İçeriğe geç
Anasayfa » İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Ticaret Âdâbı

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Ticaret Âdâbı

Ahde vefa, emanete riâyet, doğruluk, insanlara güzel muamele, ölçü ve tartıya dikkat etme, kul hakkından kaçınma, aldatmama, yalan söylememe, karaborsadan ve faizden uzak durma gibi hususlar İslam’da ticaretin temel ilkelerindendir. İşte bu temel ilkeler, Endonezya ve Malezya’da milyonlarca insanın İslam’a girmesine vesile olmuştur. Çünkü bu ülkelere hiçbir İslam ordusu girmemiş; Müslüman tüccarların sergiledikleri güzel ahlak ve âdâb-ı muaşeret, bu bölgelerde yaşayan insanların gönüllerini fethetmiş; milyonlarca insan İslam’la şereflenmişlerdir.

Bu sebeple Müslüman tüccarlarda bulunması gereken güzel vasıfların ve ticaret âdâbının korunması ve yeni nesillere aktarılması büyük bir önem kazanmaktadır. Bu noktada bizim için en güzel örneklerden birisi de İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (ö. 150/767) hazretleridir.

İmam-ı Âzam (r.h), ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Kûfe’de dünyaya gelmiştir. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş ticaretiyle uğraşmış, ilim hayatına atılınca da ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürmüştür. Büyük âlim ve müctehid İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.h)’nin ticarette takip ettiği bazı temel ilkeleri hatırlatmanın, başta ticaret erbabı kardeşlerimiz olmak üzere hepimiz için faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Verirken Rencide Etmez

İmam-ı Âzam (rh), günlük hayatında olduğu gibi ticari hayatında da dürüstlük, güven, hayırseverlik, paylaşma ve güler yüzlülük gibi prensiplere son derece önem verirdi. Helal yoldan kazandığı malı, yine hayır yolunda harcardı. Ticaretten elde ettiği kazançtan kendisi ve ailesine yetecek kadarını ayırır, geri kalanını arkadaşları ve ilim talebeleri başta olmak üzere ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. İlmi kadar cömertliğiyle de meşhurdu. Yardım yaptığı kimseleri rencide etmez, onlara şöyle derdi:

“Vallahi ben kendi malımdan bir şey vermiyorum. Bu ancak size verilmek üzere Allah’ın bana bahşettiği ihsanıdır.”

Ayrıca İmam-ı Âzam (r.h), ailesi için herhangi bir şey aldığında aynı miktarı ihtiyaç sahiplerine de tasadduk ederdi. Yeni bir elbise giydiğinde aynısını yoksullara da giydirirdi. Doğru bir şey üzerine de olsa, yemin ettiğinde ilk başlarda bir dirhem, daha sonraları ise bir dinar sadaka verirdi.

Fırsatçılık Yapmaz

Bir gün bir kadın Ebû Hanîfe’nin dükkânına gelir. Ebû Hanîfe’ye ipek bir elbise satmak ister. Ebû Hanîfe kaç dirhem istediğini sorar. Kadın 80 dirhem ister. Ebû Hanîfe elbiseye bakar ve “Bu daha çok eder.” der. Kadın “O zaman 100 dirhem ver.” der. Ebû Hanîfe “Daha fazla eder.” diye cevap verir. Bu şekilde kadın 400 dirheme kadar çıkar. Ebû Hanîfe tekrar “Daha fazla eder.” deyince kadın şaşırarak “Benimle dalga mı geçiyorsunuz?” der. Ebû Hanîfe de “Anlayan birini çağır, o değer biçsin.” der. Kadın gider ve yanında kumaştan anlayan birisiyle gelir. Adam kumaşa bakar ve “500 dirhem eder.” der. Ebû Hanîfe de bu fiyata alır.

Ebû Hanîfe, elbiseyi ilk fiyat olan 80 dirheme alsaydı büyük bir kâr elde edecekti. Ancak satıcı kadın elindeki elbisenin değerini bilmediği için fırsatçılık yoluna girmiyor. Kadını aldatmadan elbiseyi gerçek değeri üzerinden alıyor.

Dostundan Kâr Almaz

Bir gün Ebû Hanîfe (r.h)’nin dükkânına bir dostu gelir. Bir elbise sorar. Ebû Hanîfe (r.h) de istediği renkte elbisenin elinde olmadığını, en kısa zamanda temin edeceğini söyler. Aradan bir hafta geçmeden o renk elbise eline düşer.
Arkadaşı dükkâna gelip elbiseyi görünce hoşuna gider. Fiyatını sorar, “Bir dirhem.” cevabını alınca inanamaz ve “Bir dirhem mi?” diye sorarak hayretini ifade eder. İmam-ı Âzam (rh)’a “Şaka mı yapıyorsun?” diye sorunca o da şöyle cevap verir:

“Bunu ve yanında başka bir elbiseyi daha 20 altın dinar ve bir gümüş dirheme aldım. Diğerini 20 dinara sattım. Geriye bir dirhem masrafım kaldı. Dostumdan kâr alacak değildim herhalde.”

Sattığı Ayıplı Malın Parasını Sadaka Olarak Dağıtır

İmam-ı Âzam (r.h)’ın Hafs adlı bir ortağı vardı. Onu kumaş satması için zaman zaman komşu şehirlere gönderirdi. Yine bir gün onu şehir dışına gönderirken “Şu şu mallar ayıplı. Bunları satacağın zaman alıcıya söyle.” diyerek iyice tembihler

Hafs bütün malları satarak Kufe’ye geri döner, fakat ayıplı elbiseleri satarken elbiselerin ayıplarını söylemeyi unutmuştur. Bu elbiseleri kimlere sattığını da çıkaramaz.

Ebû Hanîfe bu durumu öğrenince içi rahat etmez ve bu ayıplı malların tamamının parasını sadaka olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtır.

Yaşlı Kadına Kâr Almadan Satış Yapar

Bir gün Ebû Hanîfe’nin dükkânına yaşlı bir kadın gelir. İpek bir elbise ister. Fiyatlardan anlamadığını, elbiseyi başkasına alacağını ve emanet bir iş olduğunu söyler. Ebû Hanîfe’den, geliş fiyatından az bir kâr alarak satmasını ister. Ebû Hanîfe de iki elbiseyi aynı pazarlıkta aldığını ve diğerini dört dirhem kârla sattığını söyler. Yaşlı kadına elbiseyi kâr almadan geliş fiyatına verir.

Daima insanların sevgisini kazanmaya çalışır

Bir gün dönemin iki büyük âlimi Abdullah b. Mübârek (r.h) ve Süfyân es-Sevrî (r.h) sohbet ederler. Abdullah b. Mübârek (r.h), Süfyâ es-Sevrî (r.h)’ye şöyle der:

“Ebû Hanîfe gıybetten ne kadar uzak duruyor! Ben onun, düşmanını dahi kötülediğini duymadım.”

Süfyân es-Sevrî de şöyle cevap verir:

“Ebû Hanîfe çok akıllı. Yarın iyiliklerini alıp götürecek bir şey yapmak istemiyor.”

Ebû Hanîfe (r.h) insanların sevgisini kazanmaya çok düşkündü, dostlukları sürdürmeye özen gösterirdi. Herhangi birisi yanına oturup da kalktıktan sonra onu tanıyanlara durumunu sorardı. İhtiyaç sahibiyse ihtiyacını giderir, hastaysa ziyaretine giderdi. Bu yolla insanların gönlüne girer, sevgilerini kazanırdı. i

(Kaynak: Mustafa Uzunpostalcı, “Ebû Hanîfe”, DİA, X, 131; Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Suverun min hayâti’s-sahâbe, Kahire 2010, I, 483-502).