İçeriğe geç
Anasayfa » GENÇLER Mİ DEİST BİZ YAŞLILAR MI?

GENÇLER Mİ DEİST BİZ YAŞLILAR MI?

Şu an bizim gibi yaşayan bir insanla kırk yıl önce, gençlik yıllarımızda karşılaşmış olsaydık ona nasıl bakardık? Onun Müslümanlığı hakkında; ekonomiye, topluma, hayata, mala, paraya, servete, makam ve mevkiye, eğitime bakış açısı hakkında hangi değerlendirmelerde bulunurduk? Çok harika bir Müslüman, İslam’ı çok güzel yaşıyor, hayatının her an ve aşamasında sünnet-i seniyyeye bağlılığı açıkça görülüyor, sosyal ilişkilerinde İslam kurallarını her şeyin üstünde tutuyor, ticarî işlerinde şeriat kaidelerine göre davranıyor der miydik?

Küçük bir sorgulama yapalım, kendimizi sorgulayalım, öz muhasebe yapalım:

İş yerlerimize personel alırken, işyeri kurallarını belirlerken, işçilerimizle diyaloga girerken, onların haklarını belirleyip verirken kapitalist söylem ve eylemlerden kendimizi tamamen kurtarabildiğimizi söyleyebilir miyiz?

Yüce İslam’ın haram kıldığı işlerden “kanunen serbest” olsa da uzak durabiliyor muyuz? Başkalarının hakkına tecavüz etmekten “kanuna uygun” olsa da kaçınabiliyor muyuz?

Anne-babamızla, eşimizle, akrabalarımızla, öğretmenlerimizle ilişkilerimizi anneler günü, babalar günü, öğretmenler günü, sevgililer günü, doğum günü gibi batı düşüncesinin ürünü olan kampanyalarla değil de hadîs-i şerîflerin öğrettiği gibi düzenleyebiliyor muyuz?

Günlük yaşamımızı bu akşam yahut yarın ölecekmiş gibi her an ölüme hazır olarak düzenleyebiliyor muyuz?

Gençlerimizin dünyevileştiğinden, din ve ahiret bilincinden uzaklaştığından, örf ve adetlerimize yabancılaştığından yakınıyoruz ama biz İslam kaidelerine ne kadar uygun yaşıyoruz?

Bireysel sohbetlerimiz daha çok hangi konular üzerinde cereyan ediyor? Bitcoin’e yatırım yaparken, bankalarla iş yaparken, borç ilişkisine girerken, alacaklarımızı tahsil ederken, mal ve hizmetlerimizi pazarlamaya/satmaya çalışırken, ticaret yaparken, hisse senedi alıp verirken dinimizin kurallarını ne kadar hatırlıyoruz?

Çocuğumuzu Kur’ân’ı Kerîm okuması için hocaya/kursa verirken Kur’an ahlâkı ile ahlaklanmasını ne kadar düşünüyoruz? Ona Kur’an’ı öğretecek olan hocasına karşı davranışlarında İslam ahlâkını hangi düzeyde yaşadığını ne kadar önemsiyoruz? Kızımızı eğitirken ve evlilik hayatına hazırlarken İslam ahlâkı ile ahlâklanmasını ne kadar önceliyoruz? Onun Müslüman bir hanım mı yoksa bir feminist mi olacağı ile ne kadar ilgileniyoruz?

Çocuğumuzu vereceğimiz okulu belirleme çalışmasında hangi düşünceleri ön plana alıyoruz?

Çocuğumuzun “özgüven”ini geliştireyim derken nefsini azgın bir canavara dönüştürdüğümüzün ne kadar farkındayız?

Kız Kur’an kurslarında evine bağlı, eşine saygılı, anneliği kutsal bilen hanımefendiler mi, yoksa çocuk doğurup anne olmayı küçümseyen, eşi ile uyumu kendi kişiliğine yakıştıramayan, evinde duramayan, kendi çoluk çocuğu perişan haldeyken başkalarını kurtarma hülyası peşinde sürüklenen aile düşmanları feministler mi yetiştiriyoruz?

“Kızım meslek sahibi olsun, kendi ayakları üzerinde dursun, kocasına muhtaç olmasın…” derken söylediklerimizin sonucunun neler doğuracağını ne kadar düşünüyoruz?

Kırk yıl önce yokluklar içinde davasının mücadelesini veren mücahitler olarak bizler bugün maalesef varlık, zenginlik, makam, şöhret imtihanlarında çok zor durumlara düştük. Bu imtihanların çok zor olduğunu biliyorduk bilmesine ama bu denli savrulacağımız aklımızın ucundan bile geçmezdi. Her şey çok mükemmel olacaktı. Ülkemizi saadetler yurduna, büyük bir İslam ülkesine çevirecektik. İslam’ın yeryüzüne hâkim olmasının hayallerini kuruyorduk. Para babalarına, dev holdinglerin patronlarına ateş püskürüyorduk. Ama maalesef biz şimdilerde onların pozisyonuna düştük. Bir sarkaç gibi bir uçtan öbür uca savrulduk. İdeallerimiz donuklaştı, hedeflerimiz kaybolur gibi oldu, heyecanımız tökezledi, samimiyetimiz yolunu şaşırdı… Birkaç yüz yıllık mahrumiyetin ardından gelen iktidarlı, paralı, imkânlı günler şakülümüzün bir parça kaymasına sebep oldu.  Eskiden eleştirdiğimiz davranışların, fikirlerin, tercihlerin savunucusu konumuna düştük. Bu durum en çok da İslam düşmanlarının işine yaradı. Öteden beri iddia ettikleri önemli bir iftiranın bizim bu dönüşümümüz yoluyla doğrulanmasının sevinci ile yüceler yücesi dinimize daha cesaretle ve daha pervasızca saldırılar düzenliyorlar şimdilerde. Onların iftirasına göre din, bir iktidar elde etme, insanları sömürme, haksız para, makam, mevki ve itibar kazanma aracıydı. Ve maalesef, biz Müslümanların şu an sergilemekte oldukları sahneler o din, iman, Allah ve peygamber düşmanlarının ekmeklerine yağ sürmekte.

Burada en büyük zararı biz çekeceğiz hiç şüphesiz. Varlıkla imtihanımız bu şekilde devam eder de büyük bir fiyaskoyla biterse eğer, Mahkeme-i Kübrâ’da halimiz duman olur, ahiret hayatımız cehenneme dönüşür maazallah. Hz. Osman (r.a) gibi halka et ziyafeti verirken odamızda sirkeye ekmek banmayı, çalışanlarımızı zengin ederken fakir gibi yaşamayı, elimize güç geçirmişken gariban karşısında güçsüz gibi davranmayı başarmak zorundayız. Yüceler yücesi dinimizin güzelliklerini günlük yaşamımızda, ticaretimizde, eğitimimizde sergilemeye mahkûmuz. Hiçbir gerekçemizin ve mazeretimizin bizi Rabbimizin ‘ıkabından ve acıklı azabından kurtaramayacağını bir an önce hatırlamalıyız. Yaptığımız işlerimizde kendimizi ve çevremizdekileri ikna etmek için kullandığımız gerekçelerimizi ve arkasına sığındığımız mazeretlerimizi Rabbimizin kabul edip etmeyeceğinin hesabını, kitabını yapmak zorundayız. Değilse sonumuzun hüsran getireceğini söylemek kehanet olmayacaktır.

Çözüm ‘takva’dır. Günlük bir işimizi yaparken, bir tasarrufta bulunurken, bir tutum ve davranışı tercih ederken kullandığımız gerekçemizin Rabbimiz tarafından kabul edilip edilmeyeceğini sorgulamamızdır bizi kurtaracak olan. “Bu işi şu gerekçe ile yapıyorum ama Rabbim bu gerekçemi kabul edecek mi?” düşüncesi bütün hayatımıza yön verirse bu kötü gidiş tersine dönüp düzelebilir.

Kırk yıl önce günlük, haftalık, yıllık yaşantılarımızda büyük bir heyecanla yer verdiğimiz ama şimdilerde hayatımızdan çıkardığımız İslam’ın güzelliklerini yeniden hatırlayıp hayatımıza dâhil etmeyi denemeliyiz.

“Emr bi’l-ma‘rûf nehy ani’l-münker”i yeniden hayatımıza hâkim kılmalıyız. Birbirimize müdahale etmeliyiz, birbirimizin yaptıklarına göz yummamalıyız. Birbirimizin hayatına karışmalıyız Hz. Ömer (r.a) gibi.

Evlerimizi tekrar sohbet ve misafirlik halkalarına açmalıyız.

Komşularımızın sıkıntılarını araştırmalıyız. Onlarla arkadaşlık ve dostluk kurmalıyız.

İmkânlarımızdan; maddî, manevî, sosyal imkânlarımızdan başkalarını faydalandırmalıyız.

Zikir, tefekkür halkalarına yeniden katılmaya başlamalıyız.

Cemaate yeniden dâhil olmalıyız.

Parasal destek verdiğimiz vakıf ve derneklerimizde bedenen de çalışmalıyız; günlük ve haftalık zamanımızın hatırı sayılır bir kısmını, eskiden olduğu gibi bu sosyal çalışmalara yeniden ayırmalıyız. “Yardım ediyorum.” bahanesiyle sosyal çalışmalardan uzak durmamalıyız.

Aramızda selamı yaymalıyız.

Giyim kuşamımıza yeniden İslam’dan izler koymalıyız.

Ev düzenimiz, eşyalarımız yeniden İslam referansları ve izleri taşımalı.

Meskenlerde siteleşmekten uzaklaşmalıyız. Rasûlullah ﷺ, Müslüman olanları bir sitede toplamadı. “Çoluk çocuğumuzu eğitmek için bir arada olmalıyız.” gerekçesiyle giriştiğimiz meskenlerde siteleşme olgusu, bizi sosyal problemleri algılama imkânlarından mahrum bıraktı. Siteler, çocuklarımızın eğitimine ve terbiyesine katkı yapmak yerine marka yarıştırma/tokuşturma alanları oldu.

Akraba ziyaretlerine yeniden işlerlik kazandırmalıyız.

Bilinçlenme maksatlı anma geceleri, konferanslar, toplu geziler gibi sosyal organizasyonları yeniden canlandırmalı ve katılmak için gayret etmeliyiz.

İslam’ın siyasî, iktisadî, içtimaî sistemlerini konuşmaktan/tartışmaktan çok ölümü, ölüm sonrasını, kıyamet sahnelerini konuşmalıyız.

“Allah sevgisi”nden ziyade “Allah korkusu”nu yaymalıyız. Ahiret ve mahşer sorgusu bilincini yaygınlaştırmalıyız. Bizi kurtaracak olan ve ayağımızı denk attıracak olan, “Allah korkusu”dur.

Ölümü yeniden hayatımıza dâhil etmeliyiz. Eskiden ölümler evlerimizde gerçekleşirdi, ölüm döşeğine evde yatılırdı, cenaze defin işlemleri mahallede yapılırdı ve cenazelerimiz mahalle mezarlığına defnedilirdi. Yani ölümle iç içe yaşardık. Şimdi ölecek olan yakınlarımızı hastaneye kaldırıyoruz, ölüm hastanede gerçekleşiyor, belediye görevlileri defin işlerini organize ediyor ve şehir dışındaki mezarlıklara cenazelerimizi defnediyoruz. Birkaç gün içinde ölüm gündemimizden ve hayatımızda çıkıyor.

Bir konuda tartışırken söylediğimiz her kelimenin hesabını Rabbimize vereceğimiz biliciyle konuşmalıyız. Allah ve Peygamber adına konuşurken dikkatli olmalı, bol keseden atmamalı, kıyamet bilinciyle hareket etmeliyiz.

Günlük yaşamımız içinde her an ölüme hazırlık bilinci içinde olmalıyız. Yarım saat sonra gelebilecek ölüm ve sonrasında hesabını verebileceğimiz şekilde bütün işlerimizi yürütmeliyiz.

Her şey bitmiş değil. Bugün ve bu saat kendi bedenimizin sultanlığında İslam’ı hâkim kılabiliriz. Toplumda İslam’ı hâkim kılabilmenin yolu buradan geçiyor:

“Bir toplumun bireyleri kendi nefislerini değiştirmedikçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez”[1]


[1] Ra‘d, 13/11.