İçeriğe geç
Anasayfa » İMANIN SÜSÜ VE ZÎNETİ-HAYÂ

İMANIN SÜSÜ VE ZÎNETİ-HAYÂ

Hayâ: “utanmak” manasına gelir ki; “İnsanın ayıplanacağından ve kötüleneceğinden korktuğu bir şeyden dolayı kendisinde hâsıl olan bir başkalaşma halidir hayâ.”

Hayânın ıstılahî (dinî) manası ise “Çirkinlikleri terk etmeye iyilikleri celb etmeye sevk eden, yönlendiren bir ahlak-ı hasenedir.” Hayâ duygusu ile insan ruhunun çirkinlikler karşısında sıkılması, kötülüklerden şiddetle kaçınması, fena iş ve kötü davranışlardan uzak kalmasıdır. Şüphe yok ki insanı fuhuş söz ve fiillerden, isyan ve taşkınlıklardan alıkoyan başlıca amil Allah korkusu ve hayâ duygusudur. Zira hayâ duygusunu yitiren kimse fırsat bulduğu zaman yapmayacağı kötülük, işlemeyeceği rezalet kalmaz. Böyleleri için din, millet, aile ve mukaddesat gibi mefhumlar, kendi şehevi ve nefsanî arzularını tatmin dışında hiçbir değer ve önem taşımaz. “Ey Âdemoğulları size ayıp yerlerinizi örtecek libasla (elbise) ile sizi süsleyecek elbiseler indirdik (yarattık, vücuda getirdik) Takva örtüsü bunlardan daha hayırlıdır. Bunlar Allahın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdik.)”(1)

De ki Allah’ın kulları için çıkardığı (yarattığı) zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır. De ki  onlar dünya hayatınızda hususi ile kıyamet gününde müminlerindir.”(2)

“De ki Rabbim ancak hayâsızlıkları onların açıklarını, gizliliklerini, günahını nahak yere tecavuzu (haddi aşmayı), hakkında hiçbir delil indirilmediği bir şeyi Allaha ortak koşmanızı ve Allah (c.c) hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”(3)

Ayeti Celileler’den çok açık olarak anlaşılıyor ki Allah verdiği nimetlerin insanı hayâsızlığa sürükleyecek şekilde kullanılmasını haram kılmıştır. Her türlü haksızlığı, tecavüzü, şirki, günahı ve yalanı da haram kılmıştır. İslam’ın hayâ ve fazilet elbisesi ile süslenmesini bilmeyen insan zelil, hakir ve esir olur. Çünkü hayâ ve iffetten yoksun olan bir insan kimliğini şeref ve haysiyetini yitirmiş sufli arzularının esiri ve mahkûmu olmuş demektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “İnsanların peygamberlik kelamından ilk işittiği kavradığı şey şudur; hayâ duygusunu terk ettikten sonra ne istersen (onu) yap.” İnsanda ruhi (fıtri) bir meziyet olarak var olan hayâ duygusu iki çeşittir: Birincisi ruhi (fıtri)dir ki Allah Teala’nın insanların hepsinin nefislerinde yarattığı ruhi bir duygudur. Bütün insanlar bu hayâ duygusunda müşterektirler. Mesela insanın belirli uzuvlarını örtmesi ve bunu terk etmesinin edebe ve insani haysiyetlere aykırı olduğunu bilmesi ve böyle bir şeyden çekinme zaruretini hissetmesi gibi. Hayânın ikinci kısmı ise imanîdir: İmanın kişiye kazandırdığı ve imanın sesinden gelen bir hayâ duygusudur. İmanla oluşan bu hayâ duygusu mümin ile masiyet, bütün kötülük ve taşkınlıklar, edep ve hayâsızlıklar arasında aşılması mümkün olmayacak derecede engellerin ortaya çıkmasına sebep teşkil eder. İşte mümin-i kâmili melekleştiren hatta meleklerin de fevkinde yükselten bu ahlaki duygudur. Hayâ duygusu dini bakımdan çok önemi haiz bir duygu olduğu içindir ki Efendimiz aleyhissalatu vesselam müteaddit hadis-i şeriflerinde “Hayâ imandandır.” “Hayâ imandan bir şubedir” “Hayâ duygusu tamamıyla  hayırdır.” “Hayâ duygusu ancak hayır getirir.” “Hayâ imandandır iman ise cennettedir. Hayâsızlık ise cefadandır ve onun yeri de cehennemdedir.” “Hayâ ile iman birbirinden ayrılmayan iki kardeş gibidir ki biri gitti mi peşinden öbürü de durmaz (gider)” buyuruyor.(4)

İmandan gelen bu hayâ duygusu da üç bölüme ayrılır:

Birincisi Allah’tan utanmaktır: Allah Teala’nın emrettiği ve istediği  şekilde ferdi, ailevi ve toplumsal hayatımızı düzenlemekle mümkün olur. Dünya huzurunun avdeti de ancak bu sayede sağlanmış olur. Allah’ın kullarına sunduğu namütenahi (zahiri ve batıni) nice nimetleri vardır ki bu nimetler karşısında mün’im-i hakiki olan Allah (c.c) hazretlerine karşı şükrünü eda eden yani bu nimetleri Allah’ın istediği ve uygun gördüğü şekilde kullanan kimse Rabbisine karşı edep ve hayâ duygusuna bürünen kimse demektir.

Mesela göz, kulak, dil, el, ayak, kalp gibi ilahi nimetleri nefsani ve şehavani arzulara göre değil de Allahın emrettiği şekilde kullanmamız icap etmez mi? Allah Teala’ya karşı hayâ sahibi olmanın yolu bu değil mi? İbn-i Mesud (r.a) rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bir gün Ashabı ile birlikte iken “Allah’tan hakkı ile hayâ edin. Allah’tan nasıl hayâ edilecekse o şekilde hayâ edin” buyurmuşlardır. Sahabe-i Kiram da dediler ki biz Allah’tan hayâ ediyoruz ya Rasûlallah, buna sen de şahitsin bunda bizi Allah muvaffak kıldığı için de Allah’a hamd ediyoruz dediler.

Efendimiz aleyhissalatu vesselam da “Durum (hiç de) böyle değil (sizin dediğiniz ve anladığınız hayâ Allah’ın istediği gerçek hayâ o değildir.) buyurdular. “Allah’tan gerçek(manada) hayâ eden kimse başını korusun (aklını, beynini, düşüncesini korusun ve düşünüp tasarladıkları Allah’ın rızasını mı yoksa gazabını mı celb ediyor diye bir baksın) “Başını korusun” demek Allahu a’lem şu demek olmalıdır: Başındakine sahip çıksın, dünya menfaati uğruna şana, şöhrete, makam, mevki, mansıp uğruna aklını, iradesini, düşüncesinin esiri olmasın. Ve başının ihtiva ettiği, başında bulunanı (göz, kulak ve diline sahip çıksın) korusun, karnını (midesini haram lokmadan) ve ona bağlı olan mücavir alanını (tenasul organını, ellerini, ayaklarını ve kalbini )da korusun. Ölümü ve ölümden sonraki çürüyüp toprak olma halini de düşünüp (hatırlasın) ahiret hayâtını arzulayan, isteyen kimse de dünyanın aldatıcı ve oyalayıcı süsüne püsüne kapılmaktan vazgeçip, onu terk etsin. Kim böyle yaparsa (bu söylenenleri yerine getirirse) gerçekten Allah’tan hakkı ile hayâ eden kimsedir.”(5)

Bir edep ve hayâ timsali, cennetmekan muhterem hocamız Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevi (k.s) Efendi hazretlerinin terceme-i halinden konu ile alakalı teberruken birkaç cümle nakletmek istiyorum. Zühd ve takvası ile temayüz eden muhterem hocamız Ahmet Ziyauddin (Hz.) gündüzleri irşad ve tedris ile meşgul olurlarken, geceleri de hiç uyku uyumazlardı. 18 yıl kadar bir süre yatsının abdesti ile sabah namazını kıldığı ve yine 18 yıl sene-i savm-i dehr (yıl orucuna) devam ettiği nakledilir. Öğlen saatlerinde mübarek başlarına beyaz bir örtü örtünerek oturdukları yerde bir kaylûle yaparlardı. Allah’a karşı olan üstün edep ve hayâsından dolayı ayaklarını uzatarak yattığı vaki değildir. Bir defasında aşırı bir hastalığı sebebiyle kendinden geçer bir halde iken hizmetinde bulunanlar mübarek ayaklarını kıbleye doğru uzatırlar uzatmaya uzatırlar ama kendine geldiği bir anda “Eyvah! Bunca ömrümü heba ettiniz” diye sitem ve ikaz ile karşı karşıya kalırlar. İşte bu da bir hayâ numunesi ama hayânın zirvesi. Cenab-ı Hak cümlemizi şefaatinden müstefit eylesin.

İmandan gelen hayâ duygusunun ikinci kısmı insanın insandan utanmasıdır:

İnsanlardan hayâ eden kimse onlara zarar ve eziyet vermekten son derece sakınır. Yüzünün kızaracağı ve mahcup olacağı bir ayıp bir kusur ve günahı insanlara karşı olan edep ve hayâsından dolayı bu kabil fiil ve davranışlardan özenle sakınır. Konu ile ilgili selefi salihinden bir öğüt: Nefsin sana bir edep ve hayâsızlığı yapmayı dürtüklüyorsa sen hemen gözlerini göğe doğru yönelt (oraya bak) ve göktekilerden edep ve hayâ ederek o yapmak istediğin işten hemen vazgeç. Eğer bunu yapmıyorsan, o zaman gözlerini yere doğru çevir bu defa da yerdekilerden edep ve hayâ ederek yapmak istediğin hayâsızlıktan  vazgeç. Eğer ne göktekilerden ne de yerdekilerden utanmıyorsan, o zaman istediğini yap. Çünkü senin bu durumun dört ayaklı hayvandan farksızdır.

Fudayl bin İyaz da bu konuda şöyle der: “Kişi günah işleyeceği zaman insanlardan hayâ ettiği için tenha bir yer seçer veya kapıyı kapatır, perdeleri indirir. Ancak kalbinde ve beyninde taşıdığı Kur’an-ı Kerim’den ve kendisine hiçbir şey gizli kalmayan (her şeyi her yerde aynı anda ayan beyan gören ve bilen) Allah (c.c) hazretlerinden gafil olduğu için hiç de hayâ etmez.”   “İnsanlardan hayâ ederler de Allah’tan hayâ etmezler, hâlbuki geceleyin O’nun (Allah’ın)  razı olmadığı sözü dizip kurarlarken Allah onlarla beraberdi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır.”(6)

Bugünkü cemiyetimizde edep ve hayânın varlığından kim söz edebilir? Hayâ ve iffetsizlik o denli yaygın bir hale geldi ki  insanlar Allah’a karşı hayâsız ve pervasızca alabildiğine günah işlerken artık insanlardan da utanmaz hale gelmişlerdir. İnsanlık edep ve hayâsızlıkla o derece özdeşmiş ki ilericilik ve çağdaşlık adına yapılmadık rezalet kalmamıştır. Üstelik bu yapılanlar ahlak adına doğru ve güzel bir şey olarak yapılmaktadır.

İmandan gelen hayâ duygusunun üçüncü kısmı insanın bizatihi kendi nefsinden utanmasıdır:

İleri derecede hayâ ve iffet duygusuna sahip olan kimse hiç kimsenin bulunmadığı ve bilmediği bir yerde dahi kötülükten ve çirkin iş işlemekten sakınır. Haramlardan kendisini korur. Bu çeşit hayâ kişinin ruh ve kalp temizliğinin ve faziletli bir insan oluşunun  açık bir alameti ve göstergesidir. Hayâ İslam ahlakından ayrılması mümkün olmayan bir haslettir. Bir kimse aşırı derecede utangaç olan bir mümin kardeşine bu kadar da utangaç olma diye nasihat ettiğinde Peygamberimiz (s.a.v) bu duruma şahit olunca, o nasihat eden kişiye “Onu kendi haline bırakmalısın şüphesiz ki hayâ duygusu imandan gelir.” buyurmuşlardır.

DİPNOTLAR

1-Araf /26

2- Araf /32

3- Araf /33

4-Keşfulhafa / 1-369 Camiussağır clt.1/ sa/153

5-Mişkatül mesabih /4-1608 nolu hadis-i şerif

6-Nisa /108