Rahman ve Rahîm Allah’ın (c.c) adıyla. Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine sonsuz hamd ve senâlar olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v), âline, ashabına ve Ona (s.a.v) tâbi olanlara selâm olsun.
Kardeşlerim;
Allah Zülcelal Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri maddî hastalıklara şifa veren vesileleri yarattığı gibi manevî hastalıkların şifasına vesile olan âyet-i celileleri de peygamberleri vasıtasıyla bizlere göndermiştir.
Maddî hayat; muvakkat yani belirli bir zamanla kayıtlı olduğu için, hastalıkları ve hastalıklarının sebepleri ve hastalıkların tedavisi için sağlanan şifalar da muvakkattir yani fânidir.
Manevî hastalıklara şifa olan vesileler ise ebedî olup sağlanan şifa da ebedîdir. Bu tedavi neticesi elde edilen hayat da ebedî, sıhhat da ebedîdir.
Kardeşlerim;
Ebedî olan manevî hayatımızın en tehlikeli hastalıkları; küfür, şirk ve nifaktır. Bu hastalıklar kişiyi manevî ölüme ve müebbet yani sonsuz bir azaba sürükler.
Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri, bu çok tehlikeli hastalıklardan kurtarmak için insanoğlunu belirli aralıklarla peygamberleri vasıtasıyla uyarmıştır.
Bu ümmete ise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) vasıtasıyla Kur’ân-ı Kerîm’i göndermiştir ve onda şöyle buyurmuştur:
“Biz Kur’an’dan öyle ayetler indiriyoruz ki onlar, mü’minler için bir şifa ve rahmettir.”[1]
Mânevî hastalıkları tedavi edici âyet-i celîleleri indiren Rabbimiz, insanı nifak ve şirkten kurtarıp tevhide götüren âyet-i celîleleri de göndererek şöyle buyurmuştur:
“Ey Habibim! Biz sana da emrimizden bir ruh (olan Kur’an’ı) gönderdik.”[2]
Âyette zikredilen “ruh”tan murad insanlığı hidâyete teşvik eden âyet-i kerîmelerdir.
Bizler, kendi nefsimiz başta olmak üzere okuyucularımızın dikkatini bu hususa çekmek için “İrşad Mektupları” serlevhalı bu mektupları yazmayı vazife bildik.
Bu vazifeyi de Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in fiilî sünnetlerinden olan, davet mektubu uygulamasını yeniden ihya edip;
Hem hakikatleri insanlığa duyurmak,
Hem o günleri yeniden hatırlamak,
Hem o davet mektuplarını götürenlerle hemhal olmak,
Hem o davet mektuplarının gönderildiği kimseleri tanımak,
Ve hem de davet mektupları gönderilenlerin, kendilerine gönderilen elçileri nasıl karşıladıklarını ve sonuçlarını düşünmek için…
Hem de Rasûlullah’ın (s.a.v):
“Terk edilmiş sünnetlerimden birini devam ettirmeye başlayan bir insan; bütün insanlığa maddî ve manevî hayat bahşetmiş gibi büyük bir mükâfat kazanır.” hadîs-i şerîfinde müjdelenen bahtiyar kimseler zümresine katılabilmek için başlattık.
Bu inançla muhataplarımızdan bu sünnete sarılmaları ve bu yolda samimiyetle çalışmalarını, kendi nâmımıza değil de Rasûl-ü Ekrem (s.a.v) Efendimiz nâmına istirham etmekteyiz.
Kardeşlerim;
Peygamberimiz (s.a.v) bir diğer hadîs-i şerîfinde de:
“Din bir gün garipti, yine garip hale dönecektir.” buyurmaktadır.
Bir diğer hadiste ise:
“İnsanların bozduklarını düzeltenlere, fitne ve fesadı kaldırmak için çalışanlara müjdeler olsun.” buyurmaktadır.
Bu hadîs-i şerîfler karşısında daldığımız gafletten uyanarak ihmalkârlığımızdan kaynaklanan yanlışlarımızı derhal düzeltelim ki Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in müjdelerine lâyık olan ümmetten olalım.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin “Din garipti.” sözünden dinin; -hâşâ- zelil ve sahipsiz olduğunu anlamayalım. Çünkü bu dinin sahibi Allah Teâlâ (c.c) Hazretleridir ve Azîz olan da Odur. Peygamberimiz’in (s.a.v) bu sözünü daha iyi kavramak için sizlere “Gökyüzünde, güneş, yıldızlar arasında garip kalmaktadır.” sözünü hatırlatmak isterim.
Güneşin yıldızlar arasındaki garipliği gökyüzünde, dünya semasından görünen kendi gibi bir güneşin daha olmayışıdır.
Kardeşlerim;
Dini temsîlen bizlere gönderilen Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in garipliğini gidermek üzere yanında yer alan Hz. Hatice annemiz, Hz. Ebu Bekir (r.a) Hazretleri ve onların yanında yerlerini birer birer alan yıldızlar misali sahabîlerle dinin garipliği giderilmiştir.
Şimdiki hanımlar ve inanan erkekler de o yıldız misali sahabîler gibi dinin yanında yerlerini aldıkları zaman; Rabbimiz asr-ı saadetteki gibi günümüz mü’min hanım ve erkeklerini de âziz kılar.
Böylelikle tercihlerini dinin yanında kullanan mü’min ve mü’mineler ilâhî vaadde zikredilen büyük mükâfatlara kavuşurlar.
Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri, İslâm’a hizmet yarışını kazanan sâbikûndan, ensardan, muhacirden ve kulluk yarışında onlara tâbî olanlardan razı olduğunu, onlara ihsanını tamamladığını ve onların da bu halden razı olacağını bizlere haber vermiştir.
Bizler de onlara tâbî olarak ilâhî vaadlerden hissedar olmayı hem bütün gayretimizle çalışarak fiilî dualarımızla, hem de tazarru ve niyazlarımızla kazanmalıyız. Âlemlerin Rabbinin selâmı bu mektubu okuyan ve dinleyen herkes üzerine olsun.
[1] İsra, 17/82.
[2] Şurâ, 42/52.
* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden -05.01.2008 tarihinde- yayımladığı yazılarından dördüncüsüdür.