İçeriğe geç
Anasayfa » FAHR-İ KÂİNAT GÖLGESİNDE GENÇLER

FAHR-İ KÂİNAT GÖLGESİNDE GENÇLER

 Genç, cemiyetin bugünüyle yarını arasında bir köprüdür. Bu sebeple de cemiyetin ilgiyi en çok hak eden fertlerinden biridir. Refah içinde bir müstakbel hedefleyen her topluluğun planlarının merkezinde tabi olarak gençler bulunmaktadır. Onları erken yaşlardan itibaren kabiliyetleri doğrultusunda yetiştirerek, gerektiğinde en kritik vazifeleri üstlenmeye hazır hale getirmek de bu planların doğal bir neticesidir. Gençler üzerindeki bu hassas planın nasıl icra edileceğine dair en güzel misali Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatında bulmak mümkündür.

İnsanlığa her alanda en güzel örnekleri takdim eden Rasûlullah’ın (s.a.v), gençlere olan güveni asr-ı saadetin İslam devletine kavuştuğu Medine döneminde değil, çok daha öncesinde, henüz Mekke’de İslam devletinin temelleri atılırken kendini hissettiriyordu.

Gelin bu iddiamızı asr-ı saadetten bazı örneklerle ispata çalışalım:

Erkam b. Ebi’l-Erkam (r.a)

İslam’ı kabul ettiğinde henüz on yedi yaşında olan Erkam b. Ebi’l-Erkam (r.a) ilk Müslümanlardan olup o da diğer kardeşleri gibi Mekkeli müşriklerin uyguladığı taciz ve zulümlere genç yaşta maruz kalmıştı.

Cahiliyenin karanlık, iç bunaltıcı, şirk ve küfür dolu sokaklarında Müslümanlar, küffarın kavlî ve fiilî tacizlerinden bunalmış durumdaydı. İşte böyle bir zamanda Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın (r.a) evi adeta cahiliyye karanlığı içerisinde parlayan bir ışık huzmesi olmuş ve Müslümanların, vahyin nuru ile rahatlayıp, huzur buldukları bir yer haline gelmişti.

Safa tepesi civarında yer alan bu ev artık Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v), vahyi ashabına ulaştırdığı, onlarla oturup hasbihal ettiği, Müslümanların kendi aralarında dertleştikleri -tabiri caizse- kurtulmuş bölge olmakla kalmamış bunun ötesinde birçok sahabînin de İslam’la şerefleneceği bir karargâh olmuştu. Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın (r.a) evi artık “Dâru’l-Erkam” olarak isimlendirilecek ve vahiy ashaba bu evde(n) yayılacaktı.

Erkam b. Ebi’l-Erkam (r.a) gencecik yaşına rağmen vahye ev sahipliği yapmış; en karanlık, en zor dönemlerde evini ashaba açmaya çekinmemiş ve vahyin ilk dönemlerinde İslam’ın Mekke sokaklarında yayılmasında kritik bir rol oynamış genç bir sahabiydi.

Mus‘ab b. Umeyr (r.a)

Mus‘ab b. Umeyr (r.a) Mekke’nin zengin ailelerinden birine mensub gözde bir gençken Daru’l-Erkam’da imanın tadına varır. Bir süre sonra durumun ailesi tarafından öğrenilmesiyle beraber türlü işkencelere maruz kalır. Rasûlullah’ın (s.a.v) Habeşistan’a hicret izniyle Mus’ab (r.a) da bir fırsatını bulup ailesinin zulmünden kaçar ve Habeşistan’a gidecek olan kafileye katılır. Ancak daha sonra Mekkelilerin Müslüman olduğu haberinin yayılmasıyla bir grup sahabî ile Mekke’ye geri döner. İşlerin umulduğu gibi olmadığı anlaşılınca bir süre sonra ikinci defa Habeşistan’a hicret için yola çıkan kafileye Mus’ab (r.a) tekrar katılır fakat Rasûlullah (s.a.v) özlemi ağır bastığından orada kalamaz ve Allah Rasûlü’nün (s.a.v) yanına döner.

Bir süre sonra Birinci Akabe Biatı’nda İslam ile tanışan Yesribli Müslümanlar, bölgelerine döndüklerinde bir öğretmene ihtiyaç duyduklarını fark eder ve Rasûlullah’tan (s.a.v) kendilerine İslam’ı öğretecek bir sahabî göndermesini talep ederler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v), gencecik sahabî Mus‘ab b. Umeyr’i (r.a), Yesrib’e orayı Medine-i Münevvere olmaya hazırlamak üzere gönderir.

Mus‘ab (r.a), Yesrib halkını İslam’a davet etmeye gönderildiği esnada sahabe-i kiramın içerisinde Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Hamza (r.a) başta olmak üzere hem yaşça hem de sözce ileri gelen birçok kimse olmasına rağmen, Rasûlullah’ın (s.a.v) Yesrib’e Mus‘ab b. Umeyr’i (r.a) göndermesinde bizim için alınacak nice ibretler olsa gerek.

Mus‘ab (r.a) önderliğinde İslam ile şereflenen Yesrib halkı, İkinci Akabe Biatı’nda Rasûlullah’ı (s.a.v) Yesrib’e davet edip Onun nuruyla aydınlanmaya hazır hale gelmişti. Bu talebin Rasûlullah (s.a.v) tarafından kabul görmesiyle beraber Müslümanlara da üçüncü defa hicret emri verilmiş oldu. Rasûlullah’ın (s.a.v) mübarek ayaklarının Yesrib topraklarına değmesiyle beraber bu kutlu belde artık Yesrib değil Medine-i Münevvere yani nurlanmış şehirolacaktı.

Bir genç sahabînin evinde İslam ile şereflenen bir diğer genç sahabîye, İslam devletinin kurulacağı şehri Rasûlullah’a (s.a.v) hazırlama vazifesi verilmiş ve bu sahabî de görevinin şuurunda hareket ederek bir sene sonunda Medine’de içinde İslam’dan bahsedilmeyen tek bir hane bırakmamıştı.

Muaz b. Cebel (r.a)

Mus‘ab b. Umeyr (r.a) ile birlikte İkinci Akabe Biatı’na katılıp Rasûlullah’ı (s.a.v) Yesrib’e davet edenlerden birisi de Mu’az b. Cebel (r.a) idi. Fahri Kâinat Efendimiz’in (s.a.v) bu davete icabet edip Yesrib’i Medine kılmasıyla beraber Mu‘az b. Cebel’i (r.a) adeta gölgesi gibi daima Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yanı başında, hizmetinde görüyoruz.

Mu‘az (r.a) Rasûl-i Kibriya Efendimiz’den (s.a.v) ilim tahsil etmiş ve Rasûlullah’ın “Kur’an’ı şu dört kişiden alınız.” emrindeki dört muallimden biri olmuş,[1] “Ümmetin helal ve haramı en iyi bileni Mu’az’dır.” övgüsüne mazhar olmuştur.

Bir müddet sonra Rasûlullah (s.a.v) Yemen’e bir vali tayin etmek istediğinde ashabına “İçinizden hanginiz Yemen’e gitmek ister?” şeklinde bir soru sorar. Önce Hz. Ebubekir (r.a) gitmek istediğini söyler ancak Rasûlullah (s.a.v) cevap vermeyip sessiz kalır ve bir müddet sonra aynı soruyu tekrarlar. Bu sefer Hz. Ömer (r.a) ayağa kalkar ve gitmek istediğini belirtir ancak Rasûlullah (s.a.v) yine cevap vermeksizin bekler ve aynı şekilde biraz bekledikten sonra yine soruyu tekrarlar. Bu sefer Mu‘az b. Cebel (r.a) ayağa kalkar ve “Ya Rasulallah! Ben gidebilirim!” der. Rasûlullah (s.a.v) bu cevabı duyunca mutlu olur ve Yemen’in valiliği gibi önemli bir vazifeyi genç sahabî Mu‘az’a (r.a) verir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) tarafından devesine bindirilip Yemen’e uğurlanan Mu‘az’a Sevgili Peygamberimiz’in söylediği şu cümleler çok zor anlar yaşatmıştı:

“Ey Mu‘az! Belki de sen bu görüşmemizden sonra beni bir daha göremeyeceksin. Belki dönüşünde benim mescidime ve kabrimin başına geleceksin.” Bu sözler karşısında gözyaşları içerisinde Rasûlullah Efendimiz’den ömrünün son demlerinde onunla beraber olma iznini taleb eden Mu‘az’a (r.a) Peygamberimiz’in cevabı şöyle olacaktı:

“Ey Mu‘az! Ağlama! Bana yakın olanlar, nerede olursa olsunlar takva ehli olanlar, Allah’a hakkıyla kulluk edenlerdir.” 

Usame b. Zeyd (r.a)

Rasûlullah (s.a.v), vefatına az bir süre kala Suriye bölgesine gidip Bizans ile savaşmak üzere bir ordu hazırlanması ve ordunun başına da Usame b. Zeyd’in (r.a) geçirilmesini emreder. Usame’nin (r.a) henüz on dokuz yaşında, komutan olarak tayin edildiği ordunun içinde ise sahabenin büyüklerinden olan Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Sa‘d b. Ebî Vakkas (r.a), Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a) gibi isimler vardır.

Sahabenin bir kısmı ordunun başında yaşı genç olan Usame (r.a) yerine sahabenin büyüklerinden birinin olması gerektiğini kendi arasında konuşmaya başlar. Allah Rasûlü (s.a.v) bu rahatsızlıktan haberdar olur ve ashaba bir konuşma yapıp Usame’nin (r.a) komutanlığa layık olduğunu söyler. Bunun akabinde ordu Rasûlullah’ın (s.a.v) emriyle Suriye bölgesine doğru hareket eder ancak yolda, Rasûlullah’ın (s.a.v) vefat haberini alınca anında Medine’ye geri döner ve Usame (r.a) burada Rasûlullah’ın (s.a.v) yıkanma, kefenlenme ve defin işlemlerine bizzat katılır.

Rasûlullah’ın (s.a.v) refîk-i âlaya irtihalinden sonra sahabenin icmaıyla hilafet makamına gelen Hz. Ebubekir’e (r.a) her ne kadar Suriye bölgesine gidecek olan ordunun komutanın değişmesine yönelik teklifler gelse de o, “Ben Rasûlullah’ın (s.a.v) emrine muhalefet etmem!” der ve orduyu yola çıkartır. İslam ordusu, gencecik yaştaki Hz. Usame (r.a) komutasında çıkmış olduğu bu seferden büyük bir zaferle geri döner.

Sahabenin genç yıldızlarından Rasûlullah (s.a.v) tarafından görevlendirilenler burada zikredilenlerden çok daha fazladır.

Habeşistan’a yapılan hicrette Müslümanları temsilen konuşma yapan Ca‘fer b. Ebî Tâlib (r.a), vahiy kâtipliği yapıp daha sonra Kur’ân-ı Kerîm’in toplanmasında da görevlendirilen Zeyd b. Sabit (r.a) gibi nice genç sahabî Rasûlullah’ın (s.a.v) özel teveccühlerine mazhar olmuş ve birçok önemli vazifede görev almıştır.

Yazımızı Rasûlullah’ın (s.a.v) gençlere olan güveninin, kendisinden sekiz asır sonraki tecellisi, henüz yirmi bir yaşında İstanbul’u fethederek Allah Rasûlü’nün (s.a.v) övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed’i hatırlatıp şu hadîs-i şerîfi zikrederek noktalayalım: “Allah’ın bu dinde sakladığı genç fidanları vardır, onları kulluğu için seçmiştir.”[2]


[1] Diğer üç sahabî şunlardır: Abdullah b. Mes‘ud, Salim ve Ubey b. Ka‘b.

[2] İbni Mâce, Mukaddime, 8; Ahmed, 17787