Cemiyet hayatında, dînî bağların ne derece mühim olduğu herkesçe malûmdur. İçtimâî ve millî hayatın nizamı; inanışların tek cepheli oluşunda, kanaat ve fikir birliğinde gizlidir.
Fikir çarpışmaları, toplulukları parçalamak için değil; çeşitli düşüncelerden faydalanarak hakkı bulmak; gerçeğe varmak ve hakikat etrafında pervaneleşmek gayesine mâtuftur.
Fikir mücadelelerinde gaye; kanaat dağınıklığını önlemektir, iman dediğimiz kanatlarımızın -ki dînî mukaddes hakikatlerimiz ve duygularımızdan ibarettir- sarsılmaz bir bütünlük içinde olması şarttır. İman birliği ferdin ve topluluğun ruhudur. Karışık kanaatlerin gölgelediği topraklarda huzur ve sükûnun baharı açılmaz; ikbal ve saadet meyveleri toplanmaz.
Bu bakımdandır ki; Hak dinler, insanları, tek hakikat olan Allah’a davet etmiş; bâtıllardan, putlaştırılan kanaatlerden kurtarmıştır. İşte İslâm dini -son ve ebedî bir din olmak itibariyle- beşeriyetin karanlık inanışlarını parçalamış; dalâlet gecelerinden tevhid fecrini tüllendirmiştir. Binaenaleyh, Müslümanlığın cennet sefâları içinde yaşamak isteyenler her şeyden önce İslâmî itikadlarını muhafaza etmek zorundadır.
Bundan evvel Yahudiler ve Hıristiyanlar dinlerini ve kitaplarını koruyamadıklarından türlü dînî ihtilâflara düşmüşler; hakikatler karşısında perişan olmuşlardı.
Muhammed ümmetinin de böyle bir karanlık sapıklığa düşmemeleri için Kur’an-ı Kerîm ve Ehâdîs-i Nebevî’ye sıkı emirler vermekte ve âkıbet hakkında korkunç tehditlerde bulunmaktadır.
Okuduğum Âyet-i Celîle’de buyruluyor ki:
“O, dinlerini parçalayanlar ve fırkalaşanlar hakkında senin hiçbir alâkan (sorumluluğun) yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Onlara yaptıklarını bildirecektir.”
Başka bir Âyet-i Celîle, bu hakikate şöyle temas buyurmaktadır:
“Kendilerine dînî ve ilmî beyyineler geldikten sonra türlü hiziplere ayrılan; iman ihtilâflarına düşen yehud ve nasârâ gibi olmayasınız ki onlara büyük azaplar hazırlanmıştır.”
Evet, dînî perişanlıklar, dünya ve âhiret azaplarını getirecek bir felâkettir.
Rasûlullah (s.a.v) Hadîs-i Şerîflerinde:
“Yahudiler yetmiş bir fırkaya, nasrânîler yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş iki fırkası topyekûn cehennemdedir. Ancak, bir fırkası cennette bulunacaktır ki; o da benim ve ashabımın izinde bulunan büyük cemaattir.”
Bu cennetlik cemaat; ”Ehl-i sünnet ve cemaat“ dediğimiz ashab, tâbîîn ve onlara uyanlardan ibaret büyük İslâm topluluğudur ki; yollarında cennet çemenleri zümrütleşir.
Ehl-i sünnet itikadından ayrılanın yolu cehenneme gider.
Hadîs-i Şerîf’te:
“Allah Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerinde toplamaz. İslâm câmiasından ayrılan, cehenneme ayrılmıştır.” buyrulmuştur.
Ehl-i sünnet yolu, Kur’an ve Hadis yoludur. Nitekim bir Hadîs-i Şerîflerinde:
“Size iki esas bırakmış bulunuyorum ki; onlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe katiyen sapıtmazsınız: Biri Kitabullah (yani Kur’an-ı Kerîm) öteki Rasûlullah (s.a.v)’ın sünnetidir.” buyurmuşlardır.
Kur’an ve Hadis câmiâsında toplanan ehl-i sünnet inanışından başka her îtikad ve kanaat bâtıldır; sahibi bidat ehlidir. “Ehl-i sünnet” adını alan bu hakikat câmiâsını parçalamaya giden her fikir ve kanaat, İslâm dinine bir ihanet ve saldırıştır.
Yine Efendimiz Hazretleri Hadîs-i Şerîflerinde:
“Bir kimse İslâm cemaatini bir karış kadar ayırmaya kalkışırsa, boynundaki İslâm bağını koparıp atmıştır.” buyuruyorlar.
Mü’minler!
İslâm topluluğunu -türlü gizli maksat ve gayelerle- parçalamak isteyen fesat ehli, bozguncular öteden beri eksik olmamıştır. Daha Rasûlûllah (s.a.v) Hazretlerinin irşad ışıklarıyla parlayan mübarek gözleri fânî hayata kapanır kapanmaz fitneler göz açmış; İslâm üzerine karanlık gölgeler düşürülmeye başlanmıştır.
Hazreti Ebûbekir (r.a)’in hilâfeti zamanındaki irtidad ve irtica hareketlerinden itibaren, Hazreti Osman (r.a)’ın şehâdet fâciâsıyla İslâmî asab gerginleşmiş ve nihayet “Cemel” ve “Sıffîn” çarpışmalarıyla korkunç renge girmişti. Bunlara rağmen, umûmî iman feyezanı durmamış; vahdet mecrasını kaybetmemiş; İslâmî neşeler, asr-ı saadet hakikatleriyle bugüne kadar gelmiş ve gönül sahillerimizle çevrelenmiştir.
“Ehlü’s-sünneti ve’l-cemaat” ünvanıyla anılan bu büyük ve asil akış, ümmet çokluğunun hayat ve fazîlet ırmağıdır ki dinin hayat suyudur. Bunun dışında kalan fırkalar; kaynakları belirsiz bir takım dalâlet ve bidat sızıntılarıdır ki ergeç buhar olmaya, kurumaya mahkûmdur. Onları diriltmeye çalışmak da İslâm’a bir hizmet değil; abes bir hıyanettir.
Zamanımızda da bir takım zehirli ağızların, şuursuz kalemlerin Ashâb-ı Kiram hakkındaki hezeyanlarını eseflerle görüyor ve işitiyoruz.
Kur’an ve Ehadîs-i Şerîfe ile medh ü senâ edilerek yüksek fazîletleri tespit buyrulan Ashâb-ı Kiram arasındaki hâdiseler vesilesiyle onlara düşmanlık veya saygısızlık göstermek ancak âdîlerin sanatıdır. Biz, onların yaptıklarından sorumlu değiliz; onlar arasında hakemlik ve hâkimlik yapacak kudret ve salâhiyetimiz de yoktur.
Ashâb-ı Kiramın hepsine -istisnasız olarak- saygı göstermek ve onların aralarında cereyan eden vâkıâlara dalmamak ehl-i sünnetin şiar ve mesleğidir.
Ashâb-ı Kiramın aralarında mertebeleri vardır. Lâkin bu mertebeler, bizim aklî ve keyfî tertip ve tevcihlerimizle değil; dînî nasların şahadetiyle sabittir.
Hazreti Ebûbekir (r.a) -peygamberlerden sonra- cihanın bir numaralı insanı, Ashâb-ı Kiramın en yükseği, Muhammedî evliyanın reisidir. Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali sıraları veçhile birbirinden üstündürler. Cennetle müjdelenenlerin, Bedir muharebesine katılanların, Şecere-i Rıdvan Sahabesinin husûsî imtiyazları vardır.
İslâm bütünlüğünü zedeleyen; içtimâî rabıtalarımızı sarsan; ehl-i sünnet itikadını hedef tutan bidatçi ve bozguncu neşriyat hakkında dikkat nazarlarınızı çeker; iman şuuru içinde uyanık bulunmanızı -vazifem olarak- tavsiye ederim.
Muhterem Müslümanlar!
Îtikadlarınızı ve dînî bilgilerinizi yüksek âlimlerin eserlerinden ve ifadelerinden alınız. Ayırıcı unsurların fesadına kapılmayınız!.. İnsanı, saadete götüren, girdiği yolun doğruluğudur. Mezhebî münakaşalara dalmayınız; bu mevzuların münakaşaları ehl-i ilme ve ümmetin havassına aittir. Cehâlet homurtularının ilmî neticeler vermeyeceğini unutmayınız. Allah yolunda olunuz ki rahmet ve tevfik bulutları üzerinizde dolaşsın.
Biliniz ki; topluluk rahmet, ayrılık azaptır. Allah muttakîlerle beraberdir.
Sözlerime Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Hazretlerinin şu mübarek tavsiyeleriyle nihayet vermek isterim:
Buyuruyorlar ki:
“Cemaati tutun, ayrılıklardan sakının, zira şeytan tek kişiyle beraberdir; iki kişiden uzaktır. Cennet ortasında makam tutmak isteyen cemaatten ayrılmasın!..”