İçeriğe geç
Anasayfa » HASED VE KADERE RIZA

HASED VE KADERE RIZA

Rasûlullah (s.a.v), “Mizanda güzel ahlaktan daha ağır bir şey olmadı.”[1], “İslam güzel ahlaktan ibarettir.”[2] buyurmaktadır. Başka bir hadisi şerifte de şöyle buyuruyor:  “Güzel ahlak âdemoğlunun saadetinden, kötü ahlak da âdemoğlunun şekavetindendir.”[3]

Bu hadis-i şeriflerde güzel ahlak övülmüş kötüleri de yerilmiştir. İnsana lâyık olan bu kötü ahlakları güzel ahlaka çevirmektir. Kişinin dünya ve ahiretteki saadeti buna bağlı olduğu gibi, onunla münasebeti olan herkesin huzuru da, sükûnu da buna bağlıdır. İyi ahlaktan herkes memnun olur. Hayvanlar hatta diğer varlıklar dahi ondan istifade ederler. Kötü ahlaktan ise herkes zarar görür. Kötü ahlak öyle bir şeydir ki ondan başkaları hoşlanmadığı gibi, bu kötü ahlakından sahibi dahi memnun değildir. Kötü ahlak sahibi o halinden kurtulmak için bir ayağını kaldırsa öbürünü ondan daha kötü olanına basar.

            Ne kendi etti rahat

Ne âleme verdi huzur.

Yıkıldı gitti cihandan

Dayansın ehli kubur.

İnsanın güzel huy sahibi olabilmesi ise kötü olan huylarını bırakarak yerine iyilerini almasına bağlıdır. Bir kap bir şey ile dolu iken oraya ikinci bir şeyin sığdırılması nasıl mümkün değilse,  kötü olan huyları bırakmadan iyi olanlarının onların yerine koyulması da mümkün değildir. Kibir kötü bir huydur onu bırakıp, yerine tevazu ve alçak gönüllülüğü, hased kötü bir huydur onu terk edip yerine gıptayı, riyakârlık kötü bir huydur onu atıp yerine ihlâs ve samimiyeti, gazap (öfke) kötü bir huydur onu terk edip yerine hilmi (yumuşak huyluluğu) koymak gerekir. Diğer huyların da bunlara kıyas edilmesi icap eder. Her kötü huy ne kadar atılırsa, onun yerine güzel huylar da o oranda kazanılır. Bu da öyle kolayca olacak bir iş değildir. Bu, samimiyetle bir ömür boyu gayret sarf etmeğe bağlıdır.

Rasûlullah (s.a.v), “Bütün hataların temeli şu üç şeydir. Onlardan korkun ve sakının. Sizi kibirden sakındırırım. Çünkü kibir İblis aleyhillaneyi Âdem (a.s)’e secde etmemeye sevk etti. Sizi hırstan da sakındırırım, çünkü hırs Âdem (a.s)’i yasak edilen ağacın meyvesinden yemeğe sevk etti. Sizi hasetten men ederim, çünkü Âdem’in oğlu kardeşini hasetten dolayı öldürdü.”[4]

Hadis-i şerifte sayılan hataların birincisi kibirdir. Kibir İblis aleyhillanenin ahlakıdır. İkincisi hırstır. Bu hırs da yaratılışı icabı insanın mayasında mevcuttur. Üçüncüsü hasettir. İnsan bu hased hastalığını tedavi etmez, onu gıpta ile değiştirmezse, başkasının elinde olan nimeti çekememeğe başlar. Sirkenin balı bozduğu gibi hasette amelleri öyle bozar. Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi hasette amelleri öylece yakar kül eder. Hasetçi kişinin evinin tenha köşesinde dahi huzuru yoktur. Haset ateşi onun amellerini yakıp kül ettiği gibi, içini de öyle yakar tüketir. Sağlığı sıhhati altüst olur. Karar ve sükûnu kalmaz. Zahmet çekerek yapmış olduğu pek çok amel heba olup boşa gider.

Haset yeryüzünde Allah Teâlâ’ya karşı işlenen ilk isyandır. Kabil kardeşi Habil’e verilen nimeti çekemedi ve sonunda onu öldürdü. Kıyamete kadar cinayet işleyenlerin her birinin günahı kadar da ayrıca günah kazanmasına sebep oldu. Böylece ahiretini mahvetti.

Haddi zatında hased Allah Teâlâ’nın ezelde yaptığı taksimata razı olmamaktır. Bir hadis-i kutside, “Her kim benim kazama rıza göstermez ve belama sabretmezse, benden gayri rab arasın. …Benim hükmüme ve kaderime razı olmayan benden başka rab edinsin.”[5] buyrulmuştur. Âleme, ibret nazarıyla bakan kimse, bütün fiillerin aracısız olarak Allah’tan geldiğini görür. Buna göre de takdir edilene sabreder ve daha sonra razı olur. Sabretmek kolaydır. Ama razı olmaksa çok zordur. Bu, palavrayla, şamatayla, edebiyatla olmaz. Onun için Allah tarafından kendisine nimet verilen insanlara hased etmek, tam manasıyla cahillik alametidir.

“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar. Dünya hayatında onların geçimliklerini (yaşantılarını) aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”[6] ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ insanların yaşantı ve geçim seviyelerini, onlara verdiği nimetlerin taksimatını kendi üzerine alarak, “kasemna” “biz taksim ettik” ve birbirlerinden üstün kıldığını da beyan ederek “rafe’na” “biz üstün kıldık” diye bildirmiştir. Dünya hayatının uyum içinde yürümesi için Allah Teâlâ hikmeti icabı insanların kimini zengin kimini fakir, kimini âmir kimini memur, kimini işçi kimini işveren yapmıştır. Eğer böyle olmasaydı dünya hayatı yürümezdi. Âlemi yaratan bunu böyle takdir ve tanzim etti.

“Kaderin aslı mahlûkatı üzerinde Allah Teâlâ’nın bir sırrıdır. Bu sırra mukarreb melekler de, mürsel nebiler de vakıf değildir. Allah Teâlâ kader ilmini mahlûkatına gizli tutmuş, kendi meramını yarattıklarının bilmesini istememiştir. İlim iki kısımdır. Bunlardan biri mahlûkunda mevcut olan ilim, diğeri de mahlûkundan kayıp olan ilimdir. Mevcut olan ilmi inkâr nasıl küfürse, kaybedilen ilmi iddia etmek de küfürdür.”[7] Mevcud olan ilim, şeriat ilmidir. Kaybedilen ilimse kader ilmidir. Allah bunu insanlardan gizli tutmuştur.

İnsanın da kendine ait filleri vardır ki, o fiilinden sevap alır ahireti ma’mur olur ve dünya hayatından istifade eder. Ya da günah işler ahiretini yıkar, dünya hayatında da zarar görür. Kula düşen vazife geçmişine rıza ve teslimiyet, geleceğine ise gayrettir. İnsanın kendisine gayretinden başka bir şey yoktur. Kendi üzerinde cereyan eden kaderin tasarrufuna razı ve teslim olmalı, geleceği için de bütün imkânlarıyla gayret edip çalışarak neticeyi Allah Teâlâ’dan beklemelidir.

İster kötü ahlaklar olsun isterse günahlar olsun, bunlar aşikâra çıkmadıkça vicdanlarda ve gizlide kaldıkları sürece bunların zararları sadece sahiplerine aittir. Başkalarına zararı olsa da, bu zarar sınırlı kalır. Ama bunlar aleni hale gelir, aşikâra işlenirse bütün insanlık bundan zarar görür. Aişe validemiz (r.anha),“Ya Rasûlallah! İçimizde sâlih insanlar olduğu zaman da biz helak olur muyuz? diye sorunca, Rasûlullah (s.a.v), evet, kötülükler fazlalaşınca olur, buyurdu.”[8]

Hele birde bunlara karşı sessiz kalınır, işlenmesine mani olunmazsa o zaman bu kötü ahlaklar tam bir felakete dönüşür. Topyekûn insanlığın başına bela olur. Bir sel gibi önüne gelen her şeyi siler süpürür götürür. Bu hırs ve hasedin insanlık tarihinde kolektif hale gelmesi insanlığın başına tam bir felaket olmuştur.

Yeryüzünde meydana gelen bütün kavga ve gürültülerin asıl sebebi hırs ve hasedin aleni hale gelip işlenmesinden dolayıdır. Bu hırstan kapitalizm, daha sonra buna tepki olarak hasetten de komünizm doğmuştur. İnsanlığı kasıp kavuran bu iki belanın kökü bu iki kötü ahlaka dayanır. Bugünkü ilim bu iki canavarın eline en acımasız silahları da verince insanlığın başına tam bir bela oldular. Bu gün kapitalizmin temsilcileri demokrasi palavrasıyla, karşı tarafın temsilcilerini de yedeklerine alarak dünyayı kendi istikametlerinde kasıp kavurmaya, insanları sömürmeye, süründürmeye devam ediyorlar. Mazlum milletler ki bunların başında İslam milleti geliyor, Müslümanların malları, canları, hatta namusları bunların insafına terk edilmiş durumdadır.

İslam dünyasına, Afrika’ya bir bakın, oralardaki insanlar mağdur ve perişan halde sefalet içinde yaşarlarken, bunların tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerini kontrol edip ellerinde tutanlar refah içerisinde yaşamaktadırlar. Halkın payına ise sefil bir hayattan başka bir şey düşmemektedir. Avrupa’ya gidin göreceksiniz ki, üst kademedeki bir avuç elit azınlık israf içinde yaşarken, bunların dışındaki mazlum halk, gün boyu zar zor kazandıklarını akşam olunca bunların marketlerine götürüp teslim eden birer emanetçi durumundadırlar. Eğer hırsın bu acımasız saltanatının önüne adil bir dünya nizamıyla geçilmezse, bunlara karşı sessiz kalınır, karşı çalışma yapılmazsa, her insan bunların değirmenlerine su taşıyan bir su beygiri haline döner. Ya da hırsın alternatifi olan hased otomatik olarak tekrar devreye girer.

Rasûlullah (s.a.v), “Müslüman kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et, buyurdu. Dedik ki, Ey Allah’ın Rasûlü, mazluma yardım ettik tamam da, zalime nasıl yardım edelim. Buyurdu ki, onu da zulmünden vaz geçirir zulmüne mani olursunuz. Bu da ona yardımdır.”[9]

Başkalarının hasedinden korunmak için Felak Sûresi’ni fazla okumalı, kişi kendi hasedinden kurtulmak için de kadere razı olmalıdır. “O (Allah) yaptıklarından sorumlu değil, ama insanlar yaptıklarından sorumludurlar.”[10]

Yunus’un dediği gibi,

Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül yahut diken,

Ya hilat ü yahut kefen,

Kahrın da hoş lütfün da hoş.

 

[1] Edebü’l müfred, 1/103.

[2] Cami-i Kebir, 1/1669.

[3] Camiu’l ehadis, 22/50.

[4] Camiu’l ehadis, 37/181.

[5] Camiu’l ehadis, 15/74.

[6] Zuhruf, 43/32.

[7] Tahavi Akaidi, s.2.

[8] Tirmizi, 4/479.

[9] Tirmizi, 4/523.

[10] Enbiya, 21/23.