Hocazâde Muslihuddin Efendi, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın hocalarındandır. Babası Bursa tüccarlarından Yûsuf Efendi’dir. Çok zengin bir kimsedir. O dönemde ticaretle uğraşanlara “hoca” denildiğinden Muslihuddin Efendi “Hocazâde” diye meşhur olmuştur. Daha küçük yaşta ilme merak sarmış, ticaretle uğraşmasını isteyen babasına karşı çıkarak ilim tahsiline yönelmiştir. Babası, diğer oğullarından parayı esirgemezken, Muslihuddin’e günlük sadece bir akçe veriyordu. Bu şekilde cezalandırarak onu ilim tahsilinden uzaklaştırmak istiyordu. Çünkü o, babasının yolunu değil, ilim yolunu tercih etmişti.
Bir gün Emir Sultan’ın öğrencilerinden Şeyh Velî Şemseddin, Muslihuddin’in babasıyla konuşmaya gitmişti. Bakıyor ki Muslihuddin evin hizmetlisi gibi kapı ağzında oturuyor, üzerinde eski elbiseler var. Kardeşlerine de bakıyor etraflarında hizmetliler var, elbiseleri yeni ve güzel. Şeyh Velî, Yusuf Efendi’ye güzel elbiseli olanları göstererek:
“Kim bunlar.” diyor. O da
“Çocuklarım.” diyor. Muslihuddin’i işaret ederek,
“Peki, bu kim?” diyor. O da
“O da benim çocuğum.” deyince,
“Peki, niçin bu halde?” diye soruyor. Yusuf Efendi de
“O benim yolumdan ayrıldı, gözümden düştü.” diyor.
Şeyh Velî, Yusuf Efendi’yi oğlunun okuması için ikna etmeye çalışıyor, fakat başarılı olamıyor.
Şeyh Velî oradan ayrılırken, Muslihuddin’e:
“Yanıma gel.” diyor. Yanına geliyor, hocası ona şöyle diyor:
“Bu durum seni etkilemesin. Doğru yol senin yolundur. İnşallah ilerde büyük makamlara geleceksin. Kardeşlerin de senin yanında hizmetli konumunda olacaklar.”
Muslihuddin’in tahsil hayatının ilk yılları sıkıntılı geçmiş, ancak bu durum onun azmini ve okuma arzusunu etkilememiştir. Hatta kitap alacak parası olmadığı için kitapları kendisi ucuz kâğıtlara yazarak çoğaltırdı. Sadece bir gömleği vardı, ikincisi yoktu.
Muslihuddin önce Ağras (Atabey) Medresesi’nde Ayasuluk kadısının oğlu olup Ayasuluk Çelebisi diye tanınan Mehmed Efendi’den bazı dersleri okuduktan sonra Bursa Sultâniye Medresesi’nde Hızır Bey’in derslerine devam etti. Yeteneği ve çalışkanlığı sayesinde kısa zamanda hocasının ilgisini çekti. Hocasından birçok kitap okudu, onun yanında asistan oldu. Hızır Bey bu talebesine çok değer verirdi. Kendisine zor gelen meselelerde soru sahiplerini Muslihuddin’e gönderirdi. Daha sonra Muslihuddin’i Sultan II. Murad’a gönderdi. Sultan da Hocazâde’ye önce Kestel kadılığına, ardından da Bursa Esediye Medresesi’ne müderris olarak tayin etti. Günlük 20 akçe aldığı bu medresede altı sene çalıştı.
Padişaha Hoca Oluyor
Fâtih Sultan Mehmed tahta çıkınca etrafına âlimleri toplamaya başlamıştı. Bunu duyan Hocazâde yeni padişahla görüşmek üzere İstanbul’a doğru yolda çıktı. Padişah da bu esnada İstanbul’dan Edirne’ye gidiyordu. Hocazâde önce sadrazam Mahmud Paşa’yla görüştü. Mahmut Paşa, Hocazâde’ye gelmekle doğru bir karar aldığını söyledi. Ardından da “Hemen git, şu an ilmî bir tartışma var.” dedi. Fatih Sultan Mehmed, Hocazâde’yi güzel bir şekilde karşıladı. O sırada padişahın bir yanında Molla Zeyrek, diğer yanında da Molla Seyyidî Ali vardı. Tartışmaya o da katıldı. Seyyidî Ali’yi haklı bulmuştu. Daha sonra Seyyidî Ali kalktı gitti. Molla Zeyrek’le ilmî tartışmaya devam ettiler. Verdiği cevap ve sorduğu sorularla Molla Zeyrek’ten üstün olduğu görüldü. Molla Zeyrek onun bazı sorularına cevap veremedi. Sonra da kalktı gitti. Padişahla Hocazâde baş başa biraz daha sohbet ettiler.
Padişah hem Seyyidî Ali’ye hem de Molla Zeyrek’e ihsanlarda bulundu. Fakat Hocazâde’ye bir şey vermemişti. Hocazâde bu duruma çok üzüldü, canı sıkıldı. Hatta yanındaki hizmetlisi dahi ona “Şayet sen ilim sahibi olsaydın padişah onlara ihsan verirken sana da verirdi.” diyerek ona hizmet etmeyi bıraktı. Hocazâde atının bakımını da kendi yapmaya başladı. Hizmetli de bir ağacın gölgesinde yatıyordu.
O esnada üç asker geldi. Hocazâde’nin çadırını soruyorlardı. Sanıyorlardı ki diğer hocalarda olduğu gibi Hocazâde’nin de bir çadırı vardı. Hâlbuki çadırı yoktu, toprakta yatıp kalkıyordu. Askerlere “Şu ağacın gölgesinde oturan Hocazâde’dir.” dediler. Fakat askerler önce inanmadılar. Hiç çadırsız büyük hoca olur muydu? Sonra Hocazâde’nin yanına gelip “Hocazâde sen misin?” dediler. O da “Evet.” dedi. “Molla Zeyrek’i susturan hoca sen misin?” dediler. “Evet.” dedi.
Askerler hemen Hocazâde’nin yanına vardılar, elini öptüler. “Padişahımız seni kendisine hoca tayin ettiler.” diyerek müjdeyi verdiler.
Hocazâde duyduklarına inanamadı. Şaka yapıyorlar sandı. Askerler hemen Hocazâde için bir çadır kurdular, yeni elbiseler verdiler, onun emrinde çalışacak, hizmetini görecek, atına bakacak kimseler bıraktılar. Bir de on bin akçe verdiler. Ona “Hemen padişahımızın yanına git.” dediler. O sırada Hocazâde’nin hizmetlisi hâlâ ağacın gölgesinde uyuyordu. Hizmetlinin yanına gitti. Onu uyandırmaya çalışıyordu. “Bırak beni biraz daha uyuyayım.” dedi. Hocazâde “Kalk, hâlime bak.” dedi. O da “Ben senin hâlini biliyorum. Bırak biraz daha uyuyayım.” dedi. Sonunda hizmetliyi kaldırdı. Hizmetli baktı ki durum değişmiş. “Bu ne hâl?” dedi. Hocazâde de “Padişahın hocası oldum.” dedi. Hizmetli hemen Hocazâde’nin elini öptü, ondan yaptıkları için özür diledi. Hocazâde yola çıkarken hizmetlisinden sekiz yüz akçe borç almış, bu parayla iki at satın almıştı. Hemen hizmetlisine olan borcunu da ödedi.
Sonra Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna gitti. Padişah, Hocazâde’den Arapça dilbilgisine dair İzzeddin ez-Zencânî (ö.1262)’nin el-İzzî fi’t-Tasrîf adlı eserini okudu. Hocazâde bu esere bir de şerh yazdı.
Padişahla Hocazâde arasındaki yakınlık her geçen gün artıyordu. Bunu çekemeyen Sadrazam Mahmud Paşa, onu saraydan uzaklaştırmak için padişaha “Hocazâde kazaskerlik istiyor.” dedi. Hâlbuki Hocazâde böyle bir şey istememişti. Padişah da bunu Hocazâde’nin kendi isteği diye kabul etmişti.
Mahmud Paşa, Hocazâde’ye de giderek “Padişah kazasker olmanızı emretti.” dedi. O da “Ben istemiyorum.” deyince “Ferman bu şekilde. Emre uyun.” dedi. Ve böylece kazaskerlik tayini gerçekleşmiş oldu.
Babası Ziyaretine Geliyor
O zaman babası Yusuf Efendi henüz sağ idi. Oğlunun kazasker olduğunu duymuş, fakat inanamamıştı. Birçok kimse aynı şeyi söyleyince Hocazâde’yi ziyaret için diğer oğullarıyla birlikte Bursa’dan Edirne’ye gelir. Edirne’ye yaklaşınca Hocazâde, etrafında âlimler ve şehrin ileri gelenleriyle Yusuf Efendi ve oğullarını karşılamak için gelmişlerdir. Uzaktan bu kalabalığı gören babası “Bunlar kim diye?” sorar. “Oğlun.” derler. O da “Oğlum bu mertebeye vardı mı?” der. “Evet.” derler.
Hocazâde babasını görünce atından iner, ellerini öper. Babası da oğlunu öper, kucaklar, ona yaptığı haksızlıklardan dolayı özür diler. Hocazâde de ona der ki:
“Şayet bana çok para verseydin bu makama gelemezdim.”
Sonra babasını Fatih Sultan Mehmed’e takdim eder. Babası getirdiği hediyeleri padişaha arz eder.
Sonra Hocazâde babası için büyük bir ziyafet hazırlar. Âlimler ve ileri gelenler de bu ziyafete katılırlar. Hocazâde babasıyla birlikte başköşeye oturur. Sonra diğer âlimler ve ileri gelenler makamlarına göre otururlar. Kalabalık sebebiyle kardeşleri hizmetli ve diğer çalışanların yerine otururlar. Hocazâde kendi kendine der ki “Bu, hocam Şeyh Veli’nin bana söylediği şeylerin aynısıdır.”
1488’de yılında Bursa’da vefat eden Hocazâde, Emir Sultan’ın yanına defnedildi.
(Kaynak: Ali Bulut, İslam Medeniyetinden Örneklerle Kişiliği İnşa Etme Sanatı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay, İstanbul 2017)