Allah Teala Hazretlerine hamd ü senalar olsun.
Rasûlüne, âline, ashabına, tabiine, tebe-i tabiine kıyamet sabahına kadar salât ü selamlar olsun.
İnsanoğlu her an, içinde bulunduğu zamana ve zemine karşı uyanık olmalıdır. Çünkü içinde bulunduğu zaman ve zeminde meydana gelen hadiseleri gerçek manada tanımadıkça, hayatını bir istikrar içerisinde devam ettirmesi mümkün olmaz.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin de işaret buyurduğu üzere zamanımızın ismi “Ahir zaman” dır
Rasûl-i Kibriya Efendimizin insanlığa seslendiği ilk günde bile, zamanın sonunun ne kadar vahim olduğunu, insanlığa ifade ve izah buyurmuştur.
Bu tehlikeler karşısında kendisinin okuduğu bir duayı okumalarını sahabelerine ve biz ümmetine de tavsiye etmiştir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Hayatın fitnesinden, kabrin fitnesinden ve ahir zamanın fitnelerinden sana sığınırım.”
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bizlere de bu duayı yapmayı tavsiye ederken öncelikle beşeri irademizi kullanarak etrafımızı kuşatan fitneleri görüp, beşeri gücümüzle bu fitnelerden kurtulmak için gayret ederek fiili duamızı yerine getirmemizi ve beşeri gücümüzün aciz kaldığı noktada acziyetimizi kabul ederek ellerimizi ihlâs ve samimiyetle dua kapısına kaldırıp tazarru ile dua ve niyaza devam etmemizi buyurmaktadır.
Belki bu gayret ve dualarımız neticesinde Allah Zülcelâl Hazretleri bizleri cehennemin en derin çukuru olan fitne çukuruna düşmekten dünyada ve ahirette muhafaza buyurur.
Yaşadığımız dünyaya baktığımız zaman etrafımızı kuşatan fitneleri; eğer Nuh tufanında yerlerden fışkıran amansız sular ve semadan yağan oluk gibi yağmurlardan daha vahim, daha korkunç ve daha büyük bir afat olarak göremiyorsak bir eksikliğimizin olduğunu anlamalı ve bunun sebeplerini araştırmalıyız.
Evet, etrafımızı kuşatan fitnenin büyüklüğünü kavrayamıyorsak ya aklımızı zayi ettik ya da tevhid inancından mahrum kaldık demektir.
Nuh (a.s) oğluna “Ey oğulcuğum inat etme gel gemiye bin de kurtul” buyurunca, oğlu cehaletinden dolayı “Ben yüksek tepelere çıkarak kurtulurum” dediği gibi, bizler de acaba ilahi azab ve gazaptan kurtulunamayacağını bilemeyen cahillerin seviyesine mi indik?
Muhakkak ki küfür, şirk ve nifak fitneleri, Nuh tufanında yerden suların fışkırdığı gibi etrafımızı sarmaktadır. Başımızı semaya doğru çevirdiğimiz vakit ise fitne, küfür nifak ve şer akımlarının semadan üzerimize yağdığını görmekteyiz. Bu fitne akımları Nuh tufanından daha küçük bir felaket değildir.
Aman Ya Rabbi, kurtuluşumuz nerede?
Kurtuluşumuzun nerede olduğunu düşündüğümüz vakitte, kurtuluşun Nuh’un gemisinde yani İslam’ın hisarı olan bir gemide olduğunu görürüz.
Bu gemi Allah zülcelalin “La ilahe illallah benim hisarımdır. Onun içerisine giren azabımdan emin olur.” buyurduğu İslam’ın hisarı olan iman gemisidir.
Bu hadis-i kudsi; bizleri, etrafımızı kuşatan bu amansız fitnelerden kurtularak sığınağımıza ulaşmanın en kolay yolu olan tevhid akidesine davet etmektedir.
Bundan dolayı bizlerde yerden fışkıran ve semadan yeryüzüne sağanak halinde yağan bütün fitne ve fesatlar karşısında bu ilahi sedaya kulak vermeli ve yapılan davete icabet etmeliyiz.
Nuh tufanında gemiye binen seçilmiş, süzülmüş tertemiz insanları düşünelim. Bindikleri geminin onların kurtuluş ve saadete ermelerine vesile oluşunu da düşünelim.
Şimdi bir de günümüzdeki İslam gemisine ve içerisindekileri düşündüğümüz ve hallerine baktığımız vakit; geminin içindekilerle dışındakilerin aralarında sadece bir isim farkının olduğunu üzülerek görürüz.
Bu camia içerisinde kendilerini tasavvuf ve tarikat ehli olarak tanıtmaya çalışanların varlığını da görmekteyiz. Onların arasındaki fitne ve fesat yağmurlarının Nuh tufanındaki yağmurlardan farksız olduğunu da üzülerek görmekteyiz.
Bazıları kendilerini etrafa âlim tanıtmak için sürekli konuşup yazmaktadır. Bu gibilerin fitneleri, fitnelerin en büyüklerindendir.
Bu gibiler her gün Din-i Celili Muham-mediye’nin temel kaynağı olan ilahi kelam Kur’an-ı Kerim’i tahrif ve tağyir ederek kendilerinin ehli sünnet akide ve inancından mahrum olduklarını bütün insanlığa ilan ederek, insanları mahşer günü aleyhlerinde şahit kılmak için ve bu şahitlerinin çok olması için çalıştıklarını da görmekteyiz.
Allah Teala Hazretleri, onların ne büyük bir fitne ve fesat oluşturduklarını ve bunun karşılığı olarak kendileri için cehennemde ne büyük fitne çukuru hazırladıklarını ilan etmek için, onları isyanlarında ısrarları sebebi ile bu sapıklığa müptela kılmıştır. Tıpkı şeytanın isyankârlığına bütün melekleri ve âlemleri şahit kılmak için şeytana “Âdeme secde etmesini” emretmesi fakat şeytanın bu emre itaat etmeyerek secde etmemesi gibi. Dolayısıyla bütün varlıklar şeytanın bu isyanına şahit olmuştur.
Bilmelisiniz ki, Kur’an-ı Kerim’i akli yorumlarıyla bir eğlence seviyesine indirenlerin akıbetleri, şeytanın akıbetinden daha kötüdür. Çünkü şeytan tek bir ilahi emre karşı yanlış yorum yaptığı için bu kötü akıbete uğramıştır.
Günümüzün kendini ilim adamı sanan cahilleri ise Kur’an-ı Kerim’in birçok hükmünü tahrif ve tağyirde bulunmaktadır. Tıpkı eski ümmetlerin âlimlerinin kitaplarını tahrif ettikleri gibi.
Bu gibi insanların tahrifatlarından korunmak için:
- Akl-ı seliminizle ilahi vahiy olan Kur’-an-ı Kerim’e müracaat ediniz.
- Kaynağı vahiy olan Rasulullah (s.a.v)’ ın sünnet hayatını da aynı şekilde, noktasından virgülüne, harfinden cümlesine kadar araştırınız. Böylece Rasulullah (s.a.v)’ın sünnet hayatını bütünüyle yanlış yorumlayanların fitnelerinden korununuz.
Bu insanlar, Peygamber (s.a.v) Efendimizin sünnet hayatına karşı olan cehalet ve inkârlarında da sonuna kadar ısrar ederek yerleri ve semaları inkârlarıyla kirletmekte ve bu isyanları Nuh tufanı gibi etraflarını tahrip etmeye devam etmektedir.
Bazıları İslam gemisi içerisinde kendilerini tasavvuf ehli olarak tanıtma gayreti içerisinde bulundukları halde Kur’an ve sünnet hayatını, hayatlarına örnek kabul edip tatbik etmemeleri bir yana cehaletleri sebebi ile kendilerini Nuh (a.s) gibi geminin kaptanı zannetme gafletine düşmüşlerdir.
Herkes kendini kâmil ve mükemmel bir kaptan görünce, geminin içindeki sofular dış sahnedekilerle aynı halde görülürler. Tıpkı İslam dünyasının birbirlerinden farklılıkları sadece isimde kaldığı gibi. Bu gafiller de sadece bir isim farkı ile bütün meseleleri halledip noksanlıklarını tamamladıklarını zannetme gafletindedirler.
Kendilerini keşf u kemalat ve keramet sahibi kabul eden bu zatlar hak ile batılı birbirine karıştırmış, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, haklıyı haksızdan ayıramayacak kadar zavallı bir hale gelmiştirler. Bunların da ilahi huzurda hesaba giderken şahitleri az denemeyecek kadar çok olacaktır.
Bütün bu durum karşısında bizler öncelikle etrafımızı kuşatan bu fitne bulutlarının ne büyük bir felaket olduğunu tespit ederek Allah Zülcelal Hazretlerinin “Allah’a firar edin” emrine sımsıkı sarılmalıyız. Ardından bu fitne sağanağından kurtuluşumuz için ilim sahibi olmaya, muttaki tasavvuf ehlinin hallerini öğrenmeye gayret edelim.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’in cehalet içerisindeki insanları şirk ve nifaktan ne şekilde temizlediğini de öğrenerek, tertemiz insanlar olmak için çalışalım ki sahibi olduğumuz iman ve İslam gemisini kirletmeyelim.
Allah Zülcelâl’ın “O Allah’tır. Okuryazar olmayanlara bile bir rasul gönderdi. O, Allah’ın ayetlerini onlara okudu. Onları küfürden, şirkten, nifaktan ve kötü ahlaklardan arındırdı. Ve onlara kitabı ve hikmeti öğretti.”, buyurduğu ayet-i celilesinin gölgesi altında ilk yerini alan Hz. Ebu Bekir (r.a) ve diğer sahabelere bakınız.
Bizler onların bu ayetin nurani gölgesi altında elde ettikler faziletleri öğrenelim ki; aynı şekilde ayet-i kerimenin nurundan faydalanarak kendimizi, ailemizi, neslimizi ve bütün ümmet-i Muhammedi fitne çukurlarına düşmekten koruyarak ebedi olan ilahi azaptan kurtulabilelim.
Bu ayetten aynı zamanda kurtuluşun temelinin ilme bağlı olduğunu da öğrenmekteyiz.
Okur yazar yani ilim sahibi olmayanların da muttaki bir muallim rehber bularak ona tabi olursalar kurtuluşa ermeleri mümkün olabilir.
Muallim dediğimiz vakitte tedbirli, uyanık ve dikkatli olmalıyız. Çünkü Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz “Kendini muallim olarak tanıtan her kişinin önüne asla diz çöküp oturmayınız.” buyurmaktadır.
Bu hadis-i şerif, içinde bulunduğumuz ahir zamanın fitne ve fesat sahibi âlimlerle dolu olacağı hususuna işaret ederek bizleri uyarmaktadır.
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bizleri “Beş şeyden, beş şeye davet eden âlimin yanında oturun.” buyurarak da uyarmaktadır.
Meselelerinizi bu âlimlere sorunuz, cevaplarınızı onlardan öğreniniz, onların öğrettikleri refikiniz olsun, onların ilmi sizin koruyucu hisarınız olsun ve size ışık tutsun ki, sapıkların sağanak halindeki sapık düşünce ve sözleri sizleri karanlığa sürükleyip fitne çukurlarına düşüremesin.
İbni Abbas (r.a) Hazretleri de şöyle buyurmuştur:
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir gün bize şöyle buyurdu:
“Her âlimin yanında diz çökmeyin. Ancak sizi beş şeyden beş şeye davet eden âlimin yanında oturunuz.” Ardından da bu âlimin vasıflarını şu şekilde ifade buyurdular:
- Sizi şüpheden uzaklaştırıp, yakine davet etsin,
- Ucb ve kibirden uzaklaştırıp, tevazua davet etsin,
- Birbirinize düşmanlıktan kurtulmaya ve birbirinize nasihate davet etsin,
- Riyanın her türlüsünden uzaklaştırıp, ihlâsa davet etsin,
Sizi cennet nimetleri ile meşgul olmaktan uzaklaştırıp, Allah’a karşı saygıya davet etsin.
Muhakkak ki bu beş cümleyi izah için bu dergi sahifeleri yeterli değildir. Belki de her biri için birçok kitap yazmak gerekir.
Şimdi sizler günümüzün tasavvuf ve tarikatçı geçinenlerin hallerine bakınız da, saydıklarımızın tek bir tanesinin karşısındaki durumlarını insafla düşününüz.
Bunlar insanları birbirlerine karşı düşman olmaya mı yoksa kardeş olmaya mı davet ediyorlar.
Bunların bazıları “biz tek bir sultanın müridiyiz” derler. Ama ne kadar üzücüdür ki kendi aralarında bile muhabbetten mahrum olduklarından dolayı herkes kendisini geminin kaptanı zannetmektedir.
Bu cehalet görüntüleri asla tarikat ve tasavvufla bağdaşan bir şey değildir. Ve olamaz da.
Çünkü İslam ve sırat-ı müstakim olarak kabul edilen tarikatlar insanları kurtuluşa ulaştıran birer gemidir. Bu geminin rehberi yani kaptanı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizin sünnet hayatıdır. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin sünnet hayatı ise Kur’an-ı Kerim’dir.
Evet,
Bizim sizlere yaptığımız bu hatırlatma ve izahlar birer işarettir.
İlimden kastımız ise kişiyi Allah’ın koyduğu ölçüye ulaştıran ilimdir.
Çünkü Allah’ın koyduğu ölçüyü bulamadan konuşulan sözlerin bütünü; hatalıdır, yanlıştır, yalandır, Allah ve Rasulüne saygısızca yapılan birer iftiradır.
Allah’ın koyduğu ölçüyü aşanlar, tahrif ve tağyir ederek konuşanlar da şeytanla eşittirler. Çünkü şeytan bir meselenin yorumunda yanılıp “ben daha hayırlıyım” deme gafletinde bulunmuştu.
Bundan dolayı akıllı insan bu ayet-i celileyi dinlerken bu hakikati asla unutmamalıdır.
Muhakkak ki bu toplumda Allah Zülce-lâl Hazretlerinin bildirdiği hakikatleri hafızasına alıp, aklını Hakkın emrine teslim edenler de vardır.
Allah Teâlâ Hazretlerine hamdolsun ki bizleri akıl nimeti ile şereflendirmiştir.
Bilmelisiniz ki üç şeyden birinden mahrum olan akıl; hem kendisi için hem de insanlık âlemi için bir tuzak vazifesi görür.
- Allah’a itaatı, Allah’a isyana tercih eden akıl. İtaati, isyan üzerine tercih edemeyen akıl, önce isyan yollarını araştırır, sonra da isyan kapılarını açarak kendini isyana sürükler ardından da bütün insanları isyana teşvik eder.
- İlmi, cehalet üzerine tercih eden akıl. Yukarıda ifade edildiği üzere ilim konulmuş ölçüleri bulmak demektir. Eğer kişi Allah’ın koyduğu ölçüleri bulamaz ise cehaleti, ilim üzerine tercih etmiş demektir. Bu yolda çalışan akıl, kişinin cehaletini artırır. Bu kişi insanlara cehaleti anlatarak toplumu cehalet bataklıklarına sürükler.
- Dinini dünya üzerine tercih eden akıl. Dünyasını dini üzerine tercih eden akıl ise hem kendisi hem de insanlık için bir tuzak yumağı olur.
Şimdi etrafımızı kuşatan kendilerini âlim olarak tanıtanların yer aldığı sahneye bakınız, bir de akıllıların feyz ve bereket saçtıkları sahneye bakınız.
O zaman Rasulullah (s.a.v)’ın sözlerinin bir mucize olduğuna olan inancınız daha da kuvvetlenir.
Kısaca bir hususu daha izah edelim.
Fitne ve fesat kaynaklarına karşı cevap vermek üzere herkesin başka vazifeleri yokmuş gibi düşünce ve zamanlarını meşgul etmesi, ömrü zayi etmek demektir.
Allah Zülcelâl, Habibi (s.a.v)’ne:
“Ey Habibim, bizim ayetlerimiz içerisinde yanlış yalan yorumla batıla dalanları gördüğünde onlardan hemen yüz cevir.” buyurmaktadır.
Bunları dinlemenin, sözlerine ve kendilerine iltifat etmenin haram olduğunu bilerek bizler de onların sözlerine sırt çevirerek akidemizi kurtaralım.
Allah Teâlâ Hazretleri fitne tufanından ailece kurtulmayı İslam dünyasına nasip etsin.
Selam, hak ve hakikati öğrenerek fitne tufanından kurtulmak için okuyan ve dinleyenlerin üzerine olsun.