Yapılan bir araştırmaya göre (PRB) dünyamızda günümüze kadar yaklaşık olarak 109 milyar insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Bugün dünya nüfusunun ortalama 8 milyar olduğunu düşünürsek, 101 milyar insan ceset durumunda… Aslında dünya büyük bir morg ve milyarlarca insan bu cesetlerin üzerinde yaşamakta… Ve yine aynı dünyada bir günde ortalama 155 bin insan ölmektedir.
Ölümün bu kadar insanoğluyla iç içe olmasına rağmen ve her şey insana ölümü hatırlattığı halde, niçin insanlar hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya dört elle sarılır?
Maalesef daha çocuk yaşta, ölümü bizden uzaklaştırmak ve dünya sevgisini artırmak için hileler başlar. Kumbara verirler bize ki elimize geçen paraları paylaşmayı değil de biriktirmeyi öğrenelim diye. Biriktir ilerde kullanırsın mantığıyla yaşamamızı garanti altına alıyorlar ve biriktirdikçe ölüm bizden uzaklaşıyor. Sonra bir işe girip zengin olmak amacıyla okumak aşkıyla bizi donattılar. Her şeyin önüne geçti okuma azmi. Namazlar feda edildi, oruçlar yenildi, dini inançlarımızdan tavizler verildi okumak aşkı için. İşe girildi, evlenildi. Bütün eşyalar taksitle alınmaya başlandı. On yıl, on beş yıl taksitlendirmeler yaptı, yarın yaşama garantisi olmayan insanoğlu. Ben çektim çocuklarım çekmesin anlayışı altında, onların da geleceğini inşa etme adına bu dünyaya kazık çakmalarının zeminini oluşturdu. Bu kadar yatırım yapılan dünyadan artık kopamazdı insanoğlu. Dünya ona hoş, ölüm ise uzak geliyordu. Ayrılmak için geldiği bu dünya artık onun bütün amacı olmuştu.
Eşyanın insana hükmettiği bir çağ haline geldik. Aşırı tüketim çılgınlığı, beyin yıkayan reklam ve propaganda araçları, dünyaya bağlılığı körüklemekte, insanı maddeye köle haline getirmektedir. Ölümü unutan insanların çoğu için dini ekonomi, imanı para, mabedi banka olmuş durumdadır. Bir sivrisinek kanadı kadar değerinin bulunmaması gereken dünya, cazibesiyle insanın gözünü, gönlünü ve zihnini doldurarak onu esir almış, sonunda dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir.
Dünyanın parlak cazibesine kapılan insanoğlu, önce hayat standartlarını yükseltmek için bütün çarelere başvurmakta, ardından bu yüksek hayat standartlarını düşürmemek için daha çok kazanmaya, kendini daha fazla dünyaya vermeye mecbur hissetmektedir. Bu durum da kulluk görevinin ihmal edilmesine sebep olmakta, helal haram anlayışını zedelemekte, salih ameller işlemeyi unutturmaktadır. Zenginlik, ilim, güzellik, şöhret, gençlik, yüksek mevki ve makamlar bize verilen emanetlerdir. Bu nimetler kulluğun gereği olarak emanet sahibinin rızası yönünde kullanılmalı ve asıl yatırım ahirete yapılmalıdır. Zira dünya ahiretin tarlasıdır.
Ahireti unutmak ve unutturmak dünyevileşme düşüncesinin ilk adımıdır. Şurası gerçek ki, ölümü unutmanın bizi getireceği nokta maalesef büyük bir tehlikedir. Peygamber Efendimiz’in hadisinde geçen şu tarihi uyarısına kulak verelim: “Ey insanlar! Sanki ölüm bizden başkası için mukadder kılınmış, sanki mükellefiyet bizden başkasına vacip olmuştur… Ebediyete uğurladığımız ölüler sanki seyahate çıkmışlar ve kısa bir süre sonra bize döneceklermiş düşüncesiyle onları kabirlerine koyuyoruz ve sanki biz bu dünyada ebedî kalacakmışız gibi onlardan kalan mirası tüketiyoruz. Ne o, yoksa biz öğüt ve ibret veren her şeyi unuttuk ve bütün musibetlerden emin mi olduk!”[1]
Nefsinin doyumsuzluğuna köle olan insandan kimseye fayda
gelmez. Normal ihtiyacından fazla dünyalık peşinde koşanın kalp gözü ve
basireti kapanır, gönlü de kararır. Cimrilik, açgözlülük ve aşırı dünya sevgisi
toplumu ve huzuru bozar. Dünyaya
bağlanma hastalığından kurtuluşun yegane yolu, sürekli tazelenen Kur’ân
bilinci, Nebevî bir yaşayış, ahirete endekslenmiş bir hayat oluşturmaktır.
Rabbim bizleri ahireti unutturan her şeyden muhafaza etsin.
[1] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, [Beyrut trs.], X. 229; Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, [Beyrut 1985], XVI. 125-126.