Mülâkat: Fatih Büyük
Muhterem Hocam, hayat hikâyenizi ve ilmi hayatla tanışmanızı dinleyebilir miyiz?
1941 yılında Çaykara Zeleka Köyünde doğmuşum. Babam merhum Süleyman Efendi, annem Vahide Hanımdır.
Sekiz yaşımda hafızlığımı tamamladım. 1950-1952 yılları arasında merhum Hacı Mehmet Rüştü Âşıkkutlu Efendi’den kıraat ve tashîh-i hurûf dersleri aldım. 1952-1961 tarihleri arası önce merhum cennetmekân İbrahim Hakkı (Hacı Ferşat) Efendi’nin mücaz talebesi olan merhum Hacı Ahmet Seçilmiş Efendi’den sarf, nahiv ilimlerini okudum. Bu ilimler dışındaki şer‘î ilimleri de merhum Hacı Hasan Efendi’den okuyarak icazet aldım.
1963 yılında askerlik görevimi tamamladıktan sonra bir yıl süreyle fahri imamlık yaptım, daha sonra da kadroya geçtim. Bu ara İmam-Hatip okulunu dışardan bitirdim.
1973 yılında Kur’an kursu öğreticiliğine geçtim. Halen bu görevi sürdürmekteyim. 1973 yılından 2007 yılına kadar mezun ettiğimiz öğrenci sayısı takriben 5800’ün üzerindedir. Hafızlık, Arapça ve şer‘î ilimleri öğrenenlerin sayısı 1700, sadece Arapça okuyanlar 200 civarındadır.
Kendilerinden istifade ettiğiniz, bizim de tanımamız gerektiğine inandığınız hocalarınızdan bahseder misiniz?
Efendim, evvela bizim yetişmemize maddeten ve manen destek verenlerden Allah razı olsun.
Hafızlık hocalarım, Aşıkkutlu Hocaefendi’nin ilk talebesi Hafız Mehmet Kara ve Hafız Hasan Kara kardeşlerdir.
Kıraat ve tashîh-i hurûf hocam merhum Mehmet Aşıkkutlu’dur. Cevahirzâde merhum Hacı Ahmet Efendi, dersiâm merhum Hacı Hasan Efendi diğer hocalarımızdı.
1964 tarihinde merhum cennetmekân Hacı Abdurrahman Efendi’yi tanımamız nasip oldu ve değerli sohbetlerinden istifade etmeye çalıştık.
1977 tarihinde merhum ve cennetmekân Mehmet Zahit Kotku Efendi ile tanışmamızı Allah nasip etti ve kendilerinden istifade etmeye çalıştık. Ve nihayet bize en çok emeği geçen, kendisinden feyz aldığımız çok muhterem hocamız Ahmet Yaşar Hocaefendi ile tanıştık. Rabbim kendisinden razı olsun, Ömrünü uzun, hayırlı ve bereketli kılsın. Çünkü ümmetin ona çok ihtiyacı olduğu kanaatindeyim.
Hocam, siz yıllardır Kur’an talebeleri yetiştirme hizmetinde bulunuyorsunuz. Bir İslamî gelenek olarak hafızlığın ehemmiyeti nedir? Hafızlık sadece Kur’an’ı ezberlemek midir?
Hafızlığın önem ve ehemmiyeti hususunda Peygamberimiz’in (sav.) birçok müjdesi vardır. Ayrıca bu husustaki hassasiyetini bizzat uygulamasında görüyoruz. Mesela; savaşta şehit düşen ashâb-ı kirâmın arka arkaya defin işlemi yapılırken hafız olan sahabenin öne alınmasını öneriyor. Yeri gelmiş burada şunu da belirtelim; Peygamberimiz (sav.), kavmi tarafından maruz kaldığı hakaretler karşısında beddua etmedi, onlar için dua etti, hidayetlerini istedi. Fakat Bi’r-i Maûne faciasında 70 küsur kurra sahabeyi şehit edenlerin kahrına dua etmişti.
Asıl konumuza dönelim; tabii ki Rasûlullah’ın (sav.) değer verdiği ve övdüğü hafız kişiler Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemekle yetinen kişiler değildir sadece. Ayrıca Kur’an ile âmil olan ve Kur’an’la hayatı birleştiren kişilerdir. Çünkü Rasûlullah (sav.) Efendimiz “Ehl-i Kur’an, ehlullahtır.” buyuruyor.
Hz. Ali ve Hz. Aişe Validemizin naklettiği bir başka hadîs-i şerîfte ise Efendimiz (sav.), “Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup ezberlerse; onu tatbik edip, helâlini helâl, haramını da haram bilirse (kabul ederse) Allah onu cennetine koyar. (Ayrıca) ev halkından cehennemi hak etmiş olan on kişiye de onu şefaatçi kılar.” buyuruyor.
Müslümanın, Kur’an’ı hayatına tatbiki nasıl olmalı Hocam?
Kısaca ifade edeyim ki şüphesiz biz Müslümanlar olarak Kur’ân-ı Kerîme karşı çok önemli görevlerimiz vardır. Sadece, Kur’ân-ı Kerîm’e karşı çok saygılı olmakla, onu usûlüne uygun olarak öğrenip okumakla veya ezberleyip hafız olmakla ona karşı olan görev ve sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi iddia edemeyiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’e karşı asıl görevimiz, sahabe misalinde olduğu gibi, Kur’an ile amel etmek sureti ile onun ahkâmını, değişmez doğrularını ferdî, ailevî ve içtimaî yaşantımıza kâmil manada uygulamakla hayatımıza taşımaktır. Bu konu ile ilgili İbn Ömer’in (r.a) şu sözleri ne kadar dikkat çekicidir: “Bugün adam görüyorum, adama imandan önce Kur’an verilmiş, başından sonuna kadar onu okuyor da onda ne emrediliyor ne yasaklanıyor, bilgisi yok.”
Müslümanın hayatını dinine uygun olarak anlayıp, başkalarına da anlatabilmesi için sahip olması gereken İslâmî şuuru nasıl izah edebiliriz?
Şuur, bir şeyin gerçek mahiyetini görebilmek, önceden tahmin edip düşünebilme kabiliyet ve maharetine sahip olmak, bir başka ifade ile hakkı hak olarak, batılı da batıl olarak görebilmek ve algılayabilmektir.
Şuur terimi Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık 27 yerde zikredilmektedir. Hissetmiyorlar, farkında değiller, haberleri yok, şuurları yok… vb. manalara gelebilecek ifadeler kullanılmaktadır. Konu ile ilgili bir âyet-i celîlenin meali şöyledir: “Onlar böyle bir tuzak kurdular biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını alt üst ettik.[1]
Bir başka ayette “Onlar İnsanları Kur’an’a iman etmekten alıkoyarlar ve kendileri de ondan uzaklaşırlar. Böylece ancak kendilerini helak ederler, fakat onlar bunun şuurunda değiller.” buyurulur.[2]
Güzel bir haslet olan şuur vasfı nasıl kazanılır?
Şuur, nefsi terbiye ve kalbi tezkiye ile elde edilen güzel bir haslettir. Şuurlu bir Müslüman kalbini kin, nefret, nifak, haset, ucub, kibir, buğz, adavet vb. her türlü hastalıklardan temizleyip iman nuru ile takva muhabbeti ile doldurması lazımdır. Takvası olmayan bir insanın ne şuuru, ne hidayeti, ne dirayeti, ne de feraseti vardır. Bu güzelim hasletler hep takva ile kazanılır. Şuur kabiliyetinin doğrudan imanla, hidayet nuru ile çok yakından alakalı olduğunu destekleyen Enfâl Sûresi’nin 29. ayetini teberrüken zikretmek istiyorum:
“Ey iman edenler, şayet siz Allah’tan ittikâ ederseniz (korkarsanız; Allah’ın emirlerine imtisâl eder (uyarsanız), yasaklarından ictinâb eder (sakınırsanız), bütün haram ve şüpheli şeylerden de kaçınırsanız), O size furkan (hem zâhir hem de bâtında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten, güzeli çirkinden ayırt edici bir marifet ve bir nur) verir.”
[1] Neml, 27/50.
[2] En‘âm, /26.