İçeriğe geç
Anasayfa » İHLAS VE MUHLİS

İHLAS VE MUHLİS

Bismilâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbilâlemîn. Vessalâtü vesselâmu alâ hâtemi’l-enbiyâ-i ve eşrefi’l-mürselîn Seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Saf, hâlis ve ayrılmak anlamlarındaki “ihlas” kelimesi; bir şeyi hâlis kılmak, hâlis olmak, bir şeyin özünü almak ve bir şeyi seçmek demektir. Sâfî, karışıksız ve sadece bir şeye özgü olana “hâlis”; bir şeyi hâlis kılan, bir şeyin özünü alıp seçen ve ihlas sahibi olan kimseye de “muhlis” denir. İhlas kelimesinin ıstılâhî anlamına gelince, din dilinde, “ihlas”; kalbin, saf ve berraklığına engel teşkil eden tüm olumsuzluklardan arınıp tam bir koruma altına alınmasıdır. Daha geniş bir ifade ile “ihlâs” iman, ibadet, itaat, ahlâk, amel ve dua gibi her türlü dînî vazifeleri icrâ ederken halkın övgü ve beğenisini, zem (yerme) ve kınamasını dikkate almadan sadece ve sadece Allah rızası için halis ve samimi bir niyetle yapmaya; şirk koşmak, nifak, riya (gösteriş) ve süm’a (yapılan ibadetleri insanlara duyurma), ucub (kendini beğenme) gibi iman ve sâlih amelleri tehdit eden tehlikelerden uzak durmaya; söz, fiil ve davranışlarında muhlis (samimi) dürüst ve dosdoğru olmaya denir. Yani hedef, halkın övgü ve beğenisi değil Hâlik’in rızası ve hoşnutluğu olmalıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in en çok üzerinde durduğu konulardan biri de “ihlas”tır. Çünkü ihlas; imânın, İslam’ın, tevhid inancının, İslam şeriatının, Allah’a gerçek manada kul ve ehl-i tarik olmanın ruhu, özü ve olmazsa olmazıdır. İhlas, imanın sıhhatinin hem şartı hem de rüknüdür. İhlassız iman her an kişiyi riyâya (şirke) sürükleyebilir. İhlas, ibadetin de rüknü ve özüdür. Çünkü ihlassız yapılan ibadet makbul değil merduttur. Sâlih ameller ancak ihlas sayesinde koruma altına alınabilir. Sâlih amelleri birileri için terk etmek kişiyi riyâ tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Birileri görsün, beğensin, takdir etsin diye sâlih amellerle meşgul olmak ise insanı şirke sürükler (Allah korusun). O halde ihlas adeta bilumum salih amellerin sigortası ve teminatıdır. Çünkü ihlas, mü’mini böylesi tehlikelere düşmekten korur ve muhafaza eder. İhlas, mü’minin salih amellerine Allah’tan başka şâhit istememesi, bütün amellerini her türlü ihtilattan, karışıklıklardan koruyup saflaştırması ve arındırmasıdır. İhlas; peygamberlerin, sıddıkların, velilerin ve sâlih kimselerin yolu, mesleği ve meşrebidir. İhlâs ile sıdk arasındaki fark, sıdk asıldır ihlâs ise sıdka tâbîdir. İhlâsın kâmil manada en güzel ve en tamamlayıcı tarifini şu âyet-i celîlede müşahede etmek mümkündür.

“Sizler için hayvanlarda bir ibret (alınacak bir ders) vardır. Size onların (o hayvanların) karnındaki işkembe ile kan arasından (süzülerek) gelen ve içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis (saf ve sâde) bir süt içiriyoruz”[1]

Yani ineğin memesinden sağılan süt, kan ve diğer maddelerin arasından süzülüp gelmiş olmasına rağmen onda o maddelerden hiçbir iz ve katkı eseri bulunmadığı için bu ayette saf süt anlamına gelen “leben” kelimesi “hâlis”  olarak isimlendirilmiştir. İşte ihlasın en güzel ve en anlamlı târifini bu âyet-i celîlede görüyoruz.

Keşfu’l-Hafâ’da zikredilen bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Âlimler hariç bütün insanlar helak olmuş, ilmi ile amel edenler müstesna. Bütün âlimler de helak olmuştur, ihlasla amel eden âlimler hariç. İlmiyle amel eden âlimler de helak olmuştur fakat bu muhlis olan kimseler için de büyük tehlikeler vardır.”[2]

Bu hadîs-i şerîfte ihlas sâhiplerinin de kesin bir kurtuluş içinde olmadıklarına işaret edilmekte ve onları da bekleyen bir takım tehlikelerin varlığına dikkat çekilmektedir. İşaret edilen bu tehlikelerden biri şudur:

İhlâs sâhibi bir kimsenin ihlasını ön plana çıkarması yani, bende de ihlas var, düşüncesinin hâkim olmasıdır. Bu durum “ucub” denilen kendini beğenme hastalığıdır ki; İmam Gazâlî’nin “rub‘u’l-mühlikât” dediği, kişiyi felakete sürükleyen dört kötü huydan biridir. Dolayısıyla kendini muhlis gören kişinin sözde var olan ihlasının yeni baştan bir ihlâsa daha ihtiyacı var demektir.

İhlas, Kur’ân-ı Kerîm’de 30 yerde zikredilmektedir. İhlasla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de 11 ayette “muhlis”, 10 ayette de “muhlas” kelimesi geçmektedir. “Muhlis” ihlaslı demek; “muhlas” ise ihlasa erdirilmiş demektir. “Muhlas”, Kur’ân-ı Kerîm’de hem peygamberlerin hem de mü’minlerin sıfatı olarak kullanılmıştır. Mesela Hicr Suresi 15 ve 40. ayetler, Saffat Sûresi 34, 40, 74, 128, 160 ve 169. ayetler, Sâd Sûresi 38 ve 83. ayetler, Meryem Sûresi 19 ve 51. ayetler, Yûsuf Sûresi 12, ve 24. ayetler. “Muhlas”, peygamberlerin sıfatı olarak, nübüvvet ve risalet görevi ile seçilmiş şirk, küfür, nifak ve günahlardan korunmuş ve Allah’ın kendilerini itaat konusunda ihlasa erdirmiş olduğu kimselerdir. Mü’minlerin sıfatı olarak iman ve ibadet konusunda ihlasa erdirilmiş şirk, sapıklık ve dalâletten, şeytanın saptırmasından ve İlâhî azaptan korunmuş ve ihlasa erdirilmiş kimselerdir.

Hasan-ı Basrî (r.a) kendisine, ihlas nedir, diye sorulunca, “Ben de bunu Huzeyfe’ye sordum.” diye cevap verdi. Hz. Huzeyfe, “Ben de bunu Rasûlullah’a (s.a.v) sordum. (Bir rivayete göre) Efendimiz, “Ben de bunu Cibrîl-i Emîn’e sordum.” buyurdular. Cibrîl-i Emîn de “Bunu Aziz ve Celîl olan Allah’a (c.c) sordum.” Ve Allah (c.c) şöyle buyurdu: “(İhlas), benim sırlarımdan bir sırdır (o bir sırr-ı İlâhi’dir) ki onu ancak (ve ancak) kullarımın (arasından) sevdiklerimin kalbine ilkâ ederim (kalbine bırakır, yerleştiririm).”

Kâmil manada (muhlis) olabilmenin tek yolu vardır. O da Allah’ın, kulunu sevme yoludur. Kul, Allah’ı sever veya sevdiğini iddia edebilir. Burada önemli olan kulun sevmesi değil; Allah’ın, kulunu sevmesidir.

“Allah onları seviyor, onlar da Allah’ı severler.”[3]

“Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı.”[4]

Bizim Allah’ı sevmemizden daha önemli olan, Allah’ın bizi sevmesi ve razı olmasıdır. Allah’ın, kulunu sevmesinin yolu, alâmeti ve belirtisi nedir? Bunun tek yolu vardır, o da ahir zaman peygamberi Efendimiz’e (s.a.v) tâbî olmaktır. Bunun başka bir alternatifi de yoktur. Bu da Allah Teâlâ’nın değişmeyen kesin bir hükmüdür.

“Rasûlüm (onlara) de ki; eğer siz Allah’ı seviyorsanız (bunu iddia ediyorsanız) bana tâbî olun (bana uyun) ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın (ve sizden razı olsun).”

Hasan-ı Basri (r.a), “Her kim ki sünnete uymaz ve muhalefet ettiği halde Allah’ı sevdiğini iddia ederse çokça yalan söyleyen kimselerden olur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm onu zaten yalanlıyor.” der.

İmam Buhârî’nin, Hz. Ebu Hureyre’den (r.a) naklettiği bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu; “Ümmetimin tamamı cennete girecektir. Ancak cennete girmekten imtina edenler (yani cennete girmek istemeyenler) hariç.” Sahabe-i kirâm, “Ya Rasûlullah, cennete girmek istemeyenler kimlerdir?” veya “Ya Rasûlullah, cennete girmeyi kimler istemez ki?” diye sorunca (Allah Rasûlü) şöyle buyurdu: “Bana itaat eden (bana tâbî olan, benim yolumu izleyen) cennete girecektir. Bana âsî olan (bana uymayan, benim yolumu takip etmeyenler) cennete girmekten imtina etmiştir. Cennete girmek istemiyorlar demektir.”[5]

Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) şöyle buyurdu:

“Hakk’a, Hakk’ın rızâsına ve sırât-ı müstakîme ulaşabilmenin tüm yolları kapalıdır. Ancak Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) yolunu izleyenlerin yolu müstesna.” (Çünkü o yol sırat-ı müstakîmdir, o “urvetü’l-vüskâ”dır (kopma bilmeyen sapasağlam bir kulptur), o Miftâhü’l-cennettir (Cennetin anahtarı ve yoludur), o hablüllâhi’l-metîndir (Allah’ın sapasağlam bir ipidir)).

Huzurun kaynağı, ihlas ve İslamî bir disiplin üzere yaşanan bir hayat nizamında saklıdır. Bugün insanlık âlemi bozulmuş, azdıkça azan nefisler bozulmuş, nesil bozulmuş, ahlâk bozulmuş, sıhhat ve sağlık bozulmuş, çevre bozulmuş, insan bozulmuş, hava bozulmuş, deniz ve denizdeki mahlûkât bozulmuş, düzen bozulmuş, tüm dünyanın ahengi ve dengesi bozulmuş, mevsimler bozulmuş, mahsuller bozulmuş, bitki âlemi ve hayvanlar âlemi bozulmuş. Ve nihâyet her şeyin bozulmuş olmasının sebebi; özlenen biricik “İslam Nizâmı”nın yokluğundan başka ne olabilir ki!?

İhlâs konusunda hikmet ehlinin hikmetli sözleri:

Cüneydi Bağdâdî şöyle der: “Yapılan amelleri kendisine yabancı olan her türlü ihtilattan (karışıklıklardan) tasfiye etmek, arındırmaktır ihlas.

Fudal bin İyaz şöyle der: “İnsanlar için bir ameli terk etmek riyâdır. İnsanlar bilsinler, görsünler diye amel etmek ise şirktir. Allah’ın (c.c) bu ikisinden sana âfiyet vermesi (bu ikisinden seni kurtarmış olması) ise ihlastır.”

el-Muhasibî şöyle der: “Rabbinle olan muâmelede hiçbir mahlûku karıştırmamandır ihlas.”

Sehl bin Abdullah’a “Nefse en zor ve ağır gelen şey nedir?” diye sorulunca, o, “Nefse en zor ve ağır gelen şey ihlastır.” diye cevap verdi. Çünkü nefsin ihlasta hiçbir payı ve hissesi yoktur.

İbrahim b. Ethem şöyle der: “Niyetteki sadâkat ve vefâdır ihlas.”

es-Susi şöyle der: “İhlas sâhibi kimsenin, ihlâsını gündemde tutmaması, yok kabul etmesidir.” Şayet kendisini muhlis olarak ön plana çıkarırsa kendini beğenme illetine tutulduğu için bu hastalıktan kurtulup yeni bir ihlasa daha ihtiyacı var demektir.

el-Mudarraf Abdullah şöyle der: “Kalbin salih olması amelin salih olmasına bağlıdır. Amelin salih olması da niyetin salih olmasına (ihlasın var olmasına) bağlıdır.

Bir başka hikmet ehli de şöyle der: “İlim bir çekirdektir. Amel ise onu ekmektir. (Bu amel ve çekirdeğin) suyu ise ihlastır.”

Vesselâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuh.


[1] Nahl, 16/66.

[2] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c. 2, s. 312.

[3] Mâide, 5/54.

[4] Mâide, 5/119; Tevbe, 9/100; Beyyine,  98/8.

[5] Buhârî.