İçeriğe geç
Anasayfa » ENVER BAYTAN HOCAEFENDİ İLE TESETTÜR’E DAİR… (Mülâkat)

ENVER BAYTAN HOCAEFENDİ İLE TESETTÜR’E DAİR… (Mülâkat)

Tesettürün Kur’an ve Sünnetteki delilleri nelerdir? Tesettürün belli bir tarifi var mıdır?

Tesettür, örtünme demektir. Şer’an manası: vücütta örtülmesi emredilen yerleri örtmek demektir. Erkeklerde ayrı hanımlarda ayrı örtünme emirleri vardır, ona göre elbiseleri vardır. Erkek erkeklere ait elbise ile örtünür, hanım hanımlara ait olduğu bilinen elbiseleriyle örtünürler. Hiçbir erkek, hanım elbisesiyle örtünmez. Onun şerefi erkek elbisesi içindedir. Keza hiçbir hanım da erkek elbisesini giymez. Örtünmesini hanımlara tahsis edilmiş elbiselerle temin eder, bu şekilde örtülür. Mesela pantolon giymez Müslüman Hanım. Niçin? Çünkü erkeğe tahsis edilmiştir. Onun da şerefi hanımlara ait olan kisve içinde örtünmektir. Şerefleri böyle bilinmeli.

Şimdi üç ayet-i celile meali verelim onlardan anlaşılan bir kere anlaşılsın:

Nur suresinin 30. Ayet-i celilesinde, erkeklere şöyle bir emir veriliyor ve peygamberimize, bunu tebliğ et, diye de emir buyruluyor. “Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar ve namuslarını korusunlar. Bu kendileri için çok temiz bir harekettir. Şüphesiz ki Allah, kullarının ne yapacaklarından haberdardır.” Burada görüldüğü gibi gözlerini harama bakmaktan, ayıp bir şey görmekten sakınsınlar. Burada anlaşılan; göz; kötülüğün, zinanın postacısıdır. Erkeklerin gözlerini haramdan sakınabilmeleri için karşılarında bulunan hanımların örtülü olması lazım. Hanımların da kötülükten sakınmaları için erkeklerin emredilen şekilde örtülü olması gerekir. Tesettür emrine işaret, burada var. Tesettür emrediliyor. Şimdi geçelim hanımlara emredilen tesettüre. Onlar da tesettür, tepeden topuğa kadardır. Peygamberimize şöyle tebliğ edilmesi emredilmiş: “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını korusunlar, zînetlerini açmasınlar.” Burada erkekten farklı: zînetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı (yüz, eller, ayaklar) müstesna, başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde koysunlar.” Gerdanını örtecek şekilde koyacak. Bu sefer bu zînetler görünmeyecek. Zaten zînetleri böyle örtmekten maksat sadece o altınlar değil, onların bulunduğu yerler: boyun mesela. Boyuna altın takıyorlar, bunlar örtülecek. Bu ayet-i celileye göre burada hanımlara tesettürün gerektiği açıkça emredilmiştir. Bugün bu ayet-i kerime üzerinde anlayışı yanlış, ilmi az, düşüncesi-terbiyesi kıt olan bazı bizim saftaki kimseler, Efendim şöyleydi, böyleydi, diye başörtüsünü hafife almaya çalışıyorlar. Ne kadar zavallı insanlar var. Senin işin gücün yok mu! Tâ Peygamberi Zîşân Efendimiz zamanından itibaren başörtüsü, Peygamberi Zîşân tarafından emredildiği gibi, ashâb-ı kirâm nasıl emredildiyse aynen devam ettirmiştir. Müctehid imamlar, ictihadlarını ashâb-ı kirâmı gözden geçirerek Peygamberi Zişan Efendimiz’in onlara nasıl öğrettiğine de bakarak kitaplarını yazmışlardır. O kitaplarda, başörtüsü hanımlara farzdır, bunda zerre kadar şüphe yoktur. Bu böyle iken ‘Kur’ân’a yeni yorum getirme’ vesâire gibi boş laflarla böyle bazı şeyler söylüyorlar. O laflar boşa gittiği gibi kendilerini de boşluğa düşürüyorlar. Bu sefer onlara mecburen diğer alimler ve bütün Müslümanlar inanamaz hale geliyor. Müslüman derin düşünür, baktığında ibretle bakar, dinlediğini de firasetle dinler, o şekilde benimser veya reddeder. Müslüman’ın vasfı budur. Eğer bunu yapmıyorsa o müslümanın imanında zafiyet vardır. Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v): “Mü’minin ince bakışından sakının, çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” Buyurmuş. Gözlüğü ona göredir, kalbi ona göredir, kalbi nurludur. Onun gözlüğü de öyle gösterir ki karanlığı ayırır, aydınlığı ayırır ve kalbe ona göre aksettirir. Sakınmak gerekiyorsa o kalp sahibi sakınır, kabul etmek gerekiyorsa kabul eder. Böyle bir bakışa sahiptir mümin. Elmalılı Hamdi (merhûm) başörtüsü hakkında şöyle söylüyor: “Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar demek; başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, sinelerini sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine getirebilecek başörtüsü kullansınlar.” Tefsirinde bu cümleleri yazmış hepsi de içinde. Baş örtmek, öyle bir bez parçasını atmakla olmaz. Bazı hanımlar böyle yapıyor; kulakları da meydanda gerdanları da hatta saçların da bir kısmı meydanda. Güyâ örtmüş oluyor. Hâlbuki örtmüş olmuyor, öyle bir örtü öğretilmiş değildir. Ahzab Sûresi’nde Cenabı Hakk şöyle buyuruyor: “(İhtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman) dış elbiselerini giyinsinler.” Bu şekilde bir emir bu ayette var. Niçin? Çünkü dış elbise başkadır, evin içindeki elbise başkadır. Evin içinde entari ile dolaşabilir, dışarı çıkarken eve ait olan entarinin ferace veyahut çarşaf veya bugün geniş bir manto giymedikçe hanıma dışarı çıkma izni yoktur. İzin almadan dışarı çıkıyor ve eve dönene kadar günahkar olarak dolaşıyor bundan hiç şüphesi olmasın. Yani hanım evden çıkmadan önce dışarı çıkma izni alacak Cenab-ı Hakk’tan. Nasıl alacak? Bu ayet-i kerimede emredildiği şekilde, dış kisvesini üzerine giyecek sonra izin verildi sayılır, dışarı çıkabilir. Aksi halde dışarı, dış elbisesini giymeden çıkarsa, dolaştığı kadar cezalandırılır başka hanımlara da gösterip kötü örnek olduğu için bu kötülüğü aşılamış olduğu için kendisi ayrıca cezalandırılır. Bunları bir hanım bilmelidir. Öyle hanım var dışarıya çıkarken güzel örtünür hanımlık şerefi üzerinde görülür.

Uyanık bir Müslüman vardı, ayakkabı tamir eder amma boş durmazdı, kitap da okur. İstanbul’a gelmiş malzeme almış, İzmit’e dönüyor. Osman Efendi isminde bir zat. Dönerken Tuzla’ya gelmişler, karşısında da aynen kendini madama benzetmiş, kıyafeti itibariyle madam görünüşünde bir hanım oturuyor. Şurası açık, burası açık, böyle bir hanım. Buna, ‘Beyefendi, demiş, burası Tuzla mı? ‘Tuzla madam’, demiş. ‘Burada şifalı su varmış, doğru mu?’ ‘Evet madam.’ demiş. ‘Ben madam değilim!’ demiş. ‘Nesiniz siz?’ demiş. ‘Ben müslümanım.’ demiş ‘Hanımefendi kusura bakma, ben kalbinizdeki imanı bilemem. Cenab-ı Hakk bilir. Görünüşünüz itibariyle siz bir madamsınız nazarımda, çünkü kıyafetiniz bir madam kıyafeti. Kendiniz gösteriyorsunuz bu şekilde…’ bunu böyle anlattı.

Erkek de dikkat edecek

Erkeğin avreti neresi? Şimdi bakın, gelelim erkeğin avretine. Erkeğin avreti neresi, hadis-i şerif bildiriyor: “Erkeğin avret yeri: göbekten itibaren diz altına kadardır, dizler de avrete dahildir.” Öyleyse erkek de dikkat edecek. Evden çıkarken mümkünse vücudun tamamını örtsün, tamamını örtmesi sünnettir. Amma farz olarak, en az olarak göbekten itibaren diz kapağına kadar olan yeri örtecek. ‘Efendim, spor sahasına gidiyorum, deniz kenarına gidiyorum, mahalle içine gidiyorum…’ Örtecek. Daha kısa olursa oralara gidemez, izin almış sayılmaz. Oralarda kısa şeyler giyip çıkıyorlar. Sporcular, deniz kenarına yüzmeye gidiyorlar.. Bu şekilde izin almış mıdır? Hayır, izin almamıştır, günahkâr olmuştur. Rasûlullah (s.a.v) hadis-i şerifinde, erkeğin vücudunun hududunu göstermiş oluyor.

Şimdi bir hanım, kitaptaki kayda göre, -hür olan bir hanım- saçının sarkıklarını da örtecek. Fıkıhta bu kayıt vardır. Saçı nereye kadar sarkıyorsa oraya kadar örtecek sahih kavle göre örtecek. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz hadis-i şerifte “Hanım, bütün bedeniyle avrettir.” buyurmuş. Burada harici yoktur, ancak elleri, yüz ve ayakları müstesnadır. “…Evden dışarıya çıktığı zaman eğer onun açık saçık tarafları varsa şeytan ona göz koyar.” Böyle. Bunu açık şekilde bildiren hadis var. Şimdi bir insan şeytanı vardır, bir de cinden olan şeytan vardır. Hangisi daha tehlikelidir, sual? İnsandan olan şeytan, cinden olandan daha tehlikelidir. Ayet-i kerime var: “Şeytanın hilesi zayıftır.” Hâlbuki insan ile ilgili olan ayette “sizin hileniz pek büyüktür.” hanımlara buyruluyor. Şimdi; insanın kötülüğü, öbür şeytanın kötülüğünün yanında bazen hafif kalır. Kıyamet günü de hak isteyecek öbür şeytan. Benden daha kötüsünü bu yaptı, diye. ‘Bu sakınmakla mükellefti, sakınmadı ve kötülük yaptı, vazifesini yapmadı; benim de vazifem onu kandırmaktı, ben vazifemi yaptığım için karşılığını isterim. Ben vazifemi yapan kimseyim, o, kaçan bir kimse…” Şimdi haklı mı değil mi? İnsan olan versin bunun cevabını.

Tesettürün tıbbi yönü

Efendim, setr-i avretin bir takım maddeleri var, doktorlar da gerekenleri yazmışlardır. Müctehidler, ulemâ da gördüklerini, bildiklerini kitaplarına yazmışlardır. Şimdi deniliyor ki: elbiseler İslâm’ın ruhuna ve tıbbın tavsiyelerine uygun olmalı. Bizim dinimiz ihtisasa hürmet eder. Doktorların ihtisasına da hürmet eder, onlar ne diyorlarsa öyle giyinmeyi dinimiz dikkate alır. Tabi ki tabîb-i hâzık-ı müslim olmalı. Müslüman ve uzman olmalı, öyle rastgele doktorlar var onlar bu işin dışında… Evet, neler söylemiş onlar? Elbise haline münasip, edebe uygun olmalıdır. Erkeğin erkeklik haline ve mâlî haline uygun olmalıdır, edebi temin eden elbise olmalıdır. Burasını böyle bilmek gerekir. Kadınlarda el ve yüz müstesna, giyeceği elbise tüm vücudu kaplamalıdır. Şeffaf olmayıp, kalın olmalıdır. Erkeklerde de hanımlarda da şeffaf, altını gösteren elbiseyi giymiş, olduğu gibi teni gösteriyorsa örtünmüş sayılmaz. Teneffüs vazifelerini aksatacak, kan dolaşımını bozacak, vücudun gelişimini engelleyecek kadar dar, sıkı ve bedene yapışık şekilde değil; geniş olmalı, avret uzuvlarını belli etmemelidir. Şimdi dar elbise giyiyorlar hanımlar.

Bir keresinde, Gedikpaşa’da bir camii vardır, Emin Sinan camii. Oranın yolu oldukça bayırdır aşağı doğru. Şimdi bir hanım ayakkabı giyinmiş, önümde olduğu için gördüm, ayakkabının ökçesi aşağı yukarı bir karış yüksek. Bir de dar bir etek giymiş, ayağını birbirinden ayırıp da adım atacak hali kalmamış. O sivri olan ökçe girdi mi iki taşın arasına, çattı belaya. Hiç aklımdan çıkmaz, durdu kaldı. Sen misin öyle yapan, daha dünyada cezanı çekersin. Ne lüzum var. Yukarı çıkarken engeller, aşağı inerken engeller.

Kadının elbisesi erkeğinkine, erkeğin elbisesi de kadınınkine benzememelidir. Şimdi burada ulemânın titizliği vardır. Mutlaka böyle olmaldır, diyorlar. Hadîs-i şerifler vardır. “Erkek elbisesine giren kadınlara, kadın elbisesine bürünen erkeklere Allah lânet etmiştir.” diye buyuruyor Rasûlullah (s.a.v). Kendisinin de gene lanet ettiği, başka bir hadis-i şerifinden anlaşılıyor. Ne kadar güzel bir din, herkes kendi cinsi içinde muhteremdir. Orada kalmasa o, yani dünyada o şerefe nâil olmuş insanlardan değildir. Kâfir kadınların kıyafetine uymamalı. Demin buna bir işaret geçti. Kâfir kadınların kıyafetine uyarsa ne olur? Biz zâhire göre hükmederiz, insanların içindeki imanı-küfrü Cenâb-ı Hakk bilir. Zâhirde müslüman ise ona göre muamele olunur. Hatta münafıklara bile Müslüman muamelesi yapılıyor. İçinde küfür var sadece dilinde imanlı olduğunu söyler münafık. Münafığın tanımı şudur: içinde küfrü gizler, dilinde de imanı söylerse bu adam yahut kadın münafıktır.

İpek elbiseye gelince, ipek elbise ve altın erkeğe niçin yasaklandı? Altın zinet kullanmak ve ipek elbise erkeğe yasak, niçin? Bunu doktorlar araştırmışlar tespitleri şu: Bir erkek ipek elbise giyerse ve altın zinet değerse kan dolaşımını erkekte yavaşlatıyor; altın da aynı şeyi yapıyor ama hanımlarda yavaşlatmıyor. İlahî emrin hikmeti araştırılınca ortaya çıkan netice budur. Yani bizim bilebildiğimiz tabi. Yoksa Allah’ın emridir diye yapılır tabi.

Bir kimse karanlığın örtmesiyle de örtülmüş olmaz. Bunlar zaten fıkıh kitaplarında uzun uzun yazıyor. Setr-i avret hem Hâlık’ın hem mahlûkun hakkıdır, binaenaleyh yalnızken dahi örtünmek vaciptir. Evin içinde yapayalnızken bile hiçbir mecburiyet olmasa dahi avret yerleri örtülü olacak. Hanım olsun erkek olsun fark etmez açık olarak dolaşmayacak. Bir mecburiyet varsa evin içinde başkası da görmediği için bir dereceye kadar müsaade edilir. Bu hem Hâlık’ın hakkıdır hem mahlûkun hakkıdır. Mahlûka göstermeyecek çünkü ona göstermek haram, Hâlık onu öyle görmeyecek çünkü Cenâb-ı Hakk’ın beğeneceği şey değil. Onun için evde de elden geldiği kadar örtülü olunması gerekir, çok mecbur olunursa istisna.

Bir de kademe meselesi vardır, evde çıplak dolaşmaya alışırsa dolaşa dolaşa ruhuna iz yapar, yavaş yavaş şuraya kadar buraya kadar derken açılır, buna da yol açar. Buna erkek de kadın da dikkat etmelidir.

İçinde yaşadığı iklim şartlarına göre giyinmeli. Tıpta ‘harâret-i garaziyye’ denilen bedenin tabiî hararetinin muhafazasına elverişli olmalı. Bu da çok mühim, bu doktorluğa göre bir madde amma doktoru da dinlemek lazım. Kitabın emrettiği şekilde güzelce giyinmiş bir hanım, bir de Kitab’a hiç bakmamış çırılçıplak dolaşmış, açık yerlerde yüzmüş böyle bir hanım… Böyle olanlar arasındaki hastalar, örtülü olan hanımların arasındaki hastalardan çok daha fazla. Başı örtülü hanım veya erkek ile başı açık dolaşan hanım veya erkek arasında da böyle fark var. Çünkü Dr. Hüseyin Remzi Bey bunu ‘İlmihâl-i Tıbbî’ kitabında yazıyor. Şimdi, beyin teşkilatını başa konulan takke korur mu? Korur, neyden korur? Sıcağın ve soğuğun tesirinden korur. Sıcak veya soğuk hava geldiğinde ilk olarak takkeye vurur derken vücuda gelene kadar soğuma veya ısınma meydana gelir böylece baş korunmuş olur. Diğerlerini, böyle bir şey olmadığından doğrudan tene vurur ya da beyne vuruyor, bu sefer onun beyni diğerlerinden farklı oluyor biraz. Beyinsizlik başlıyor, başını örtmeyi düşünemiyor.

Bir Müslüman bulunduğu yerde elbisesinin temizliği nedeniyle kendini belli etmeli. Bektaşî’nin biri bir mecliste imiş, sırtında da kir içinde bir gömlek varmış. Efendi, demiş biri, ‘Sizin bu gömleğiniz epeyce kirlenmiş niçin yıkamıyorsunuz?’ ‘Yıkadım.’ demiş Bektaşî. ‘İyi ama şimdi kirli.’ ‘Evet yıkadım yine kirlendi.’ ‘Bir daha yıka.’ demiş adam. ‘Bektaşî de bunun üzerine ‘Ben bu dünyaya gömlek yıkamaya gelmedim. Uğraşacak vaktim yok.’ demiş. Bektaşî bu, söyleyecek söz bulur elbet…

Bedenin lüzumsuz ve mübalağalı elbiselerle süsleme ve donatma yoluna gitmemeli, moda hastası olmamalı. Elbise güzelce kitaba uygun olarak giyilmeli moda takipçisi olmamalı. Modadır diye ne israflar yapılıyor.

En ziyade kıymetli olan ve hayatın merkezi sayılan başı sıcak ve soğuğun fenâ tesirlerinden korumak için başa beyaz bir şey giymeli. Bunu da tavsiye ediyor, beyaz renk ile siyah renk sıcağı aynı derecede reddetmez. Beyaz olan daha fazla reddedermiş, öyle anlaşılıyor. Bu kafa ile alakalı hastalıklara karşı alınacak tedbirlerin en güzelidir. Çünkü hâricî hararetin şiddetini içeriye geçirmeyeceği gibi dâhildeki harareti de ifrat derecede dışarı vermez.

Kadınlar baş ve saçlarını örttükleri gibi saçlarının sarkıklarını da örteceklerdir. Kadınlar evden dışarı çıkacakları zaman mutlaka, dış elbiselerinden üzerlerine çarşaf ferâce gibi bir şey giymelidir. Kadının giydiği elbise güzel ve çekici koku salmamalı, bu da dinimizin tembihidir. Giyim kuşamda memleketin dine uygun âdetine muhalefet etmemeli. Muhalefet ederse dikkat çeker. Memleketin âdetine muhalefet etmeden tesettürü temin eden bir şey olmak üzere onu giymelidir.

Elbiseyi besmele ile giymeli, elbiseyi giyerken avret yerini örtmenin farz olduğunu bilmeli ve bu niyetle giymeli. Böyle yaparsa niyetinden dolayı sevap kazanır. Elbiseyi giyerken sağ ile başlamalı çıkarırken de sol taraf ile başlamalı. Elbise çıkarılınca besmeleyle ve hürmetle münasip bir yere konulmalıdır. Elbise insan için bir nimet olması sebebiyle böyle yapılmalıdır. Bir kimse elbisesini çıkarırken elbise ona lisan-ı hal ile: Sen beni gece süsle ki bana hürmetini göster ki ben de seni gündüz süsleyeyim, der.

Müslüman giyim kuşamı ile de örnek olmalı

Son olarak helal kazançla giyinmeli öyle… Kazanıp giyinmeliyiz. Kazanılan para helal olmalı ya da elbise helal para ile alınmalı, çalınmış olmamalı, mesela; haram olmamalı bunlar böyle arz edilmiş. Hülâsa, bu dünyada bir Müslüman, giyim kuşam itibariyle başkalarına örnek olmak zorundadır. Giyim kuşamı da kitaba uygun olmak zorundadır. Bu mecburiyetini bilecek kitaba uygun elbise bulacak ve onu giyecek ve başkaları da ondan nasıl giyineceğini öğrenecek. Şimdi Türkiye’ye turistler geliyor, burada nasıl giyinileceğini öğrenmeli. Açık elbiseden kaçınmalı, örten elbiseleri tercih etmeyi öğrenmeli. Döndüğünde kıyafet itibariyle bilgili gitmeli. Türkiye’ye gelen turistler içki içmemeyi öğrenmeli, içmeyi değil. Turistler içki içer diye alimallah bütün sokaklar meyhane oldu. Eskiden, Osmanlılar zamanında İslam ülkesine gelen seyyahlar iyilikleri öğreniyorlardı, kötülükleri öğrenemiyorlardı. Çıplak dolaşamıyorlardı, çıplak dolaşma cesaretini gösteremiyordu amma kadın amma erkek. Niçin, kendi benliği var, kendine göre giyiniyor her insan. Şimdi ne yapıyorlar, bizimki onlardan beter açılmış. Mahvettiler memleketi, o yüzden bu gençler modacılarla görüşmeli ama ulemâ bu işi yapacak ama o türlü âlime hiç rastlamadım desem caiz. Oturuyorlar, vebalini düşünmüyor oturuyor. Hanıma, hanımlığına göre giyindirsin hem para kazansın hem sevap kazansın… Ya örtmeyecek elbise yaparsa, para kazanır amma bir taraftan da günah kazanır. Ne kadar? O kimse o elbiseyi kullandığı sürece.

Asıl gaye kendini günaha sokmamak, başkasını da seyrettirerek günaha sokmamak. Hanım erkeğe karşı cazibelidir. Hanıma karşı da erkek cazibelidir. Erkek avret yerlerini örtecek. Hanımlara arz-ı endam edip avret yerini gösterip de onu günaha sokmayacak. Ayet-i celilerde gaye bildirildi. Her ikisine de bildirildi.

Hanım  her zaman elbiseli yaşamıştır. Erkek de öyle. Devre göre. Daha kumaş keşfedilmeden önce ne hikmetse geniş yapraklı bazı ağaçlar vardı. Onlarla avret yerlerini örtüyorlardı. Avret yerleri örtülsün diye başka mahlûka katiyyen bir emir verilmemiş. Binaenaleyh bir hanım veya erkek avret yerini örtmeden dışarıda dolaşırsa ‘ben hayvanım, beni böyle görün.’ manasını taşır. Hayvanca dışarıda dolaştığını bilsin. Emredildiği şekilde elbise giymeyen hanım dışarıda aynen hayvan dolaşır gibi dolaşıyor. O kadar da değil “Bel hüm edall (Bilakis daha da aşağı)” Ayet-i kerime vardır. Bir yandan da günah kazanıyor. Hayvana günah yazılmaz. Çünkü ona ‘Avret yerini ört.’ diye birşey emredilmemiş. Günah yazılmaz. Ama erkek ya da kadın çıplak dolaşırsa günah yazılır mı? Yazılır. Niye? Çünkü isyan ediyor, emir dinlemiyor. Onun için.

İnsan kitapsız yaşamaz. Hangi insan; gönderilen kitaba bağlı değil, açıp bakmıyor, ahkâmını aramıyor sormuyor, bildiği gibi yaşıyorsa aynen dört ayaklı hayvan gibidir. Bu dünyada. Kitabı yok binaenaleyh hayvan. Kitaba göre hayatı yok, o hususta da hayvanlığı vardır. Bu itibarla insanlar, insanca yaşama yolunda olmalı. Kitaba uygun şeyler öğrenip ona göre amellerini ayarlamalı.

Gayet geniş bir şekilde görülüyor. Göz zinası. Hanımlar olsun erkekler olsun bir yere giderken böyle câlib-i dikkat açık saçık hanım ya da erkek, erkeğin avret yerine açılsa erkek de bakamaz. Nasılsa bakabildi, ama hemen gözünü çevirdi bakmadı. Ona günah var mı? Yok. Döner tekrar bakarsa o zaman günahı vardır.

Hz. Ali (r.a) Efendimiz, bunu zamanında kendisi Rasûl-i Zîşân Efendimize soruyor. Ya Rasulallah, bazen oluyor ki bakmış bulunuyoruz. Avret yeri açık bir hanıma farzet, yani bilerek değil, öyle denk geliyor. Bundan bir vebal var mı? ‘Ondan bir vebal yok. Tekrar baktığın zaman vebali var.’ buyurdu. Çünkü ondan sakınmak mümkün değil. Gözünü yumsan yola gidemezsin. Adım başı hele bugünkü gibi çıplak doluysa… İşte bakmamak. Elden geldiği kadar ona tekrar bakmamak. Çaresi bu.

Efendim, birinci derecede devlet bu işle mükelleftir. İster istemez. Devlet o kadar geniş manada mesuliyet altındadır ki; elbiseyi giyen kimseler bile nasıl giyiniyor kontrol etmek mecburiyetindedir. Bunu görecek. Bununla beraber anne baba çocuklarını yetiştirirken onlara giyim kuşamı da öğretecek. Ne zaman; yedi yaş ile on yaş arasında bilhassa. Yedi yaş ile on yaş arasında müslüman bir hanım, müslüman bir erkek nasıl giyinir, bunları öğretecek. İkisini de. Mesela kız çocuğuna ikisini de öğretecek. Erkeğin kıyafetini de hanımın kıyafetini de. Hani göz meselesi varya. Erkek çocuğuna da öğretecek.

Ondan sonra bunları yerine getiriyorlar getirmiyorlar, ana baba kontrol edecek. Çünkü onlara en yakın olan ana babadır. Onlardan sonra akrabası varsa onlar, müteselsilen komşular. ‘Filan yerde biraz açılmış da dolaşıyor, gördüm.’ diyecek, haber verecek. Nasihat etti de anlamadı ise, haber verecek babasına. ‘Haberin olsun kıyafeti bozuluyor yabancılaşıyor. Senin de evinde yaşıyor…’ Mahallende yaşıyor. Bunları söyleyecek. Bu şekilde olması lazım.

Peki aksini emrediyorsa; âmirler, idareciler? Başörtüsü meselesi gibi, Allah şerlerinden korusun. Yahu böyle bir tek adam görülmedi Osmanlılar zamanında. Ya… ‘Biri şuraya gelse de başörtüsünü örtmezlerse, yahut ben yasak edersem, ne olur?’ diye bana sorsa, ‘Anladığın iş üzerinde çalış, bilmediğin şeye karışma, cahil olduğun anlaşılıyor.’ diye cevap veririm. Sen bir cahilsin. Sana mı düşmüş bu! Başörtüsünün farz olduğunu şu ana kadar duymadıysan, bana soruyorsan sen bir cahilsin, karışma. Hangi hakla yasak ediyosun sen! Allah emredecek, sen diyeceksin ki ‘Yok, ben yasak ederim.’ Ben seni nasıl dinlerim. Senin sözüne söz diye bakmam ki ben… Mecburen dinin emri bana böyle. “La taate limahlûkin fî ma’siyeti’l-hâlik.” (Allah’a isyan ifade eden hususta mahluka itaat yoktur). Açık açık hadis-i şerifler vardır. Bu itibarla yarına erteleme imkanı yok. Böyle yersiz yasaklar ortadan kaldırılmalıdır. Herkes gücüne göre memlekete sahip çıkmalı.

Mülâkat: Abdulkerim Malkoç