkâtü’l-Mesâbîh Buhârî ve Müslim 128 numaralı hadis.
[6] Müslim; Buhârî, Cenâiz 89.
[7] Buhârî; Müslim; Nesei, Câmiu’l Usûl, 11-172.
[8] Buhârî, Cenâiz, 2-102.
[9] Tirmizi; İbn Mâce.
[10] Buhârî, Cenâiz 2-103.
[11] Buhârî, Cenâiz 2-103.
[12] Nisâ, 4/147.
[13] Enfâl, 8/50.
[14] En‘am , 6/93.
[15] Mü’min, 40/46.
[16] İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye, er-Rûh, 124/125.
[17] Mişkâtü’l Mesâbîh, 1733 numaralı hadis.