İçeriğe geç
Anasayfa » EMİN SARAÇ HOCAEFENDİ’YE SORDUK…

EMİN SARAÇ HOCAEFENDİ’YE SORDUK…

Muhterem hocam, gerek cemiyet gerekse ferdî olarak İslam’ı anlayıp, yaşamak noktasında tasavvufun rolü ve ehemmiyeti nedir?

Efendim şöyle başlayayım: Şu memlekette Ehl-i Sünnet yolunu takip eden hakikî mutasavvıfa olmasaydı bugün bu memlekette Allah-u a’lem İslâm bitmiş olacaktı. Benim çocukluğumdaki hâkim olan havada ehl-i ilim olan, kudret-i ilmiyesi var olan kimselerin birçokları İslâm’ı hemen o günkü havaya karşı terk eder hale geldiler ve İslâm’ı müdafaa edip yaymaya teşebbüs ve azimet göstermediler. Hâlbuki bir tarafta zikrullah ile meşgul olmak, seher vaktinde uyanmak gibi güzel bir itiyadları olan kimseler vardı ki İslâm’ı ne pahasına olursa olsun muhafaza ettiler.

Uzaktan değil kendi ailemden misal vereyim. Benim babam ve dedem hep Nakşî meşrep olan kimselerdi. Babam bizim sebebimizle geceleyin evinden alınarak hapse götürüldü. Böyle olduğu halde geldi yine tekrar bizi okutmaya gayret etti. Gündüzleri okutamadı geceleri okuttu. Biz onun sayesinde İslâmiyeti muhafaza ettik. Bunun, benim nazarımda çok büyük bir manası vardır.

Sofiye bu zamanlarda çok daha uyanık davrandılar o günkü gidişatın bâtıl bir yol olduğunu, bu insanların Kur’an düşmanı olduğunu, bu yolun hiçbir netice vermeyeceğini bildiler. Onlar azimet gösterip evvela Kur’an-ı Kerim’i muhafaza etmeye gayret ettiler. İmanı zikir, evrad telkiniyle muhafaza ettiler. Bu şekilde bu emaneti bugünkü insanlara devretmiş oldular. Bu bizim için en büyük bir misaldir.

Bir de bizim Devlet-i Osmaniye diye iftihar ettiğimiz bu şanlı devletin tarihçesine bakalım. Görüyoruz ki, Osman Gazi’nin yola çıkması Şeyh Edebali’ye damat olmasıyla başlamıştır. Ondan sonra bütün sultanların menkıbelerinde neler görüyoruz. Bakın Abdulhamid Han Şazelî Şeyhi Zafir Efendi’yi, Rufaî şeyhi Ebul Hude’s Sayyadî gibi meşayıhı etrafına toplamıştır.

Kendisinin de Şazelî evradıyla meşgul olduğunu birçok vesileyle öğreniyoruz. Gelelim son sultan ve halife olan Sultan Vahideddin Han’ın Nakşî meşrebli olduğunu bizzat onun yeğeni Fethi Sami beyden işittim.

Evet, efendim şunu da ifade edeyim ki; bu memleketin uleması, muttakî âlimleri mutlaka bir şeyh efendiden intisap etmişlerdir. Hatta usulleri şöyleymiş: Medreseden icazet aldıktan sonra, artık ulûm-ı âliyeden bir şeyler kesbettik biraz da ulûm-ı manevîden hissedar olalım diye zamanın muteber olan meşayıhının kapısına bağlanıyorlarmış. Bu da sabit olan bir vakıadır. Onların asarından bunları görmekteyiz.

Peki; bunlar bizim için ispat ediyor ki sûfiye mesleği insanın ahlakını, sülûkunu güzelleştiren emniyet altına alan; akidesini, ahlakını yoluna koyan ve cefaya da mütehammil kılacak manevî bir rûhî kuvvete sahip olan bir meslektir.