İçeriğe geç
Anasayfa » EHL-İ BEYTE MUHABBET

EHL-İ BEYTE MUHABBET

Yüce Allah’ın insanoğluna ihsan ettiği yüce duygulardan biri de sevgi ve muhabbettir. Muhabbet, gönlün zevk aldığı şeye meyletmesidir. İnancımızın ve ibadetlerimizin temelinde sevgi ve muhabbet, daima ön plandadır. Sevgiyi bir çembere benzetecek olursak, bu çemberin merkezinde Yüce Rabbimize olan muhabbet, peşinden de Peygamber Efendimize duyduğumuz muhabbet gelmektedir.

Allah ve peygambere muhabbetten sonra ise ilk önce Ehl-i Beyt’e muhabbet yer almaktadır. Sözlükte “Ev halkı, hane halkı” anlamına gelen Ehl-i Beyt ifadesi, özel olarak Sevgili Peygamberimizin hanımlarını, çocuklarını, kadın erkek bütün torunlarını, amcalarını ve onların çocuklarıyla torunlarını, genel olarak ise bütün akrabalarını yani Haşim oğullarını kapsamaktadır.[1]

“Ey Rasûlüm! De ki: Buna karşılık ben sizden, akrabalık sevgisi dışında herhangi bir ücret istemiyorum.”[2] ayet-i kerimesini bazı âlimlerimiz, Rasulullah Efendimizin yakınlarına sevgi ve muhabbet gösterilmesi olarak da yorumlamışlardır.[3] Kur’ân’ın bütünü göz önüne alındığında zımnî olarak Ehl-i Beyt’e muhabbet gösterilmesinin her müslümanın bir görevi olduğu anlaşılmaktadır.

Ehl-i Beyt’e muhabbet ve onların haklarına riayet edilmesi konusunda Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin de birçok emir ve tavsiyeleri vardır. Sekaleyn hadis-i şerifi olarak da bilinen bir hutbesinde Efendimiz şöyle buyurur: “Şimdi, dikkat edin ey insanlar! Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bırakıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur/ışık bulunan Kitabullah’tır. Allah’ın Kitab’ını alın ve ona sarılın… Bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Ehl-i Beyt’im hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i Beyt’im hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i Beyt’im hakkında size Allah’ı hatırlatırım!”[4] Yine bir başka hadis-i şerifte “Size verdiği nimetlerden dolayı Allah’ı sevin! Allah sevgisinden dolayı beni, bana olan sevginizden dolayı da Ehl-i Beyt’imi sevin!” buyrulmuştur.[5] Bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, Ehl-i Beyt’in hukukununu gözetmek, kalplerimizde onlara karşı derin bir muhabbet beslemek ve bu muhabbeti perçinlemek hepimizin görevidir. Sevgi bir bütündür, bölünemez. Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum diyen kimsenin Efendimizin Ehl-i Beyt’ine muhabbet beslemesi gerekir. Çünkü gerçek sevgi, sadece dosta muhabbeti değil, dostun yakınlarına ve sevdiklerine de muhabbeti, onları da sevmeyi gerektirir.

Hadis kaynaklarımızın Ehl-i Beyt’le ilgili bölümlerine bakıldığında gerek Efendimizden gerekse de sahabenin ileri gelenlerinden Ehl-i Beyt’e sevgi ve muhabbet gösterilmesi hususunda daha birçok hadis-i şerifin rivayet edildiği görülür. Bunların birinde Efendimiz (s.a.v), amcası Abbas (r.a)’a hitaben “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizi Allah ve Rasûlü hakkı için sevmediği müddetçe kişinin kalbine iman girmez.”[6] buyurmuştur. Ayrıca Hz. Ebû Bekr (r.a) “Ey İnsanlar! Muhammed’e hürmetinizi Ehl-i Beyt’i için de muhafaza ediniz.”[7] “Vallahi, Benim için Rasûlullah’ın yakınlarına hizmet, kendi akrabama hizmetten daha güzeldir.”[8] diyerek bir bakıma Ehl-i Beyt sevgisinin kendisinde dorukta olduğunu göstermiştir.

Gönlü Ehl-i Beyt sevgisiyle coşan Hz. Ömer (r.a) de Efendimizin amcası Abbas (r.a)’a şöyle der: “Vallahi senin Müslüman olmana, Hattab’ın Müslüman olmasından daha çok sevindim. Çünkü senin müslüman olman Rasûlullah’ı, Hattab’ın müslüman olmasından daha çok sevindirir.”[9] Bu ifadelerden, Peygamberlerden sonra mü’minlerin en üstünleri olarak kabul edilen ve Allah Rasûlünü dâima kendilerine tercih eden Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)’de, Efendimizin yakınlarına olan muhabbet ve sevginin zirvede olduğu anlaşılmaktadır.

Tarih boyunca müslümanların, Peygamberimizden sonra O’nun emaneti olarak Ehl-i Beyt’e büyük teveccüh gösterdikleri görülür. İslam kültüründe Peygamberimizin torunu Hz. Hasan  (r.a) neslinden gelenlere şerif, Hz. Hüseyin  (r.a) neslinden gelenlere de seyyid nişanı verilmiş, kendilerine sevgi ve saygı göstermek, Efendimiz (s.a.v)’i sevmenin bir tezahürü olarak görülmüş, onların işlerini takip etmek amacıyla Nakîbü’l-Eşraflık Müessesesi kurulmuştur.

Efendimiz (s.a.v)’in yakınlarını hayırla anmak, onlara karşı sevgi ve saygı beslemek, Efendimiz’e olan hürmet ve muhabbetimizin bir gereğidir. Zaten her namazın son oturuşunda, tahiyyat duasından sonra okuduğumuz salli ve barik dualarında, önce Peygamberimize peşinden de ailesine daima dua okuyoruz. Bu şekilde Peygamberimizin ailesini en azından günde beş defa dua ile anmış oluyoruz. Bunun yanında “Allaâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âl-i seyyidinâ Muhammed / Allahım hem Efendimiz Muhammed’e hem de O’nun ailesine salât ü selam olsun, onları mübarek eyle!” şeklinde yaptığımız salât ü selamlarda da Gönüller Sultanı Efendimiz’le birlikte, O’nun Ehl-i Beyt’ine de sevgi ve muhabbetimizi izhar ediyoruz.

Yüce Allah’a ve Peygamber Efendimize muhabbetimizin ayrılmaz bir parçası olan Ehl-i Beyt muhabbetini de her an yüreklerimizde hissederek, bu muhabbeti canlı tutmalı, duygularımızı ve davranışlarımızı bu muhabbete göre ayarlamalıyız. Onlar hakkında asla edebe aykırı sözler sarfetmemeli, onları hep rahmetle ve edep içinde anmalı, ahlâkımızı onların güzel ahlâkıyla süslemeli, onların yolundan gitmeli, bunların inancımızın bir gereği olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.

*  Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

[1] Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt” madddesi,  DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), X, 499.

[2] Şûra suresi (42): 23.

[3] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahraman Yay., İstanbul, 1992, VII, 188.

[4] Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe, no.  4425; Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1988,  X, 251-252.

[5] Mübarekfûrî, Tuhfetü’l-Ahfezî bi-Şerhi Camii’t-Tirmizî, Medine, Ty., hadis no. 3878, X, 292.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 207-208; İbn Kesîr, a.g.e., VII, 188.

[7]  Buhârî, Menâkıb, no. 3436, 3468; Kamil Miras, Sahîh-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara, 1975, IX, 367, 369.

[8] Buhârî, Menâkıb, no. 3435; Miras, a.g.e, IX, 367, 369.

[9] İbn Kesîr, a.g.e., VII, 190.