İçeriğe geç
Anasayfa » DÜNYA… İKİ KAPILI BİR HAN

DÜNYA… İKİ KAPILI BİR HAN

Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Geri çağırılmak üzere gönderilmiş olduğumuz bu dünyada misafiriz ve gurbetçiyiz. Bu dünyada biz geçici olduğumuz gibi dünyanın kendisi de geçicidir. Biz fâni olduğumuz gibi dünya ve içindekilerin tamamı da fânidir.

Allah Teâlâ ebedî ve ezelî hayat ile Hayy’dır. Onun diğer sıfatları gibi hayat sıfatı da değişmez, zatı ile kaimdir. Biz mahlûk olduğumuz gibi, hayat sıfatımız da mahlûktur. Tebdil ve tağyire kabiliyetlidir. Biz sonu ölüm olan bir hayatla diriyiz. Zamanı gelen herkes ölüme mahkûm olmaktadır.

 “Allah Teâlâ, Nuh’u aleyhisselam, iki yüz elli yaşındayken kavmine elçi olarak gönderdi. O kavmi arasında dokuz yüz elli yıl kaldı. Tufandan sonra da iki yüz elli yıl yaşadı. Ölüm meleği ona gelince; “Ey Nuh! Ey nebilerin en büyüğü! Ey ömrü uzun, ey duaları kabul edilen! Dünyayı nasıl gördün?” dedi. Nuh aleyhisselam da ona, “Kendisine iki kapılı bir ev yapılıp, kapının birinden girip diğerinden çıkan bir adamın gördüğü gibi gördüm.” dedi.”[1]

O iki kapıdan biri, doğumla dünyaya girilen; ikinci kapı ise, ölümle kabre çıkılan kapıdır. Günde üç büyük sevkiyat yapılır. Bunlardan biri ruhlar âleminden ana rahmine, diğeri ana rahminden dünyaya, üçüncüsü de dünyadan kabir âlemine. Bu âlem devam ettiği müddetçe bu sevkiyat böyle devam edip gidecektir.

Sırası gelenler, ruhlar âleminden ana rahmindeki bedene misafir olur. Oradan ikinci konak olan dünyaya atılır. Hangi zaman, hangi mekân, hangi ırktan, hangi dilden olacağı Allah Teâlâ tarafından takdir edilir. Dünyaya gelen insanın irade ve isteği dışında bu böyle cereyan eder. Kişiye bu hayata gelme hususunda bir seçme hakkı tanınmadığı gibi, bu âlemi terk edip gideceği zaman hususunda da tanınmaz.  Bütün canlılar Allah Teâlâ’nın bu kanununa tâbîdir. Buna sünnet-i ilâhî denir. Bu âlem var olduğu, bu sevkiyat devam ettiği sürece kabrin kapısı da asla kapanmayacak hep açık kalacaktır. Peygamberler de dâhil olmak üzere her canlı ölümü tadacak, kimseye bu dünyada ebedîlik verilmeyecektir.

“Biz senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi hayır ve şer ile imtihan ederek durumunuzu herkese gösteririz. (Böylece insanlara gizli olanı, onlara göstermiş oluruz) Ve sonunda bize geri döndürüleceksiniz.”[2]

Allah’ın Kitabı gafillere ve ahireti unutanlara, dünyanın kalınıp ikamet edilecek bir yer olmadığını, burasının bir göç ve geçiş köprüsü olduğunu, oradan Ebrar olan iyilerin de facir olan azgınların da gelip geçeceğini hatırlatır.  

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden, ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.”[3]

 “Dünya hayatı (ve içindeki nimetler), insanı aldatan metadan başka bir şey değildir.”[4]

Eşrefoğlu Rumi ne güzel söylemiş:

Bu yalan dünyaya aldanma yahu

Bu dernek dağılır divan eylenmez

İki kapılı bir viranedir bu

Burda gelen göçer mihman eylenmez.

Rasûlullah (s.a.v), “İnsanın vefat vakti yaklaşınca, onu Allah Teâlâ’dan alıkoyan her şey gözünün önüne getirilir.”[5] buyurmuştur.

Önce mal ve mülk gelir. O mal ki, bir hayat boyu didinip durmuşuz, canımızın yongası haline getirmişiz; kimselere muhtaç olmayalım, çoluk çocuğumuz kimseye el açmasın diye yığıp biriktirmişiz. Başımızı sokmak için çile çekerek ve emek vererek kurduğumuz yuvamız, evimiz barkımız… Sonra dost-ahbap gelir. Sıkıldığımızda sohbetine ihtiyaç duyduğumuz dostumuz, dertlerimizi paylaşacak ahbabımız, birbirimizin külüne ihtiyaç duyduğumuz komşumuz… Daha sonra eşimiz ki, kaderin sevki ile bir araya gelmiş, gecelerini gündüzlerine katmış her fedakârlığa beraber katlanmış, birbirleriyle tatlı acı günleri geçmiş, bir yastıkta kocamış can yoldaşımız. 

Sonra göz bebeği evlatlarımız gelir. Ev bark kurmuş, çoluk çocuk sahibi olmuş, onları yetiştirip büyütmek için her fedakârlığa katlanmış, acısıyla kederlenmiş, saadetine sevindiğimiz evlatlarımız; bunların hepsi bir şerit gibi gözümüzün önünden gelip geçer. Bu sayılanların hakkını tamamen yerine getirmişsek, memnun ve mesrur olarak, aksi olursa bedbaht olarak bu dünyayı terk ederiz.

Daha sonra bir ömür boyu üstüne titrediğimiz, koruyup kolladığımız, toz konmasına razı olmadığımız bedenimizden ayrılmanın hasreti bizi yakar. Rasûlullah (s.a.v), “Müslümanın vefatı geldiğinde organların bir kısmı diğer kısmına selam verir ve şöyle vedalaşır. Sana selam olsun. Benden ayrılıyorsun. Ben de senden kıyamet gününe kadar ayrılıyorum.”[6] buyurur.

Önce sağ ayağın baş parmağı, sol ayağın baş parmağıyla vedalaşır. Vücuttaki bütün çift organlar birbiriyle selamlaşıp vedalaşırlar. Nasıl vedalaşmasınlar ki, bir ömür boyu beraber yaşadılar. Birbirlerinin acısına, tatlısına şahit olup yardımlaştılar. Şimdi ise göç davulu çalıp ayrılık vakti geldi. Sonunda bu vedalaşmalar tamamlanır ve ruh kalbe gelir. O zaman ruh kalpte neyi bulursa onunla yola çıkar. İmanı bulursa imanın boyasına, küfrü bulursa -neuzü billah- küfrün boyasına boyanır. Bu âlemi terk edip gider.

Rasûlullah (s.a.v), “Zevkleri bozguna uğratan ölümü çok hatırlayın.”[7] buyuruyor.  Yine Rasûlullah (s.a.v) buyuruyorlar ki; “Kim günde yirmi beş defa (ölümü hatırlayarak), Allah’ım ölümü ve ölümden sonrasını bana mübarek kıl, derse o yatağında ölse de Allah Teâlâ ona şehit ecrini verir.”[8] 

Feyzü’l-Kadir’in Kurtubi’nin tezkiresinden naklettiğine göre, başka bir rivayette Rasûlullah’a (s.a.v), şehitlerle herhangi bir kimse haşredilir mi, diye soruluğunda; Efendimiz, “Evet, her gün gece ve gündüz yirmi defa ölümü zikreden kimse haşredilir.” buyurmuştur.”[9]

Başka bir rivayette, Rasûlullah (s.a.v), bir adamın, “Allah’ım ölümü benim için mübarek eyle.” dediğini duyunca, ona “Allah’ım hayatı da mübarek kıl, de.” buyurdu. ”[10]

Kişinin dünya hayatı güzel olursa, ölüm anı da güzel olur, ölümden sonrası da güzel olur. Eğer hayatı mübarek olmazsa ölüm anı da ölümden sonrası da mübarek olmaz.

Çocukları yetim, eşleri dul bırakan; malı, mülkü, makam ve servetleri elimizden alıp başkasına veren ölüm gelmeden evvel tedarike bak, başkalarının dünyasını yapmak için sakın kendi ahiretini yıkma, başkasını razı etmek için Allah’ın rızasını terk edip cehennemi kendi elinle kazanma. Üç kuruşluk dünya menfaati ve makamı için başkalarına sakın dalkavukluk yapma, sonunda pişman olursun ama iş işten geçmiş olur.

Gafil gezme, şaşkın bir gün ölürsün

Dünya kadar malın olsa ne fayda

…………………………………..

Sen söylersin, söz içinde sözün var

Çalarsın çırparsın oğlun kızın var

Bu dünyada üç beş arşın bezin var

Dünya kadar malın olsa ne fayda

Bizim dünyada asıl sermayemiz paha biçilmez ömrümüzdür. O elden çıktıktan sonra yapacak başka bir işimiz yoktur. Ömrünün sonuna gelmiş arkadaşlarımdan bir tanesi, boşa geçen ömrü için olacak ki, şöyle söyledi:

Eyvah! Gitti lale, gitti sümbül

Bundan sonra ister ağla ister gül

Akıllı kimse, ihtiyarlığından önce gençliğinin, hasta olmazdan önce sağlığının, meşguliyet çatmadan boş zamanlarının, ölüm gelmezden önce de hayatının kıymetini bilendir.

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.  Ve âhiru da‘vânâ eni’l-hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn.


[1] Kenzü’l-Ummâl, 3-235. 

[2] Enbiyâ, 21/34-35.

[3] Ankebut, 29/64.

[4] Hadid, 57/20.

[5] Kenzü’l-Ummal, 15-561.

[6] a.g.e., 15-563.

[7] İbn Mâce, 2-1422.

[8] Mu‘cemü’l-Evsat, 7-343.

[9] Feyzü’l-Kadir, 2-107.

[10] Ez züht, lilveki,1-282