İçeriğe geç
Anasayfa » HUZURU KANAATTE BULMAK (Mülakat)

HUZURU KANAATTE BULMAK (Mülakat)

Mülâkat: Üsame Derviş Müezzin

Tercüme: Ahmet Eşer

Muhterem Hocam, kanaat mevcuda razı olmak şeklinde tanımlanıyor ve biliyoruz ki rızık Allah Teâlâ’nın takdirindeki bir konudur. Kanaatin bahsettiğimiz tarifi ve bu hakikat; bazı kişilerde şahit olduğumuz üzere insanı gevşekliğe, aylaklığa ve tembelliğe sürükleyebilir mi? Kanaatin tarifi nedir?

Elhamdülilahi rabbi’l-âlemîn

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn

Evet, kanaat elindekine rıza göstermektir; ancak insan gaybı bilemez ve bilmediği şeyde de kaza ve kaderle delil getirme (açıklama yapma) hakkı yoktur. Ben Allah’ın gelecekte bana takdir ettiği rızkı bilemiyorum; yalnızca yeryüzünde çalışıp çabalayınız emrini biliyorum. Rabbimiz, “Şu hâlde onun omuzlarında (yeryüzünde) yürüyün ve (Allah’ın) rızkından yiyin!”[1] buyurmaktadır ve çalışıp gayret göstermekle de memurum, gaybı da bilemem. Öyleyse bilmediğim hususta da -tembelliğe ve gevşekliğe sürükleyecek şekilde- kaderde bu var diye delil getiremem; sadece Allah Teâlâ’nın şu an bana rızık olarak takdir ettiğine kâni olur ve gelecekte elde edeceğim rızık için çalışırım.

Bunu zengin olan kimseler için düşündüğümüzde Hocam…

Kanaat konusunda zenginler veya fakirler arasında ayrım yoktur; çünkü kanaat elindekine rıza göstermektir. Ancak bazen kişi, Rabbinin taksim ettiği rızka razı olmadığında kendisini fakir zanneder. Bu, rıza makamını kaybeden birçok zenginin duçar olduğu bir durumdur. Bu gibiler, mala sahip olsalar da fakirlik içerisinde yaşarlar. Yani zengin olmalarına karşın gelecek için endişelenir, şikâyet ve fakirlik endişesi içerisinde bir hayat sürerler.

O halde bunun, doyumsuzluğumuzun ilacını “Kanaat bitmez tükenmez hazinedir.” sözünde arayabilir miyiz? 

Kim kanaate ulaşırsa paradan daha değerli bir şey elde etmiş olur ki bu rızadır. Rıza göstererek kalp zenginlik hissine ulaşır. Kalp zengin olunca elde bulunan az bir miktar da olsa bu, insana sıkıntı vermez. Buna mukabil eldekilerin çokluğuna rağmen kalp fakirse, gönülde saadet hissi oluşmaz. Bu sebeple insanın kalbinde kanaat duygusunun bulunması, gerçekten büyük bir hazinedir ve bizzat paranın kendisinden daha değerlidir.

Peki, hocam kanaat yoksulluğunun/tamahın sebep olacağı en büyük felaket nedir?

Kalbin birçok afeti vardır; bazıları kişiyle nefsi, bazıları ise başkaları ile arasında meydana çıkar. Kişiyle nefsi arasındakilerden birisi fakirliği/fakirlik hissini sürekli gözünün önünde tutmasıdır. Böyle kimsenin dünya, elinin altında olsa bile kalbi fakirdir ve bu sebeple, o kimse fakirlik endişesiyle yaşar. İşte bu durum; insanın saadetini, itmi’nân duygusunu ve elindekiyle yetinme hissini alıp götüren büyük bir felaket olur. Diğer taraftan ise bu insanlar arasında; hased, kıskançlık, ilişkilerin kopması ve irtibatın zayıflaması gibi bazı problemlere yol açar. Hasede tutulan birçok kişi; malî, hayatî veya içtimaî herhangi bir konuda hiç kimsenin kendilerinden daha iyi ve ileri durumda olmasını istemez ve hased karanlığında yaşar. Bakınız şair ne diyor: Allah iyiliğini versin, hased ne kadar da adildir! / O, öldürmeye sahibi (hasetçi) ile başladı (başlar)!

Muhterem Hocam, aile içerisinde kanaatin öneminden bahsedebilir misiniz, özellikle çocukların bu noktada eğitimiyle alakalı ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Çocuk, genellikle anne babasının mizacına çeker. Anne-baba çokça şikâyet eden ve Allah’ın kendilerine taksim ettiği rızık ve kazanca rıza göstermeyen karakterdeyse aslında bu hususlarda sorumluluk taşımayan çocuğun dili de otomatik olarak sıkça şikâyet eder bir hale bürünür. Bu sebeple çocuklarımızı -rızık ve kazançtan- şikâyet değil bilakis daima hamd eder bir şekilde yetiştirmemeliyiz. Dünyalık veya rızıktan nasibimizin az olduğunu düşünüyorsak bizden daha alt seviyedekilere bakmalıyız. Aynı şekilde bu durumda olanları evlatlarımıza göstermeliyiz ki Allah’ın bize ihsan ettiklerini fark edelim, ettirelim. Bu durum bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilir: “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.[2] Bu şekilde insan gerçekten Rabbinin üzerindeki nimetini görür ve kendinden aşağı durumda olanlardan çok daha iyi halde olduğunu fark eder. Çocuk bu rivayetin manasına uygun olarak Allah’a hamd ve şükreder şekilde yetiştirilebilirse; şikâyet nedir bilmeyen bir huzur içerisinde yaşar ve kendinden alt seviyedekilerden çok daha iyi durumda bulunduğunu idrak eder. O halde evlatlarımızın karşısında/yanında Rabbimize hamdimizi artırmalıyız. Bu da yeme-içme, elbise giyme gibi şeylerden sonraki hamd ile başlar. Bu nimetlere karşı hamd ettiğimizde bu tavır çocuklarımızın diline sirayet edecek ve onlarda karakter ve mizaca dönüşecektir. Onlar Allah Teâlâ’ya hamdi artıracak ve bu hamd sayesinde rıza ve itmi’nân duygusu kalplerine işleyecektir. Böylece saadete erişecek, aileleri de mesud olacaktır.

Hocam eşlerden birisinin kanaat noktasında bir zayıflığı varsa bunun ıslahı nasıl mümkün olur?

Bu durumda aile dışından birinin nasihatine ihtiyaç duyulur. Çünkü kocanın karısına veya karının kocasına nasihati, kendi nefislerine pay biçtikleri şeklinde anlaşılabilir. Çevrelerinde bulunan, aile dışından akıllı birisi kendisine Rasûlullah’ın x ve mü’minlerin anneleri eşlerinin, sâlih ve sâliha kimselerin hayatlarından misaller vererek nasihatte bulunursa bu daha tesirli olabilir. O kimse bunu daha kolay kabul edebilir. Aynı şekilde malî ve ekonomik seviye gibi konularda kendilerinden aşağıda olan yakın ailelerin durumunu göz önünde bulundurmak da böyledir.

Hocam, kanaati genelde mal, mülk ile irtibatlı olarak düşünüyoruz. Kanaat bunlarla mı sınırlıdır? Mesela ilim veya evlilik gibi hususlarda da kanaatli olmak düşünülebilir mi?

Kanaat genellikle dünyevî şeylerle alakalıdır. Hayırla alakalı hususları ise insan çoğaltmayı istemeli. Mesela ilim konusunda Allah Teâlâ, “Her bilenin üzerinde bilen vardır.”[3] buyurmaktadır. O halde insan, her zaman kendinden daha fazla bir bilen olduğunu idrak ederse, ilminde tevazu sahibi olur.

Diğer dünyevî şeylere gelince onlarda kanaat sahibi olmalıdır. Evlilik konusundaki kanaat de böyledir. Bir erkek, ne kadar ararsa arasın, bir hanımda bulunmasını istediği güzellik, zenginlik, ahlak, ilim, güzel söz gibi şeylerin tamamını tek bir kadında bulamaz. Bu sebeple insan, Rabbinin fazlından kendisine ikram ettiği hanımıyla yetinmelidir. Nitekim Rasûlullah x, “Mü’min, hanımına karşı kötü duygular beslemesin; çünkü onun bazı huylarından hoşlanmasa da diğer huylarından hoşlanabilir.[4] buyurmaktadır. Herhangi bir eksikliğin bulunmadığı mükemmel bir hanım aramak ise cennette mümkündür, inşallah. Aynı durum kadın için de geçerlidir. O; hem mütedeyyin hem de yakışıklı, zengin, kuvvetli, işbilir, güzel sözlü ve latif gibi bütün güzel özelliklerin toplandığı bir erkek asla bulamayacaktır. Bu nedenle kadın, Allah’ın kendisi için takdir ettiği kocaya razı gelir ve ona karşı kötü duygular beslemez. Çünkü belki de başka bir kadın, kocasının özelliklerine sahip bir erkekten razıdır.

Neticede geçmişte dedelerimiz ve ninelerimiz, seksen doksan yıllık bir ömür için evleniyorlardı. Bugün ise boşanmaların arttığını görüyoruz, bunun sebebi nedir? Sebep, kanaatsiz olmaktır. Geçmişte Müslüman bir erkek; hanımından başkasına bakmıyor, Allah’ın kendisine ihsan ettiği eşiyle yetiniyor, ona razı geliyor ve onunla yıllar boyu yaşıyordu. Çocuk sahibi oluyorlar, mutlu ve uzun bir hayat sürüyorlardı. Bugün ise insan; çevresinde pek çok kadın görüyor, her kadında ise diğerinde olmayan bazı -iyi- özellikler bulunuyor ve belki de bu vasıflardan bir kısmını kendi hanımında göremiyor ve bunun üzerine güzellikler bulunan hayatı cehenneme çevriliyor. Başka kadınlardaki özelliklerle karşılaştırarak neredeyse hanımındaki hiçbir şeye rıza göstermiyor. Erkek; bu konuda takva sahibi olmalı, diğer kadınlara karşı bakışını indirmeli ve kalbine de sahip çıkmalıdır. Çünkü insan, bazen bakışlarını indirse de kalbine sahip çıkmamaktadır. Allah Teâlâ 9 şöyle buyurmaktadır: “Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme![5]

İnsan, Rabbinin kendisine ihsan ettiği eşinden ve çocuklarından da razı gelmelidir. Zira çocuklar kimi zaman anne-babanın istediği çizgide olurken kimi zamansa böyle değillerdir. Bir mü’min, Allah Teâlâ’ya 9 şöyle dua eder: “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla…[6] Yani gördüğümüzde gözlerimizi aydınlatan, bizleri bahtiyar kılan hanım ve çocuk…

Ama belki de insana bu ayetteki gibi göz aydınlığı bir çocuk nasip olmaz. Bu durumda ulü’l-azm peygamberlerden, evladı kendisinden razı olabileceği durumda bulunmayan, Nuh aleyhisselâm’ı hatırlamalıdır. Bir baba çocuğuna karşı elinden gelen gayreti göstermiş, Allah’ın 9, kendisine emrettiği güzel terbiyeyi vermiş ve ihsanda bulunmuş da çocuğu istediği gibi bir evlat olmamışsa bu durum, Allah’ın 9 takdiriyledir, Onun 9 kaza ve kaderini değiştirecek yoktur. Öyleyse insan, kaderine razı gelmelidir.

Kanaatin dünyevi meselelerle ilgili olduğunu, hayırlı işlerde ise daha fazlasına talip olmak gerektiğini buyurdunuz. O halde kişi kendisinde bulunan hırs duygusunu hayırlı/dinî işlere mi sevk etmelidir?

Evet… Allah Teâlâ 9 “Hayırda yarışınız.”[7] buyurmaktadır. Rasûlullah x Efendimiz ise “Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği Kur’ân ile gece gündüz meşgul olan, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz (Hak için) harcayan kimse.[8] buyurmaktadır.

Dünya işlerine gelince insan Rabbinin kendisine ihsan ettiğine rıza göstermelidir. Allah’ın insanda yaratmış olduğu hırs duygusu, hayra ve ahkâm-ı şer‘iyyenin beş esasından birisi olan mubahı elde etmeye yöneltilmelidir. Müslümanın hırs ve gayreti, mubah sınırları içerisinde olmalı, mekruh ve haram boyutuna taşmamalıdır. Ayet-i kerime, işte bu anlamda hayırda yarışınız, demektedir. Yoksa mekruh ve haram şeylerde hırs göstermek asla caiz değildir.

Hocam bu meseleyi biraz daha izah edebilir misiniz; yani bir şeye sahip olmak bize onunla ilgili istediğimiz şekilde tasarrufta bulunma hakkı verir mi?

Bu konuda ahkâm-ı şer‘iyyenin vacib, haram, mekruh, müstehab ve mubah olmak üzere beş esası vardır. Şayet bir şey bizim mülkiyetimizde ise Cenâb-ı Hak bize onda tasarruf yetkisini vermiştir, örneğin zekât gibi. Öyleyse zekâtı belirtilen miktarda vermeliyiz. Allah Teâlâ birçok ayet-i kerimede zekâttan fazla olarak onun dışında tasaddukta bulunmaya davet ediyor ki bu müstehabdıır. Haram ve mekruha düşmememiz şartıyla bunun dışındaki -verilen- şeyler ise mubahtır. O halde önümüzde şu beş seçenek vardır: Allah’ın haram kıldığı bir şeyi yapmak ki bu caiz değildir (haram); şeriatın yasakladığıyla meşguliyet bu da uygun değildir (mekruh); mubah, işlemek mutlak olarak caizdir; müstehab, yerine getirdiğimizde sevap kazanıyoruz; Vacib, farz mesabesinde olup ecir kazanmaya vesiledir.

Bu beş seçeneğin dışında bir şık yoktur. Mubah dairesini bırakıp mekruha geçmek israftır. Mesela suyla abdest almak mubahtır; ancak abdest alan kimsenin ihtiyacından fazla su kullanması israf olur ve bu durumda kerahete düşmüş olur. Haram olan bir şeyi infak etmek ise saçıp savurmak ve haddi aşmak olur. Allah Teâlâ, “Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir…”[9] buyurmaktadır. Öyleyse eldeki imkânı/malları haram şeylere harcamak saçıp savurmak, mekruha sarf etmek israf demektir, mubaha sarf etmek ise mubahtır.

Muhterem Hocam, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun. Son olarak eklemek istediğiniz şeyler varsa buyurunuz.

Güzel örneklere sarılmak lazımdır. Kişi; salihlerle hemhâl olur, onların sözlerini ve Allah Teâlâ’ya hamdlerini işitir, onun taksimine gösterdikleri rızayı ve Allah’ın verdiği rızka karşı tavırlarını idrak ederse onların bu güzel ahlâkını kazanır. Ancak maddiyata dalmış ehl-i dünyayla haşir neşir olursa -ki biz bugün sırf maddî(yata bağlı) bir dünyada yaşıyoruz- bu onu neredeyse doymak nedir bilmeyen açgözlü ve hırslı birisi haline getirir. “İşte onlar (peygamberler) Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy.”[10] fehvasınca, Allah Teâlâ’nın fazl u ikramıyla sâlih kimselerin ahvalini kendimize örnek almalıyız.


[1] Mülk, 67/15.

[2] Müslim, Zühd 9.

[3] Yûsuf, 12/76.

[4] Müslim, Radâ 61.

[5] Tâhâ, 20/131.

[6] Furkân 25/74.

[7] Bakara, 2/148.

[8] Buhârî, Temennî 5, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 266, 267.

[9] İsrâ, 17/27.

[10] En‘âm 6/90.