İçeriğe geç
Anasayfa » GDO’LU GIDA TEHLİKESİ

GDO’LU GIDA TEHLİKESİ

Bugünlerde, yazılı ve görsel medyada GDO’lu gıdalarla (genetiği değiştirilmiş ürünler) ilgili çok sayıda yayın görüyoruz. Öncelikle, GDO’nun ne demek olduğunu kısaca özetleyelim:

Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, kısaca GDO adı veriliyor.

Bir canlıdan diğerine gen aktarımı: bir çeşit kesme, yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen, önce bulunduğu canlının DNA’sından kesilerek çıkarılıyor. Sonra, vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor. Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen GDO’lar bugün, kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.

Çoğu konuda olduğu gibi bu konuya da ak ve kara tarzında yaklaşan iki kesim var. Birinci kesim, küresel gıda endüstrisini temsil ediyor. Bu insanlar çoğalan dünya nüfusu ve değişen iklim koşullarıyla (küresel ısınma) bozulan gıda dengesinin düzeltilmesi yönünde GDO teknolojisini asrın buluşu olarak tanıtıyorlar. Bu kesime göre GDO demek, iklim değişikliklerine daha dirençli ve çok daha verimli, zararlılardan çok daha az etkilenen gıda üretimi demek. Hatta bu insanlar daha ileri giderek, Afrika’daki açlık sorununun bile ancak bu yolla çözülebileceğini ileri sürüyorlar.

Madalyonun öteki yüzünde ise çevre ve sağlık konusunda hassas olan kesim var. Bu kesim ise GDO ürünlerinin potansiyel tehlikelerinden hareketle yasaklanmasını istiyorlar. Potansiyel tehlike diyorum, çünkü henüz GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerine olası yararlı veya zararlı etkileri tam olarak belirlenmiş değil. Olası etkilerin tam olarak ortaya konması için ise belki yüzyıllar geçmesi gerekiyor.

Orta yolu tutanlar ise en azından sis perdesi kalkıncaya kadar GDO’lu ürünlerin etiketlenmesi ve özellikle bebeklere ve gençlere verilmemesini öneriyorlar. Ancak gelişen gıda teknolojisini düşündüğünüzde bu iş sanıldığı kadar da kolay değil. Çünkü vahşi kapitalist sistemin gereği, daha çok ve daha ucuz üretim yapma hedefiyle hareket eden küresel gıda devleri sayesinde eninde sonunda GDO’ya bulaşmanız kaçınılmaz gözüküyor.

Mesela kola sektörünün yüksek oranda kullandığı şeker, mısırdan üretiliyor. Mısır üretiminin de dünya çapında, ön planda GDO teknolojisi ile yapıldığını hatırlatmam gerekir mi bilmiyorum… Yine son 20 yıldır bir mucize olarak sunulup, sağlığa yararları anlatılmakla bitirilemeyen meşhur soya ürünlerinin de {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}80 oranında GDO teknolojisi ile üretildiğini tekrar belirtelim. Ve soya ürünleri, çikolatadan bisküviye, binlerce ürünün yapımında kullanılmakta. Kezâ et ve süt ürünleri tüketiyorsanız, bu ürünlerin üretildiği hayvanların yaylalarda otlamadığını, modern ahırlarda GDO’lu yemlerle beslenerek büyütüldüklerini, bu sayede ucuz et, süt ve yumurta yediğimizi çoğu zaman hiçbirimiz düşünmüyoruz.

Konunun diğer bir yönü ise bu tür tohumların çevreye yayılarak, doğada normal yolla üretilen gıdalara da karışma ve bunların genetiğini bozma ihtimali… Kısaca, rahmetli babaannemin mirası olan bizim köydeki tohumların da yarın bir gün sâfiyetini kaybetme tehlikesi ki bence konunun en önemli yönlerinden bir tanesi… Ben şahsen, GDO teknolojisinin gıda sektöründe uygulanmasını ırkçı, ulusalcı kafaların tek tip insan ve homojen toplum üretme hevesine benzetiyor ve komik buluyorum. İnsanoğlu, Rabbinin emrine uyarak israfı terk etse ve kanaati hatırlasa, arzın kaynakları hepimize hayda hayda yetecek…

Gıdalarda çürüğüyle kurtlusuyla ne kadar çeşit varsa, o kadar da lezzet ve renk vardır, diyerek yazımızı bitirelim.