Sahabe sayısının ilmi çalışmalarda en az yüz bin olduğu ifade edilmektedir. Bilimsellik sınırlarını zorlamamak için “en az yüz bin” ifadesi ile yetinildiği burada açıktır. Veda Haccı’na katılmış olan sahabenin 114 bin olduğu, o sırada mevcut olan ashabın tamamının hacca gelmiş olmasının aklen mümkün olmadığı düşünülürse, bilimsel olarak “en az yüz bin” şeklinde ifade edilen sahabe sayısının birkaç yüz bine baliğ olacağı rahatça söylenebilir.
Yukarıdaki paragraftan maksadımız, ashâb-ı kirâmın kesin sayısını belirlemek değil elbette. Bu sayıyı irdelememizin esas sebebi, nübüvvetinin ilk günlerinden itibaren ahirete irtihaline kadar Peygamber Efendimizin x karşılaştığı ve etkilediği insan kitlesinin zihnimizde canlanmasını sağlamaktır. Yani yirmi üç sene gibi çok çok kısa bir süre zarfında Peygamber Efendimiz x, birkaç yüz bin insan ile karşılaşmış ve onların yüzde yüze yakınını etkilemiş inançlarını ve yaşam tarzlarını değiştirmiştir.
Merhum Muhammed Hamidullah’ın tespitine göre Efendimizin x savaşlarında sahabe tarafından düşman saflarından öldürülmüş olan düşman sayısı sadece 250 (iki yüz elli) kişi civarındadır. Öldürülen bu müşriklerle Medine’deki Yahudiler ve münafıkları da hesaba katarsak Rasûlullah Efendimiz’i x gören, Onunla x karşılaşan insanlardan birkaç bini hariç (birkaç yüz binde birkaç bin), tamamının Ona x bağlandığı açık bir tarihi gerçek olarak belirginleşir. Yani Onu x gören insanların çok büyük çoğunluğunun Ondan x etkilendiği ve değiştiği kesin bir realitedir.
O günlerin iletişim, medya ve ulaşım imkanlarıyla bu sayıda insan ile buluşmak ve bunların tamamına yakınını etkilemek nasıl mümkün olmuştur? Bu soruya çoğumuz, “Ama o bir peygamberdi.” cevabını verme eğilimindeyiz. “Ama O x bir peygamberdi.” cevabının, üzerimize düştüğünü hissettiğimiz ağır yükten kaytarmak ve sıyrılmak için kullanacağımız kurnazca bir laf oyunundan başka bir şey olmayacağı açık bir gerçektir. Hepimiz biliyoruz ki Efendimiz x yaptığı her işi ve verdiği mücadelesini, beşeri imkanlar dahilinde yapmış, insanları etkilemek için peygamberlik imtiyazını kullanmamış; tam aksine konuşmuş, anlatmış, dinlemiş, saygı duymuş, değer vermiş, yalın ayak, aç susuz yürümüş, koşmuş, mücadele etmiş, ikna etmeye çalışmış, eziyet edilmiş, hakaret görmüş, at üstünde, deve üstünde günlerce, aylarca, yorgun argın yol tepmiş, beşerî sınırlar dahilinde savaşlar yapmış, yaralanmış, üzülmüş, ağlamış, öfkelenmiş… Yani hiçbir zaman mucize beklentisi olmadan üzerine düşen görevi canını dişine takarak yapmaya çalışmış ve o muhteşem başarılarını bu yolla elde etmiş. Dolayısıyla “Ama O x bir peygamberdi.” şeklindeki sorumluluktan sıvışma cevabımızın sorumluluktan kurtulmamıza hiçbir faydası olmayacağı açıktır. Böyle bir cevap vererek kendimizi kurtarmaya çalıştığımızda yüzümüze vurulacak “Peki onun yaptıklarını yaptın mı?” sorusuna verebileceğimiz tek kelimelik bir cevap olmayacaktır.
Peygamber Efendimizin x bu kadar sayıda insanı etkilemesi, karşılaştığı her bir insanla kurduğu diyaloğun en doğru diyalog şeklinde olduğu gerçeğine götürür bizi. Yani O x, her yaştan, her sosyal konumdan ve her pozisyondan insanla en doğru şekilde nasıl diyalog ve ilişki kurulması gerekiyorsa öyle yapmıştır. Elde ettiği görkemli sonuç bunu net olarak gösteriyor. Kullandığı kavramlarla, kurduğu cümlelerle, sergilediği jest ve mimiklerle, ortaya koyduğu tutum ve davranışlarla bir kişisel kimlik, bir örgütsel kimlik, bir sosyal kimlik inşa etmiş, ilişki kurduğu insanları kurduğu bu kimlik formlarını kullanarak iyiye, doğruya yöneltmiş, gayrete motive etmiş, değişime ve gelişime sevk etmiştir. Onunla x karşılaşanların, yüz binde biri kadarı hariç, tamamının kayıtsız şartsız Ona x bağlandığını göz önüne alırsak Onun x hiçbir ifade ve davranışının ayrımcılığa ve kışkırtıcılığa sebep olmadığını net olarak söyleyebiliriz. O x hiçbir sözüyle ve hiçbir eylemiyle kimseyi dışlamamış; tam aksine her bulduğu ve karşılaştığı insanı sevgi heybesine, meveddet iklimine almayı başarmıştır ve çok kısa bir süre zarfında etrafında, kendisine ölümüne bağlı, “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah!” diyen binlerce, on binlerce insan toplamıştır. O x, hayatı boyunca tek kuruş para biriktirmemiş ama binlerce, on binlerce insan biriktirmiştir. Bu olağanüstü sonuç bize çok açık olarak o Yüce Peygamberin x, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, lideriyle tebaasıyla, zenginiyle fakiriyle, Arabıyla Arap olmayanıyla insanları ve toplumları etkileyen ve değiştiren her türlü bilgiyi en yüksek düzeyde bildiğini ve uyguladığını göstermektedir.
Biz bu yazımızda işte bu bilgi ve uygulamalarından yalnızca birine, çok ince bir bilgi ve uygulamasına dikkat çekmek istiyoruz.
Hadis kitaplarına kısa bir göz attığımızda dikkatimize takılacak ilginç bir cümle yapısı ile karşılaşırız: “…….fe leyse minnâ”. Sahabe hayatlarını gözden geçirirsek, o Peygamberden x ve Müslümanlardan ayrılan insanların sayısının yok düzeyinde olduğunu görürüz. Yani “Şunu yapan benden/bizden değildir.” anlamına gelen “…….fe leyse minnâ” sözüne muhatap olan birilerinin onlardan, o toplumdan ayrıldığı görülmemiştir. Buradan, bu ifade kalıbının ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir kalıp olmadığı anlaşılır. Bu ifade şeklini biraz daha derinlemesine incelemeye ve irdelemeye devam edersek bu ifadelerin çok ilginç bir psikolojik ve sosyolojik hedefi ve kazanımı olduğunu fark ederiz: Ferdî ve ictimâî bir kimlik inşa etme ve inşa edilen bu kimlik üzerinden insanları etkileme, eğitme ve geliştirme.
Bireysel, örgütsel ve sosyal kimlik olgusu modern bilim tarafından 1970’li yıllardan sonra fark edilmiştir. Bu gerçek “Sosyal Kimlik Kuramı” ile ilgili bilimsel yazılarda ifade edilmektedir. Ama bin dört yüz küsür yıl önce, Fâtiha Suresi’ndeki “Sadece Sana kulluk ederiz ve sadece Senden yardım dileriz.” gibi ayetler ve Peygamber Efendimizin x “….. feleyse minnî/minnâ” ifadesi içeren hadisleri marifetiyle muhteşem bir “Biz Bilinci” ve olağanüstü bir “Sosyal Kimlik” inşa edilmiştir. Bu “Biz Bilinci” ve “Sosyal Kimlik” vasıtasıyla o yüce Rasûl, insanları ve toplumları etkilemiş, eğitmiş, değiştirmiş, geliştirmiş ve insanlık tarihinin maddî ve manevî bütün alanlarda insanlığın en başarılı, en etkili, en girişimci, en değiştirici, en bitirici toplumunu oluşturmuştur. Bu olağanüstü aksiyoner ve vizyoner muhteşem toplum Peygamber x Efendimizden sadece on beş yıl sonra dönemin en büyük iki devletinden biri olan putperest Sâsânî İmparatorluğu’nu tarihe gömmüş, devrin süper gücü olan Bizans İmparatorluğu’nun da sonunu başlatmıştır. Sonunu başlatmıştır diyoruz çünkü sözünü ettiğimiz bu on beş yıl içinde dönemin süper devleti olan Bizans İmparatorluğunun Orta Doğu’daki topraklarının hemen hemen tamamı Müslüman mücahitler tarafından fethedilmiş, sadece dört yüz elli sene sonra Efendimizin x gönülden tutkunu ve adaşı olan Sultan Muhammed Alparslan Han, Bizans İmparatorluğu’nun temel coğrafyası ve yurdu olan Diyâr-ı Rûm’u, Anadolu’yu fethetmiş ve sadece sekiz yüz elli sene sonra imparatorluğun başkenti ve en korunaklı son kalesi olan İstanbul, Efendimizin bir başka meftunu ve adaşı Sultan Muhammed Fatih Han tarafından feth olunmuş, yıkılmaz denilen bin yıllık Bizans İmparatorluğu tarihin karanlık sayfalarına gömülmüştür.
“Biz Bilinci”nin ve etkili bir şekilde inşa edilmiş bir “Sosyal Kimlik”in, insanların ve toplumların değişmesinde nasıl etkili olduğu 1970’lerden itibaren yapılan bilimsel çalışma ve araştırmalarla da ortaya çıkarılmaya devam edilmektedir. Bu bilimsel çalışmaların sonuçlarını okudukça bir inkılabın tarihinin nasıl yapıldığını, aksiyon yumağı bir toplumun nasıl inşa edildiğini, mucizevî inkılab ve değişimlerin nasıl oluşturulduğunu da anlamaya devam ediyoruz. Rasûlullah x ve Onun x candan bağlıları başarılarla dolu muhteşem bir tarih yazmışlardır. Sosyal kimlik alanında yapılmakta olan bu bilimsel çalışmalar ise onların yaptıkları/yazdıkları görkemli tarihi daha iyi anlamamıza vesile olmaktadır.[1]
Bu bilimsel çalışmalar vasıtasıyla ayrıca Efendimizin x sünnet-i seniyyesine ittiba etmenin sadece biraz daha sevap kazanma aracı olmadığını, o Yüce Peygamberin x dünya ve ahiret muvaffakiyetlerini de Onun x ümmeti olarak yeniden yaşayabilmenin biricik yolu olduğunu anlıyoruz.
Bir de hadis ve sünnet düşmanlarının bilerek veya bilmeyerek nerelere, hangi dinamiklere, hangi güç kaynaklarımıza saldırdıklarını da fark etmiş oluyoruz.
Biz senin ve görkemli yolunun meftunuyuz, tutkunuyuz Ya Resulallah.
[1] Bu çalışmalara bir örnek: Muhammet Ali Çelebi, Algılanan Örgütsel Kimliğin ve İçsel-Dışsal Güdülenmenin Rol İçi ve Rol Dışı Performansa Etkileri (Doktora tezi), Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019.