İçeriğe geç
Anasayfa » EN FAZİLETLİ EN KIYMETLİ İBADET

EN FAZİLETLİ EN KIYMETLİ İBADET

Allah Zülcelâl ve’l Kemal Hazretlerine celâline ve kemâline lâyık hamd ü senâlar olsun ki; yarattığı varlıklar içerisinde insanoğlunu en güzel şekilde yaratarak onu akıl nimeti ile şereflendirmiştir.

Allah Teâlâ Hazretleri insanoğlunu akıl nimeti ile şereflendirdikten sonra kendisine muhatap kabul edip ona iyilikleri emir buyurmuş, kötülükleri de nehy etmiştir.

Salât ile selamlarımız; Habibullah ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Kâinatın Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizin üzerine, âl ve ashabına, tâbiin ve tebe-i tâbiine, risalet görevi ile görevlendirilmiş olan bütün nebi, rasûl ve onlara tâbi olanların üzerine olsun.

İnsanoğlu olarak evvela Allah Teâlâ’ya muhatap olmanın ne bir büyük şeref olduğunu düşünmeli ve ihsan edilen bu büyük şerefe karşı borçlu olduğumuz şükür görevimizi yerine getirmeyi Allah Teâlâ Hazretlerinin bizlere bir lütuf ve ihsan olarak nasip buyurmasını dua ve niyazlarımızla istemeliyiz.

Bunun ardından Allah Zülcelâl’e karşı yerine getireceğimiz kulluk vazifeleri içerisinde en faziletli itaatimizin ne olduğunu akıl sahibi birer fert olarak her birimiz araştırıp öğrenmeliyiz.

Biraz tefekkür edip araştırırsak memur olduğumuz ibadetlerin içerisinde en faziletli ve kıymetli ibadetimizin “emr bil maruf nehy anil münker” olduğunu öğreniriz.

Öncelikle bilmeliyiz ki; emr bil maruf ve nehy anil münker vazifesi Kâdir-i mutlak olan Allah Zülcelâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin ulûhiyeti gereği bizzat yerine getirerek bizlere de emrettiği bir vazifedir.

Emr bil maruf ve nehy anil münker vazifesinin muhatabı kendisine verilen akılla diğer mahlukâttan farklı kılınan insanoğludur. Allah Zülcelâl akıllı olan kullarına büyük mükâfatlara sahip olmaları için iyiliği emreder. Aynı zamanda onları kötülüklerden korumak için de günahları işlemekten nehyeder.

Bu ilâhî emir ve yasaklar, âlem-i emirden oldukları için mahlûk değillerdir. Allah Zülcelâl bu büyük ve önemli vazifeyi kulları içerisinden seçilmiş olan özel kişilere yani nebi ve rasûllerine vermiş ve onları emr bil maruf ve nehy anil münker vazifesini hakkıyla yerine getirmeleri için görevlendirmiştir.

Peygamberler kendilerine verilen bu vazifeyi yerine getirirken hiçbir varlıktan korkmadan Allah Zülcelâl kendilerine neyi, ne şekilde ve nasıl emretmişse onu emredildiği şekilde insanlara bildirmişlerdir. Aynı zamanda Rabbimiz nelerden ne şekilde sakınılması gerektiğini bildirmişse insanları o şekilde yasaklanan şeylerden nehyetmişlerdir. Onlar bu vazifelerini yerine getirmek için büyük bir sadakat ve azimle çalışmışlardır. Bu yolda ömürlerinin sonuna kadar ne büyük fedakârlıklara katlandıklarını Kur’an-ı Kerim’den ve tarih kitaplarından araştırıp öğrenebilirseniz; o zaman emr bil maruf nehy anil münker vazifesinin mana ve mahiyetini önem ve faziletini azda olsa anlamaya başlarsınız.

Allah Zülcelâl Hazretlerinin bu önemli vazifeyi Peygamberlerden sonra muttakî ilim ehline emanet ettiğini Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz “Âlimler, nebîlerin varisleridir.” ifadesiyle bizlere bildirmiştir.

Bu önemli verâsetin ulemaya intikal ettiği gibi, ulemanın dışındaki bütün erkek ve hanımlara da intikal ettiğinin delili Allah Teâlâ’nın “Mü’min erkekler ve mü’mine hanımlar birbirlerinin koruyucu sahipleridir. Çünkü onlar iyiliği emreder kötülüklerden de men ederler.” ayet-i kerimesidir. Rabbimiz bu ayet-i kerime ile büyük izzet ve şerefe kavuşmak için bütün akıl sahibi insanları davet buyurmaktadır.

Akıl sahibi erkek-hanım her mü’min kendisine sunulan bu büyük nimetin kadrini, değerini tefekkür etmelidir.

Bakınız bu büyük ibadeti, bu büyük şerefi Allah Zülcelâl Hazretleri; peygamberlerine, ondan sonra muttakî âlimlerine onlardan sonra da mü’min erkek ve hanımlara farz kılmıştır. Yani bu fazilet kapısı bütün akıllı insanlara ardına kadar açılmıştır.

Bu vazifeyi yerine getiren insanları Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz üç sınıfa ayırdığını aşağıdaki hadisi şerifinde beyan buyurmaktadır:

“Sizden biriniz bir münkerâtı yani Allah’ın yasakladığı bir şeyi görünce (eğer bir idare makamın gücüne sahipse) o münkerâtı eliyle değiştirsin. Ama eliyle değiştiremezse o işi yapanları sözlü olarak uyarsın, (işlenen bir yasak ise insanları o yasaktan men etsin veya İlâhî bir emrin terki ise onu yapmaları için insanlara emretsin.) Eğer sözlü olarak da iyiliği emredip kötülüklerden men etme gücüne sahip değilse onlara kalbiyle buğzetsin. Ama kalbiyle buğzetmek imanın en zayıf mertebesidir.”

Biz müslümanlar bu görevde peygamberleri örnek almalıyız. Bazı peygamberlerin ölünceye kadar bu görevlerini sadakatle yerine getirmelerini düşünelim. Akıl sahibi insanların neme lazım diyerek bir kenarda oturmaları sonucu; ne büyük mükâfatları kaybettiklerini ve ne korkunç âkıbete ve ne büyük felaketlere uğradıklarının örnekleri tarihin tozlu sayfalarında sayılamayacak kadar çoktur.

Emr bil maruf nehy anil münker vazifesini yerine getirmek; memleketlerin, ailelerin ve fertlerin saadete ermesinin esasıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin Mekke devrinde on üç yıl emr bil maruf nehy anil münker vazifesini nasıl devam ettirdiğini akıl sahibi mü’minlerin siyer ve tarih kitaplarından araştırıp öğrenmeleri ve tefekkür etmeleri, üzerlerine bir farzdır.

Çünkü ilmihal (halin ilmi) her mü’min erkeğe ve hanıma farz olduğu gibi; ilmin bütün kısımlarını ihata eden emr bil maruf nehy anil münker vazifesi de aynı şekilde farzdır.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin emr bil maruf nehy anil münker vazifesini yerine getirmenin mana, mahiyet, önem ve faziletini beyan buyurduğu hadis-i şerifleri böyle kısıtlı sahifelerde toplamak mümkün olmadığı için hadis kitaplarından araştırmayı kendinize bir vazife kabul etmelisiniz. Bu ilmin mesuliyetini idrak eden her akıllı insan geniş geniş araştırıp tefekkür etmelidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir hadis-i şerifinde bu hakikati şöyle ifade etmiştir:

“Emr bil maruf nehy anil münker vazifesinin dışındaki bütün ibadetlerin sevaplarını bir araya toplasanız, bunlar emr bil maruf nehy anil münker vazifesini yerine getirene verilen sevabın karşısında; bütün denizlerin karşısındaki bir damla mesabesindedir.”

Emr bil maruf nehy anil münkerin mana ve mahiyetinin yanı sıra bu kadar büyük mükâfatlara vesile oluşu bizleri bu meseleyi daha iyi bir şekilde öğrenmeye sevk etmelidir. Şimdi bu vazifeyi yerine getirebilmemiz için dikkat etmemiz gereken hususların izahına gayret edelim.

Emr bil maruf nehy anil münker vazifesini yerine getirebilmemiz için evvela emredeceğimiz ve nehyedeceğimiz şeylerin ilimlerini öğrenmemiz gerekir. Herkes hevâ hevesiyle bu vazifeyi yerine getirmeye başladığında doğrularla yanlışları birbirinden ayırmak mümkün olamayacağı gibi ortaya çıkacak zarar yapılan tebliğin faydasından çok olur.

Bilmeliyiz ki; emr bil marufun evveli haktır. Çünkü emreden de nehyeden de Hakk’tır. Hakk neyi ne şekilde emretmişse veya neyi nasıl nehyetmişse onları olduğu gibi öğrenmeliyiz ki; emir de hak olsun nehiy de hak olsun. Ancak o zaman kişi hakkı emreder, hak olmayanı nehyeder. Dinleyen kimse de o zaman tebliğde bulunan şahsı aradan kaldırarak emreden de nehyeden de haktır der. Vazifeler bu şekilde yerine getirilince şüphe ve tereddüt kapıları da açılmamak üzere kapanır. Faydasız münakaşa ve münazaralar aradan kalkar.

Ama şahıslar kendi hevâ ve hevesleri ile bir şeyler anlatmaya çalışırsalar; Hakkın kapısını kapayıp insanlar arasında fitne ve münazara kapılarını ardına kadar açarak şüphe ve tereddütlerin yayılmasına sebep olurlar.

Demek ki; emr bil maruf nehy anil münker ancak Hakk’tan öğrenilir. Hakk Teâlâ Hazretleri insanlara gönderdiği peygamberlerine hakkı öğretmiştir. Onlar da insanlara hak ile hakkı emretmiş, onları hak ile isyanlardan nehyetmeye gayret etmişlerdir. Muttakî ilim ehli de nebi ve rasûllere tabi olmuş, onlardan aldıkları hakkı insanlara tebliğ ve teklif etmişlerdir.

Emr bil maruf nehy anil münker görevinin Hakk’tan olduğunu az evvel ifade etmiştik. Şimdi diyebiliriz ki; bu görevin karşılığında verileceği vaad edilen mükâfatlar ve cezalar da Allah Teâlâ tarafından verilecek olduğu için bu görevin sonu da haktır.

Kısaca diyebiliriz ki; bu vazifelerin evveli de haktır, sonu da haktır, zahiri de haktır, bâtını da haktır.

Hakka inanan ehl-i tasavvuf da Allah Zülcelal’in “Evvela kendine nasihat et, sonra başkalarına.” hadis-i kudsisine ittiba ederek evvela kendi hayatlarını hak ölçüsü ile tanzime gayret etmiş, yaşayışlarını Rasûlullah’a tabi kılarak emir ve yasakları yerine getirmek için çaba göstermişlerdir.

Ne zaman ki; sözler Hakk’tan değil de mahlûktan beşer sözü olarak nakledilmeye başlandıysa bu durumdan rahatsız olan muttakî ilim ehli zevat insanlardan arzu edenleri sözlü ve tatbiki bir eğitime tabi tutmuşlardır.

Bu eğitime talip olan kişilere sahip çıkanlar, onlara Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını öğreterek hem emr bil maruf nehy anil münker vazifelerini yerine getirmek de hem de onlara bu emirleri yaşamayı, yasakları ise terk etmeyi fiilen alıştırmaya gayret etmekteydiler. İşte tasavvufun esası bu vakıadan ibarettir. Bazı kesimlerde tasavvufun yeni ve farklı bir İslâmî hayat meydana çıkardığını düşünenler olmuştur. Aslında ulema ifade ettiğimiz gibi insanlara sadece sözlerin tesir etmediğini görünce, anlatılanların fiilî tatbikatını yaptırmaya ihtiyaç görmüşlerdi.

Emr bil Maruf, Nehy anil Münker İki Yönlüdür

Bir kısım insanlar söylediklerini kendisi yaşamadığı halde bu vazifeyi sadece sözlerle, bağırıp çağırmakla, emredip nehyetmekle yerine getirdiklerini sanırlar.

Bunların yanında bazı insanlar ise Hakk’ın emir ve nehiylerini önce kendileri yaşar sonrasında yaşadıklarını insanlara emrederken terk ettiklerini de insanların terk etmesini isterler. İşte bu gibi insanların sözleri dinleyene tesir ettiği gibi bu gibi zevatın ibadetlerinin nuru kıyamete kadar bâki kalır.

Bizler günümüz dünyasında sözü ve haliyle örnek vereceğimiz insanları bulamadığımızdan veya bu gibi insanların nadir oluşundan dolayı tarihin derinliklerindeki hanım ve erkeklerden o mümtaz şahsiyetleri arayıp bularak insanlara örnek vermekteyiz.

Öyle ki; bu örnekleri vermek için tabiin devrine, Rasûlullah’ın (s.a.v) devrine, hatta daha önceki devirlere doğru gitmekteyiz.

Biraz düşünelim. O devir ile aramızdan kaç asır geçmiş. Ama onların nurları hala sönmeden dünyada varlıklarını devam ettirmektedir. Ebedî âlemde de, mahşer gününde de onlar yine bizlere nur saçar. O zaman keşke dünya hayatında onların nurlarından faydalanabilseydik deriz.

Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde:

“Şu dört güzel ahlâk kimde bulunursa Allah Teâlâ onu cennetine yerleştirir.” buyurmaktadır:

“Lisanda sadâkat. İnsanlara bir şey emredeceğimiz veya insanları bir şeyden nehyedeceğimiz vakit sözlerimizde sadakate dikkat etmeliyiz.

Malda cömertlik. Mal ile yapacağımız cömertliğin başında insanlara hakkı emredip münkerattan nehyedecek seviyede insan yetiştirmek gelir.

Kalbde muhabbet. Emr bil maruf nehy anil münker vazifesinin temeli, ruh-i mahlûka karşı muhabbettir. Allah (c.c) kullarını sevdiği için onlara iyiliği emretmiş, kötülüklerden de nehyetmiştir. Peygamberler de ümmetlerini çok sevdikleri için onlara iyilikleri emretmiş, kötülükleri nehyetmiştir. Muttakî ilim ehli insanlar da Allah’ın kullarını sevdikleri için onlara iyilikleri emretmiş kötülüklerden uzak kalmaları için de gayret sarf etmiştirler.

Yanındakilere nasihat. Yanında olmayanlara da imkân ölçüleri ile nasihatte bulunmak. Yani mektup, telefon ve günümüzdeki değişik iletişim vasıtaları ile nasihati insanlara ulaştırmak mecburiyetindeyiz.”

Allah Teâlâ Hazretleri evveli hak, sonu hak, zahiri hak, batını hak olan emr bil maruf nehy anil münker vazifesini hakkıyla yerine getirmeyi, bu vazifeyi yerine getirenlere yardımcı olmayı cümlemize nasip buyursun.

Selam emr bil maruf nehy anil münker vazifesini yerine getirenlere, onlara yardımcı olanlara, onların tebliğlerine kolaylık sağlayanlara ve tebliğ edilenleri kabul edip yaşayanlara olsun.