İçeriğe geç

“EĞER MÜ’MİN İSENİZ DOĞRULUĞUNU ARAŞTIRIRSINIZ”

“Ben Müslümanım.” diyen bir insan veya toplum, çok önemli bir iddiada bulunuyor demektir. Bu iddia, bütün yaşam tarzlarıyla, bütün tutumlarıyla, bütün duruşlarıyla ve gelişmeler ve bilgiler karşısındaki konum alışlarıyla arkası doldurulması gereken çok ciddi ve çok önemli bir iddiadır. “Ben Müslümanım.” diyen, “Ben İslam adamıyım.”, “Ben her türlü barışın sorumlusuyum.”, “Her türlü barışı oluşturma ve koruma sorumluluğu bana aittir.”, “Zalimlerle ve bozguncularla her türlü mücadeleye hazır olan biriyim, yakın ve uzak çevremde cereyan edecek zulümlerden ve haksızlıklardan ben sorumluyum.” demiş olmaktadır.

Bu iddianın sahibi olan fert veya toplum, bu iddiasına ters davranışlarda bulunamaz. Bulunursa, iddia ettiği Müslümanlığa uzak düşer. Bu insan, başka insanlara veya toplumlara maddî veya manevî hiçbir şekilde zarar veremez, zarar oluşturacak girişimlerde bulunamaz. Bu yüzden, atacağı her adımdan önce, bu adımının, bu girişiminin sonucunda bir ferde veya bir topluma zarar verip vermeyeceğinin hesabını yapmak zorundadır.

Bu iddia sahibi, diğer insanlara bizzat kendisi zarar veremeyeceği gibi başkasının zarar vermesine de göz yumamaz, başkasına yapılan zulmü de görmezden gelemez. İslam’ın en önemli ilkelerinden biri olan “Zulme rıza zulümdür.” ilkesi her an yürürlüktedir o insan için. En önemli farzlardan ve ibadetlerden olan “iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek ilkesi” de mü’minlik iddiasının en önemli unsuru ve yapı taşıdır.

İslam’ın emrettiği namaz, oruç, zekât gibi ibadetler incelenirse, bunların hiçbirinin boş, anlamsız, fonksiyonsuz seremoniler, merasimler, şovlar olmadığı anlaşılır. Her bir ibadetin, toplumsal barışı, huzuru hazırlayan, oluşturan ve koruyan birçok fonksiyonu olduğu anlaşılır. “Muhakkak ki namaz, fahşâ ve münkerden (bireysel ve toplumsal her türlü kötü tutum ve davranıştan) insanı alıkoyar, engeller.” ayeti namazın bu yönünü açıkça ifade eder. Oruç ve zekât gibi ibadetlerin toplumsal barışa yönelik yönleri ise zaten apaçık ortadadır.

Haramlar listesi incelendiğinde ise İslam’ın bireysel ve toplumsal barış hedefleri açıkça görülür. Çünkü haramların tamamına yakını, başka insan ve topluluklara zarar veren davranışlardır.

Müslüman insan ve toplum, zalimlerin, bozguncuların, zorbaların, hainlerin, sahtekârların, yalancıların, dolandırıcıların, hokkabazların, düzenbazların, şeytanların şerrinden de diğer insanları ve toplumları koruma sorumluluğu altındadır. İşte bu yüzden cihat vardır, savaş vardır, kısas vardır İslam’da…

İslam’ın barış perspektifini yansıtan ilkelerden biri de hiç kuşkusuz, gelen bilgi ve haberlerin incelenmesi, irdelenmesi gerektiği ilkesidir. Bir insan veya bir toplum hakkında Müslümanların karar verme sürecinin en önemli bölümü, o toplum hakkında gelen haber veya bilginin doğruluğunun araştırılması gereğidir. Çünkü eğer haber doğru ise ve gelen haber bir topluluğun barışını bozacak bir girişimde bulunacağı yönündeyse bu durumda barışı korumak için savaş dâhil her türlü sorumluluk Müslüman toplum üzerine düşen görev haline gelecektir. Haber araştırılır ve doğru olduğu tespit edilirse gereken çalışmalar tam zamanında yapılır, zalimin teşebbüsleri tam yerinde ve tam zamanında el ile, yani güç kullanılarak bertaraf edilir, İslam’ın hedeflediği barış böylece korunmuş olur.

Gelen haber araştırıldığında haberin doğru olmadığı anlaşılırsa, yani gerçekte barışı bozacak bir gelişme söz konusu değilse, barışı kurmak ve korumakla görevli Müslümanların, birileri tarafından barışa ters bir duruma sürüklenmek istediği ortaya çıkar. Yani barışı korumakla görevli Müslümanlar, birileri tarafından zulme alet edilmek istenmektedir. İşte bu ters duruma düşmeme sorumluluğu da yine “Ben Müslümanım.” iddiasındaki kişilere, Müslümanlara düşmektedir.

Bu ilkeyi haber veren âyet-i kerîme ilginç ayrıntılar içermektedir. Hucurât Sûresi’nin 6. âyet-i kerîmesi bu ilkenin söz konusu edildiği ayettir. Âyet-i kerîme şöyledir:

“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz!”[1]

Arapçada “mü’minûn” kelimesi, “imanlı, inanmış kimseler” anlamına gelir. “Ellezine âmenû” tarzındaki ifade şekli ise “Âmenû diyenler, inandık diyenler” tarzında bir anlam ifade eder. Âyet-i kerîmede, “İnananlar, mü’minler” anlamındaki birinci kelime değil, “iman iddiasında bulunanlar” anlamındaki ikinci ifade tercih edilmiştir. Bu durumda âyet-i kerîme, “Bu iddia, sahibine şu sorumluluğu yükler. İddianızda samimi iseniz şu hususa dikkat etmelisiniz.” anlamını işaret etmektedir.

Ayette geçen “fâsık” kelimesi de “günahkâr Müslüman” demektir. Yani “Kâfirlerin, müşriklerin, Yahudilerin, Mecûsilerin, Hristiyanların, putperestlerin vs. değil günahkâr bir Müslümanın getirdiği haberi inceleyin.” emri vardır. Günahkâr bir Müslümanın getirdiği haber bile incelenecekse bir kâfirin getireceği haber çok daha büyük bir dikkatle, çok daha özenle ve didik didik edilmeli demektir. Bu durumda günümüz haber ve medya kanallarının getireceği haberlere, vereceği bilgilere karşı nasıl davranmamız gerektiği çok açık olarak ortadadır.

Bizler günümüzde tam bir enformasyon ve haber kirliliği ile yüz yüze durumdayız. “Müslüman” olarak bilinen kişilerden, Kur’an ve hadis yorumlarından başlayarak yazdıkları kitaplara, verdikleri dinî bilgilere kadar, gelen malumatlar karşısında ne yapmamız gerektiği konusu büyük bir problemdir. Kimin hangi söylediğine inanacağımızı ve hangi söylediklerine inanmayacağımızı belirleme, en önemli görevlerimizin başında gelmektedir. İslam adına laf üretenlerin, Kur’an hakkında esip gürleyenlerin, hadis hakkında her türlü ihaneti yapanların kol gezdiği bu ortam, gerçek mü’minler için tam bir imtihan ortamıdır. İslam’ın doğduğu günlere on beş asır uzakta yaşamakta olan biz Müslümanlar için oryantalist çalışmalar yoluyla her türlü mel’anetin İslam düşünce hayatına boca edildiği bu ortamda imanımızı bu organize şeytanlardan koruma görevi çok azim bir görevdir. Son nefesimizi salimen sahibine teslim edip ebedî hayatımızı kurtarmamız bu konudaki hassasiyetimize bağlıdır. İman yolunun eşkıyaları bugün büyük şöhretlerle, iddialı ve tumturaklı titr, unvan ve rütbelerle karşımıza çıkmaktadır. “Konunun uzmanı” takdimleriyle karşımız gelen bu büyük şeytanlar ile başa çıkmak hiç de kolay değil. Küresel şer odaklarının gizli destekleriyle Müslümanların imanını çalma ve iğfal etme görevini en etkili şekilde yapabilecek yetenekli şeytanlar, en çok dikkat edilmesi gereken şeytanlardır. Hepimizin bildiği gibi Nas Sûresi, “mine’l-cinneti ve’n-nâs – cin ve insan şeytanların şerrinden” ifadeleriyle bitmektedir. Yani Kur’an’ın son ikazı “İnsan kılıklı şeytanların şerrinden Allah’a sığının.” şeklindedir. En son ikaz, konunun önemini ifade açısından oldukça manidardır.

İslam düşmanlığını açıkça sürdürenlere karşı nasıl tavır takınacağımız ise açıktır. Son model medya araçları olan Twitter, Facebook, Instagram vs. gibi kaynağı İslam dışı olduğu açık olan medya kanallarından gelen kaynağı belli olmayan bilgi, görüntü ve haberlere karşı azami düzeyde dikkat etmek, son nefesimizi kurtarma açısından son derece önemlidir.


[1] Hucurât, 49/6.