İçeriğe geç
Anasayfa » İLAHİ AHKÂM

İLAHİ AHKÂM

Bismillahirrahmanirrahim Elhamdü lillahi rabbil-âlemin vessalatü vesselamü ala Resulina Muhammed’in ve alihi ve sahbihi ecmain.

İslam ve onun yüce kitabı olan Kur’an,  bize Allah Teâlâ tarafından hayat nizamı olarak gönderilmiş, bizim de ona uyarak yaşamamız istenmiştir. Bunu bizden istemesi, Allah Teâlâ’nın ulûhiyet hakkıdır. Bizim de, Kuran’a uyarak yaşamamız kulluk vazifemizdir. Ne Allah’ın hakkı başkalarına devredilebilir, ne de biz, bu kulluk vazifesini ondan başkasına takdim edebiliriz.

Allah Teâlâ’nın çok ismi vardır. O nun en güzel isimlerinden biri el-Hâlik (Yaratan), biri el-Mâlik, biri de el-Melik ismi şerifidir.

Hâlik (Yaratan), var eden, yokluktan varlığa çıkaran demektir. Var eden Allah Teâlâ’dır. Var edilense, bilip bilmediğimiz bütün âlemler ve bizleriz. “Rabbiniz Allah, işte budur. O’ndan başka ilah yoktur. (O), her şeyin yaratıcısıdır. O’na kulluk edin, O her şeye vekildir.”[1]

Mâlik ism-i şerifi, sahip, malik manalarına gelir. “De ki, ey mülkün sahibi Allah’ım,  Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de çekip alırsın.”[2] Sahibiyet bakımından yarattığı her şey O’na aittir.

Cenab-ı Hakk’ın, Melik ism-i şerifi ise, kral, sultan, hükümdar manalarınadır. Kâinatı idare eden, yöneten demektir. “Gerçek yönetici olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka ilah yoktur. O, Kerim arşın sahibidir.”[3] Hak yönetici sadece Allah Teâlâ’dır.

Yaratıcılık ve Sahibiyet bakımından bu âlem nasıl Allah Teâlâ’ya ait ise, Hükümranlık (Egemenlik) bakımından da bu âlem yine O’na aittir. “Hüküm yalnız Allah’ındır.”[4] “…Hüküm vermek (koymak) yalnız Allah’a aittir. O gerçeği anlatır ve O (davayı çözüp) ayırt edenlerin en hayırlısıdır.”[5] burada “hüküm ancak Allah’a aittir” cümlesi hasr (sınırlama) edatı olan -illâ- ile ifade edilerek, hükmün sadece Allah Taalanın kendisine ait olduğu bildirmiştir. Zaten başka şekli de düşünülemezdi. Hiçbir hükümet kendi yönetimi altında olan yerlerde, başkalarının oralarda egemenlik hakkına sahip olmasını istemez. Durum böyle olunca, Allah Teâlâ’nın kendi mülkünde, başkalarının böyle bir hakka sahip olmayı istemeleri, böyle bir hakkı iddia etmeleri ve kullanmaları nasıl düşünülebilir.

Bu âlemin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi olan Allah Teâlâ, koyduğu tekvin (var oluş) kanunlarıyla kâinatın, peygamberlerine gönderdiği teşrii kanunlarıyla da insanlığın yöneticisidir. Kanun koyma (teşri’) hakkı O’na aittir. “İyi bilin ki; yaratma ve emretme (hüküm) ona aittir. Âlemlerin Rabbi Allah’ın şanı yücedir.”[6]  Ancak, kanun koyucu olarak Allah Teâlâ’nın gönderdiği ahkâm, ona vekâleten dünyada insan eliyle yürütülür.

Her devletin kendi ülkesinde asayişi sağlamak, kurulu nizamı korumak için nasıl kanunları varsa, Allah Teâlâ’nın da öyle yasaları vardır. Peygamberimiz (s.a.v) “ Her melikin (devletin) titizlikle korumak istediği düzeni ve yasakları vardır. Dikkat edin (insanların böyle prensipleri varsa) Allah’ın yasakları da vardır. Onun yasakları da haramlarıdır.”[7]

Hak ile batıl, adaletle zulüm, helal ile haram, ancak O’nun ahkâmıyla ayırt edilir. Çünkü helal olanlar, Allah Teâlâ’nın koyduğu helallerdir. Haram olanlar da Allah Teâlâ’nın kitabında koyduğu haramlardır. Din ise, O’nun meşru kıldığı dindir ki; o da İslam dinidir.

“Siz herhangi bir şey hususunda ihtilafa düşerseniz onun hükmü Allah’a aittir.”[8]  İnsanların ahkâm hususunda ihtilaf ettiği bütün hususlarda hüküm başkalarına değil, sadece Allah Teâlâ’ya aittir. “Ey iman edenler Allah’a itaat ediniz. Rasûlüne itaat ediniz ve sizden olan emir sahip (yönetici)lerinize de (itaat ediniz). Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, çekiştiğiniz herhangi bir şeyde onu Allah’a ve Rasûlüne döndürünüz. Hayırlı olan budur. Ve sonuç itibariyle (bu) daha da güzeldir.”[9]

Burada anlaşılan odur ki; insanların arasında meydana gelen bütün uyuşmazlıklar, Kur’an’a ve Hz. Peygamberin sünnetine göre çözülecektir. Kur’an ve Sünnette açık hüküm bulunmadığı durumlarda ise, aralarında illet benzerliği bulunan hükümler erbabı âlimler tarafından,  birbirine kıyas edilmek suretiyle, içtihat yoluyla halledilecektir.

“Hayır, öyle değil. Rabbine yemin olsun ki; onlar aralarındaki çekiştikleri hususlarda seni hakem tayin etmedikçe ve senin verdiğin hükme içlerinde sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[10] Allah Teâlâ’nın hükmüne bağlı olmayan, onun hükmünün dışındaki bütün hükümler İslam’a göre batıldır. “Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendisidir. …Kim Allahın indirdiği hükümlerle hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendisidir. …Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse onlar fasıkların ta kendisidir.”[11]

Allah Teâlâ’nın ahkâmının dışındaki ahkâmı koyanlar, uygulayanlar ve bu muameleyi kabul edenler, mecburiyet altında kalmışlarsa bunlar dinden çıkmış olmazlar.  Bir kısım âlimlere göre burada, “adı geçen küfür, her ne kadar asıl küfürden daha düşük bir küfür, zulüm asıl zulümden daha düşük bir zulüm, fısk asıl fasıklıktan daha düşük bir fısk olup sahibini dinden çıkartmazsa da, bu hükümler Allah’ın hükümlerinden daha hayırlıdır veya onun gibidir diye inanmak ise şirktir ve açık küfürdür.”[12]

Hükümde Allah Teâlâ’ya şirk koşmak, ibadette şirk koşmak gibidir. Allah Taala ibadet de ki şirk hususunda “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbinin ibadetine, hiçbir kimseyi ortak (şerik) etmesin”[13]. Hükümdeki şirk hususunda ise “O hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.”[14] Diğer bir kıraate göre bu ayetin manası “Onun hükmüne hiç kimseyi ortak etme.” şeklindedir.

Hatem-i Tâi Arapların tarihinde cömertliği ile çok meşhur birisidir. Onun oğlu olan Adiy, cahiliyet döneminde, Hıristiyanlığa girmiş, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin İslam’a çağrısını duyunca Şam’a kaçmıştı. Bu Adiy’in kız kardeşi kendi kabilesinden bir takım insanlarla Rasûlullah (s.a.v) Efendimize esir düşmüş, daha sonra Rasûlullah (s.a.v)’ın bağışlamasıyla esaretten kavmi ile birlikte kurtulmuştu. Tay kabilesinin de reisi olan Adiy, bu olaydan sonra Şam’dan, Medine-i Münevvere’ye gelerek Rasûlullah (s.a.v) Efendimizle görüşür. “Onlar, Allah’ın dışında hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Rab edindiler.”[15] ayetini okuyarak, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya, hahamlara ve papazlara ibadet etmediklerini söyler. Rasûlullah (s.a.v) “Bilakis, hahamlar ve papazlar onlara, helâl olan şeylere haram, haram olanlara da helal dediler. Onlar da bunu kabul edip onlara tabi oldular, işte bu onlara ibadet etmek demektir.”[16] diye buyurdular. Onların yanlış olan ahkâmı, doğru ve hak diye kabullenmeleri, Allah Teâlâ’dan başkasına ibadet diye bildirilmiş ve şirk sayılmıştır.

“Ebubekir (r.a) zamanında Araplardan bir kısmı dinden dönmüş, kabilelerden bir kısmı da, namaz kılarız, oruç tutarız, ama zekât vermeyiz, demişlerdi. Tabiatıyla, vahdaniyeti ve nübüvveti de kabul etmelerine rağmen, Ebubekir Efendimiz, onlara karşı kılıç kullanmaya karar vermişti. Bu durum bir kısım ashaba zor geliyordu. Hatta Hz. Ömer, Lailahe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah diyenlere nasıl kılıç çekeriz?, diye itiraz ediyordu. Ebubekir Efendimiz, “Vallahi, Rasûlullah’ın amellerinden başka hareket tarzı tanımam.”[17] diyerek, İslam’ın iktisadi hayatından çekilmelerine ve İslam dininin bütünlüğünü bölüp parçalamalarına fırsat vermemiştir.

Netice olarak şunun kesin olarak kabul edilmesi lazımdır ki; İslam ilahi bir nizamdır. Allah yapısıdır, kul yapısı değildir. Bölünüp parçalanamaz. Ya topyekûn kabul edilir. Ya da reddedilir. İnsanın başını vücudundan ayırarak yaşatmayı düşünmek nasıl büyük bir cinayetse, İslam dininin,  ibadetini, ahkâmını, iktisadını, ahlakını birbirinden ayırarak kabul etmek, daha da büyük bir cinayettir. “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz. Sizden bunu yapanların cezası, dünya hayatında rezil olmaktır. Kıyamet gününde de onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”[18]

Ve âhiru da’vana eni’l hamdü lillahi rabbi’l âlemin.

[1]. Enam, 6/102.

[2]. Ali İmran, 3/26

[3]. Mü’minun, 23/116.

[4]. Yusuf, 12/67

[5]. Enam, 6/57

[6]. Araf, 7/54

[7]. Müslim, I/50.

[8]. Şura, 42/10.

[9]. Nisa, 4/65.

[10]. Nisa, 4/65.

[11]. Enam, 6/44-45-47.

[12]. İbni Kesir.C.2,S,61-64. Şenkiti, Aynı ayet.

[13]. Kehf, 18/110.

[14]. Kehf, 18/26.

[15]. Tevbe, 9/31.

[16]. İbni Kesir, c.2, s.348

[17]. Ahmed Hilmi, İslam tarihi; s. 225.

[18]. Bakara, 2/85.