İçeriğe geç
Anasayfa » HERKESİN TARAFTARI OLDUĞU BİR ERDEM OLARAK “ADALET”

HERKESİN TARAFTARI OLDUĞU BİR ERDEM OLARAK “ADALET”

Toplum içerisinde yaşamını idame ettiren herkesin sıklıkla kullandığı kavramlardan biri olarak adalet, mütemadiyen arzuladığımız fakat bir şekilde ihmal ettiğimiz ya da ihmaline seyirci kaldığımız bir değerdir. Bu noktada adalete olan ihtiyacımız ile adaleti ayakta tutmaya yönelik tutum ve davranışlarımız arasında bazen ters yönlü bir ilişki söz konusu olabilmektedir. “Adalet” soğuk bir hüviyette daha çok devlet yönetimiyle ya da adlî olaylarla ilişkilendirilse de bir değer barındırması hasebiyle aslında insan merkezli ele alınması gereken temelde bir duygu biçimidir.

Adalet, başkalarına karşı sergilediğimizde bize huzur veren; bize karşı sergilendiğinde ise insan olduğumuzu hissettiren, yaratılmışlar içerisinde eşref-i mahlukat olduğumuz bilincine vardıran önemli erdemlerin başında gelmektedir. Adalet, duygu, tutum, düşünce ve algı süreçleriyle yoğrulan karmaşık bir olgudur. Fakat nihayetinde adalet olarak isimlendirilen bu ifadenin temelde bir bilinçlilik hali olduğunu ifade edebiliriz. Bu bilinç hali, insanın tüm tutum ve davranışlarında kendisine farkındalık sağlayan önemli bir aşamadır. Bu bağlamda bir kimsenin adil olduğunu iddia etmek, aslında onun bütün tutum ve davranışlarında “adalet” merkezli hareket ettiğini söylemek anlamına gelmektedir. Bu bilince sahip bir kimsenin tüm tutum ve davranışlarında adalet erdeminin kokusu hissedilebilir/hissedilmelidir. Dolayısıyla yaşamın bir bölümünde ya da belirli bir kesimine yönelik sergilenen adil tutumların aslında “adalet” başlığı altında irdelenmesi mümkün değildir.

Genellikle değerler, özelde ise “adalet” değeri, toplumun bütün fertleri tarafından taraftar toplayan, teorik düzeyde herkesin etrafında kümelendiği asgari müşterek alanları içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Adalet duygusu, dini, dili, ırkı fark etmeksizin herkesin ittifakla savunduğu; tüm insanlar tarafından benimsenmesi elzem görülen bir duygu biçimidir. Peki dünyada bariz bir adaletsizlik söz konusuyken ve herkes adaleti savunurken adalete aykırı hareket edenlerin motivasyonları neler olabilir? Adaleti savunduğu ve talep ettiği halde bu alanları ihmal eden kişilerin ya da toplumların psikolojik kaynakları nelerdir?

 İnsanoğlu tüm tutum ve davranışlarını inandığı değerler ekseninde mantıkî bir zemine oturtmak zorundadır. Aksi halde bilişsel çelişkiler yaşaması, suçluluk ve günahkarlık hissetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu noktada adalete uygun davranmayan kimselerin pek çok meşrulaştırma aracı söz konusudur. (Savunma mekanizmaları, çocukluk dönemi yaşantıları, dini ve kültürel faktörler gibi). Bu yazıda söz konusu meşrulaştırma araçlarından belki en önemlisi olan benmerkezcilik ve bu duruma kaynak teşkil eden empati yoksunluğundan bahsedilecektir.

Benmerkezcilik, özellikle çocukluk dönemi içerisinde gözlemlenen karakteristik özelliklerden biridir. Bu dönem içerisinde çocuklar, dünyanın merkezinde kendilerini konumlandırarak olan-biten her şeyin sorumlusu olarak kendilerini ön plana çıkarırlar. Bilişsel bir yanılgı sarmalı içerisinde hareket eden çocuklara göre yeryüzündeki her şey, kendilerine hizmet etmekle mükelleftir. Dinî gelişimle ilgili olarak bu dönem içerisindeki çocuklara göre Allah, dualarını eksiksiz kabul eden, onlara sınırsız çikolata veren bir varlık olarak algılanmaktadır. Bu egosantirik bakış açısına göre dünyanın merkezinde çocuğun kendisi vardır. Fakat çocukluk dönemine has bu özelliğin bazı insanlarda ömür boyu devam ettiği görülür. Bu tarz bir düşünceye sahip olan kişiler, başka insanlarla ilgili gerçeklikleri fark etme konusunda güçlük yaşarlar. Bazen narsist bir kişilik olarak karşımıza çıkan bu kimselere göre her şeyin en doğrusunu kendileri bilmektedir. Onların sahip oldukları her şey en iyi, vazgeçtikleri her şey ise en kötüdür ve en kötü muameleyi hak etmektedir. Benmerkezcilik tabi ki farklı kişilik özelliklerine sahip diğer insanlar için de söz konusu olabilir. Bu tarz bir kişilik örüntüsüne sahip olan şahısların tutum ve duyguları her zaman kendilerine hizmet eder. Eğer adalet böyle bir kimsenin lehine ise adaleti sonuna kadar savunur; aleyhine bir sonuç ihtimali söz konusu ise tam tersi bir tutum sergileyebilir; en iyi ihtimalle gerçeği saklayabilir. Kendisi, yakın çevresi ya da sahip olduğu değerlere yakın insanlar her zaman pozitif yönde adaletten payını alması gerekirken; bu grubu dışındakiler için adalet alanlarına yönelik ise en iyi ihtimalle bir kayıtsızlık durumu söz konusudur. Bu çerçevede benmerkezci bakış açısı, kişileri her zaman ve her yerde doğru tutum ve davranışlar icra etmekten alıkoyabilir. Kur’an-ı Kerîm’e bakıldığında bu konuyla ilgili olarak “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[1]şeklinde ifade edilen ayet-i kerime, aslında insanın duygularına yenik düşerek adaletten sapabileceğine işaret ederek bunun yanlış bir tutum olduğunu vurgulamaktadır. Burada insanın hislerine yenik düşmesinin en önemli sebeplerinden biri olarak benmerkezci bakış açısı, kişinin aslında sahip olduğu erdemleri sergilemesine engel bir faktör olmaktadır. Diğer taraftan bir şahsın, benliğine ve çevresine yönelik tarafsız bir bakışa sahip olması, ona adil davranma konusunda önemli bir avantaj sağlayabilir.

Aynı zamanda benmerkezci insanların empati kurmada zorlandıkları ifade edilebilir. Bir başkasının duygularını, içerisinde bulunduğu durum veya davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek anlamına gelen empati, insanın kendisinden başka insanların varlığını bilmesi, diğer insanları kendisi gibi görmesi ve onların lehine hareket etmesinde önemli bir duygu biçimidir. İlişkili olarak Kur’an-ı Kerîm’de bunun bir örneği olarak karşımıza çıkan isar ruhu[2] içerisinde hareket etmenin, empatiyi aşan çok daha üst düzey bir zihin durumuna işaret ettiği ifade edilebilir. Fakat âlemi kendi penceresinden görmeye alışık olan kişilerin, karşısındaki insanların hislerini, rolünü ya da tecrübelerini anlaması, anlamlandırması kolay değildir. Aslında benmerkezciliği bir tür empati yoksunluğu şeklinde ifade edebiliriz. Nitekim karşısındaki insanın duygu ve düşünlerini kavrayamayan insanlar, aslında kendi ihtiyaçlarına ve ihtiraslarına odaklandıkları için bu beceriden yoksundur. Dolayısıyla benmerkezcilik ile empati arasındaki sıkı ilişki düşünüldüğünde bir erdem olarak adaletin yerleşik bir nitelik olarak insanda bulunması, bu iki psikolojik kaynağın ön şart olarak insanda yerleşmesi ile mümkündür. Bu çerçevede Yüce dinimiz İslam, her konuda müntesiplerine sunduğu emir ve nehiylerle insanlığa huzur vadetmektedir. Bu yazıda irdelenen bir değer olarak adaleti tesis etme, bir erdem olarak benimseme ve yaşama noktasında önemli bir motivasyon zemini barındıran İslam dini gerek vahiy ile gerekse Rasûlullah’ın x rol modelliğiyle bir adalet portresi sunmaktadır. Bu bağlamda dine yaşamında merkezî bir konum atfeden dindarların söz konusu psikolojik kaynakları dikkate alarak adaleti hayatlarının tamamında aktif bir unsur olarak benimsemeleri gerekmektedir.


[1] Nisâ, 4/135.

[2]Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.”(Haşr, 59/9)