İçeriğe geç
Anasayfa » “EN FAZİLETLİ OLMAK” YOLU CİHAD

“EN FAZİLETLİ OLMAK” YOLU CİHAD

“Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır.”

Hadis-i Şerif

            İnsanoğlunu, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği; hiç şüphesiz akıl ve irade kabiliyetleri ile mücehhez kılınmış olmasıdır. Sahip olduğu bu vasıflarıyla nebatat ve hayvanattan ayrılan insan; bu kabiliyetlerini hayırlı fiiller ortaya koyacak şekilde harekete geçirebildiği nisbette de hemcinsi olan diğer insanlar arasında temayüz eder ve Rabbi katında aklın ihata edemeyeceği kadar yüksek mertebelere nâil olur.

İnsanın, kendisine verilen bu akıl ve irade kabiliyetini hayır istikametinde kullanması neticesinde zuhûr edecek fiillere ulaştıran cehd ve gayrete İslâm ıstılahında cihad ismi verilmektedir.

Sözlükte; eziyet, meşakkat[1], güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün gayretleri kullanmak manasındaki cihad; mallarımız ve canlarımızla imtihan olunduğumuzun farkında olmak[2] ve bu uyanıklığın icabı hareket edebilmektir.

Cihad “…Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler.”[3] Ayet-i Kerime’si ve “Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır.”[4]  Hadis-i Şerifi’nde açıkça ifade edilen manayı hayat gayesi edinebilmektir.

Cihad, İslâm’ın korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir ki; bu vazifeyi yerine getirebilene de mücahid denir.

Mücahid; Allah (c.c) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî imkânları yine O’nun yolunda kullanan, o yolda feda eden kimsedir[5]

Mücahid; hayatının tek gayesini, Allah adını yüceltmek ve yeryüzünden fitneyi kaldırmak şeklinde belirleyen ve bu doğrultuda gayret sarfeden kimsedir.

Mücahid; kendisine örnek ve lider kabul ettiği Peygamberinin buyurduğu gibi, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyen, fakat düşmanla karşı karşıya geldiğinde de sabredip, direnen kişidir.[6]

Hevâ ve hevesleri doğrultusunda, önüne gelen herkese değil de kendilerine savaş ilan edenlere[7], verdikleri sözü tutmayıp tekrar İslam’a saldıranlara[8], Allah’a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı[9], yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah’ın dinini hâkim kılmak[10] için son nefesine kadar çalışıp çabalayan müslümandır mücahid.

“ ‘Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz’ Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki; ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mü’mindir, dili ile mücadele eden mü’mindir kalbi ile mücahede eden mü’mindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur.”[11] haberinin şuurunda olan ve bu şuurun icablarını yerine getiren kimsedir mücahid.

Maddî ve Manevî Cihad

Âlimlerimiz, tarih boyunca, cihadı çok çeşitli şekillerde tasnif etmişlerdir.[12] Bu tasniflerin hemen hemen hepsi kitaplarımızda yer alan cihad-ı esğar (küçük cihad) ve cihad-ı ekber (büyük cihad) haberine dayanmaktadır. Bu tasnifi maddî ve manevî cihad şeklinde de ifade edebiliriz:

Manevî Cihad

Manevî cihad, Allah ismini yüceltme gayretinde olan kişinin, bu gayretinde arzulanan manada kâmil bir muvaffakiyete ulaşabilmesi için atılması gereken ilk adım, kişinin fikriyatında Allah isminin eşsiz bir mertebeye çıkarılmasıdır.

Manevî cihad, insanın nefsiyle, iç dünyasıyla cihadıdır. İnsanın, kendi özüyle arasındaki engelleri aşması, nefsini tezkiye etmesi ve marifetullaha ulaşmasıdır.

Nefse ve nefsin arzularına karşı yapılan cihad muhakkak ki insanoğlunun her nefesinde karşı karşıya kaldığı en çetin imtihanıdır. Bu hakikati Efendimiz (s.a.v) de şu Hadis-i Şerifleriyle ifade buyurmaktadırlar. “Hakikî mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir.”[13]

Manevî cihad ile ömrünün sonuna kadar uyanık halde bulunan mü’min, bu uyanıklığını, cemiyet hayatında, din yolunda gösterdiği gayretle yani maddî cihadıyla ispatlar. Bu imtihan macerasında başarıya ulaşamayan ve hakiki mücahid payesi alamayan insan -ekseriyetle- düşmanının karşısına çıkacak güç ve cesareti de kendinde bulamaz.

Maddî Cihad

Maddî cihadı; mü’minin, İslâm ile insanlar arasındaki engelleri kaldırması ve bu adımın neticesi herkesi iman ve İslâm’ın güzellikleriyle tanıştırmasıdır şeklinde tarif edebiliriz.

Maddî cihad yalnızca savaş meydanlarında ifa edilebilecek bir cihad şekli değildir elbet. Yeri geldiğinde söylenen bir sözle ifa edilen cihad, yeri geldiğinde de sessiz durabilmeyi bilmektir. Bazen bir sohbet meclisine katılmak, bazen de bir toplantıyı protesto ederek katılmamaktır cihad. En öz ifadesi ile cihad, kişinin her fiilini Rabbinin rızasını elde edebilmek için ayarlaması ve gerekenleri gerektiği yerde gerektiği tarzda ifade edebilmesidir.

Mü’minin cemiyet işlerini ilgilendiren bütün harekâtını, iyilikle emir, kötülükten nehiy prensibine göre ayarlaması olarak da tarif edebileceğimiz maddî cihad, kişinin imkânları nispetinde farklı şekillere bürünür. Mali imkâna sahip olan bir mü’minin ilk plandaki cihadı malını, varlığını Allah Teâlâ yolunda sarf etmesidir. İlim sahibi bir Müslüman ise ilminin hakkını verebildiği ölçüde cihad vazifesini ifa etmiş olur. İlmini miras bırakabileceği bir talebe yetiştiremeyen, ilmin verdiği vakar ve haysiyeti taşıyamayan ve gerektiği yerde hak bildiğini söylemekten dahi âciz durumda bulunan bir âlimin kendi malumatını arttırmaktan başka bir faydası olmayan birkaç satır okuması cihad olarak isimlendirilemez. Bu misalleri her insan sahip olduğu imkânları nispetinde arttırabilir. Fakat ister zengin olsun, ister fakir olsun, ister âlim olsun ister cahil olsun her insan için cihadda nihâî nokta gerektiğinde canını ortaya koyabilmektir.

Gerçek mutluluğun ne olduğunu hiç şüphesiz en iyi takdir edebilen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bakın Allah yolunda can vermekten nasıl övgüyle bahsetmektedir:

“Ah ne kadar arzu ederdim ki; Allah yolunda öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim.”[14]

Can vermek sıradan bir müslüman için hoşnutlukla yerine getirilebilecek bir iş değildir. Fakat “Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz.”[15] Ayet-i Kerime’sinde de açıkça zikredildiği üzere insan bazen kendisi için neyin hayırlı olup olmadığını ayırt edemeyebilir.

Cihadı her ne kadar, maddî ve manevî cihad şeklinde ikiye ayırmış olsak da şu hakikati bir kez daha tekrar etmeliyiz ki, bir mü’min için istenen kıvama gelmek ancak bu iki cihadı da gereğince ifa edebilmekle mümkündür.

Zirve insan olan ve kendisine her alanda itaat etmemiz biz mü’minlere emredilen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz her hususta olduğu gibi maddî ve manevî cihadda da üsve-i hasenemiz, en güzel örneğimizdir.

Fahr-i Kâinat, Âlemlere Rahmet, Peygamber Efendimiz… Namaz kıldığında, ağlarken, göğsünden kaynayan bir tencerenin fokurtusunu andıran sesler gelen, bazen günlerce oruç tutan, bazen sabahlara kadar kıldığı namazın tesiriyle mübarek ayakları şişen ve kendisine Hz. Aişe (r.anha) validemiz tarafından “…gelmiş geçmiş günahları af olan Sen, niçin bu kadar kendini yoruyorsun?” diye sorulduğunda “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?”[16] cevabını veren, “Allah’a kasem olsun! Ben, her gün yetmişten fazla istiğfar eder ve O’na yönelirim.”[17] diyen bir Peygamber, gerektiğinde canını feda etmeyi dahi göze alarak, cesaretiyle maruf bir çok sahabînin de bulunduğu Huneyn harbinde en öne atılmış ve,

“Ben Peygamberim, bunda yalan yok. Ben, Abdülmuttalib’in torunuyum.”[18] diyerek atını mahmuzlamış ve düşman saflarına doğru yürümüştü.

İşte O’nun lisanından cihadın ne olduğunu ve mücahidin ne büyük makamlara aday olduğunu dinleyerek sözlerimizi noktalayalım:

Bir sahabî Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v)’e gelerek: “-İnsanların en faziletlisi hangisidir?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz cevaben: “-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mü’min kişidir.” buyurdular.[19]

 

 

[1] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi garîbi’l-Kur’an , c-h-d maddesi

[2] Âl-i İmran, 3/186

[3] Bakara, 2/218

[4] Ebû Davûd, Cihad, 33

[5] Şamil İslam Ansiklopedisi, Cihad maddesi

[6] Bkz. Buharî, Cihad, 112, 156; Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89

[7] Bkz. Bakara, 2/190

[8] Bkz. Tevbe, 9/12,13

[9] Bkz. Tevbe, 9/29

[10] Bkz. Bakara, 2/19

[11] Müslim, İman, 20

[12] Bu tasniflere misal olarak Ragıp el-İsfahanî’nin şu tasnifini verebiliriz:

“Açık olarak görünen düşmana karşı cihad.

Şeytana karşı cihad.

Nefse karşı cihad.” Müfredât a.g.y.

[13] Tirmizî, Cihad, 2

[14] Buhârî, Îmân, 26; Müslim, İmâre 103; Nesâî, Cihâd, 30

[15] Bakara, 2/216

[16] Buhârî, Teheccüd, 6

[17] Buhârî, Deavât, 3

[18] Buhârî, Cihâd 52; Müslim, Cihâd, 78

[19] Buhârî, Cihad, 2