İçeriğe geç
Anasayfa » İmanın ve Takvanın Sigortası

İmanın ve Takvanın Sigortası

Küfür, fuhuş ve ahlaksızlık mikrobu salgın bir hastalıktan daha beter ve daha tehlikelidir. Hem daha tez bulaşır hem de daha süratle yaygınlaşır. Gerçek bu iken ne yazık ki birçoğumuzun hasta olmamak için bu bulaşıcı mikroplara karşı göstermiş olduğumuz hassasiyetin {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}1’ini bile kişinin manevi hayatını karartan, ebedi esarete mahkûm eden böylesi çok tehlikeli ve amansız mikroplara karşı gösteremiyoruz. Maalesef adeta balıklama olarak kendimizi bu tehlikenin içine atıveriyoruz. Avrupalılaşma uğruna öz değerlerimiz hayâ ve iffet duygularımız pervasız ve insafsızca peşkeş çekiliyor, heba edilip ayaklar altına alınıyor. Oysa her Müslüman, İslam’ın dışında kendisine gelecek olan her çeşit izzet ve şerefe hem kapılarının hem de pencerelerinin kapalı olduğunu  haykırmalı değil miydi? Tevbe suresinin 119. ayetinde Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! (Ey müminler! Ey Ümmet-i Muhammed!) Allah’tan sakının (muttaki, mütedeyyin kimseler olun) ve sadık kimselerle beraber olun. (Sadık kimselerin içinde yaşayın ki kurtuluşa eresiniz.)” Ayet-i kerimenin işaretinden şu anlaşılıyor: İmanın muhafazası takva ve salih amellerle; takvanın korunması ve daha yüksek derecelere ulaşması ise sadık kimselerle beraber olmakla mümkündür. Takva, Kur’an-ı Kerim’de müştaklarıyla beraber 238 yerde geçiyor. Takva nedir? Takva, tevhid inancına uygun bir hayat yaşamaktır. Nefsin, şeytanın, insan şeytanların, mahlûkun arzusuna göre değil de Hâlık Teâla Hazretlerinin istediği ve razı olacağı şekilde yaşamaktır takva. Takva, pıtrak dikenin çok olduğu bir yerde yalın ayak yürürken insanın ayaklarına diken batmaması için adeta vücudunun her parçasının dikkat kesilmesi gibi ruh, bedeni terk edinceye kadar elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü, kulağını, ayağını haramlara dokundurmaması ve ömrünü bu şekilde geçirmeye özen göstermesidir.

“Şirkten sakınıp iman üzere ölmektir takva.”1

“İsyandan (her türlü fısk u fücurdan) sakınıp tâat (ibadet) üzere olmaktır takva.”2

“Allah’ın rızasını kazanmak için Allah’a layık bir kul olmaya çalışmaktır takva.”3

“Allah takva üzere olanlarla beraberdir.”4

“Muttakilere (takva üzere olanlara) Allah (c.c) iyiyle kötüyü (hak ile batılı, yanlış ile doğruyu, güzel ile çirkini) birbirinden ayırt etme özelliği verir.”5

“Allah, takvası olan kimsenin işlerini kolaylaştırır. Her sıkıntılı işine bir çıkış yolu verir. Hiç hesap etmediği (beklemediği) yerden onu rızıklandırır.”6

Hayatını takva üzere sürdüren kimsenin ne bir korkusu ne de bir mahzûniyeti olur.

Muttaki, kazanmış olduğu varlığını başta insan olmak üzere diğer bütün canlılarla  paylaşan, içini Hak için dışını da halk için süsleyen, her sözü dinleyen ama sözlerin en güzeline talip olan ve uyan, sözlerin en güzelinin bütün güzelleri ve güzellikleri yaratan Allah’ın sözü olduğunu bilen ve inanan kimsedir.

Sadıklarla beraber olmak daimi ve süreklilik arz eden farz bir ibadettir. Denildi ki: Bu daimi farzın ihmal edilmesi muayyen vakitlerde icra edilen farz ibadetlere halel getirir ve sekteye uğratır. Sadıklar, mîsak gününde verilen söze sadakat ve bağlılık gösteren kimselerdir. Bakara suresinin 177. ayetinde sadık kimselerin vasıfları (özellikleri) şöyle sıralanıyor:

  1. Allaha iman edenler.
  2. Ahiret gününe iman edenler.
  3. Meleklere iman edenler.
  4. Kitaba (Kuran’a) iman edenler.
  5. Peygambere iman edenler.
  6. Sevdiği mallardan ve servetinden yakınlarına, yetimlere, miskinlere (muhtaçlara), misafirlere, ihtiyacını arz eden muhtaçlara, köle ve esirlere infak edenler.
  7. Namazı (huzur ve huşu içinde dosdoğru) kılanlar.
  8. Zekâtı (hakkı ile) verenler
  9. Ahde vefa (ve sadakat) gösterenler
  10. Sıkıntı, kıtlık, elem ve kederli zamanlarında sabredenler.

     Ayet-i kerime şöyle son buluyor: “İşte onlar (var ya) sadık ve muttakilerin ta kendileridir.”

    Hucurât suresinin 15. ayeti de şöyledir: “Şüphesiz ki müminler; Allah’a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ile canları ile cihat edenlerdir. İşte onlar (imanlarında) sadakat gösterenlerin ta kendileridir.” Sadıklarla beraber olun. Yani Efendimiz  ve sahabe-i kiramın hayatını örnek alan salih kimselerle beraber olun. İçi dışı pırıl pırıl tertemiz salih, muhlis kimselerle beraber olun. İmanlarında niyetlerinde, amellerinde, hal ve hareketlerinde, söz ve davranışlarında sadakat ve vefa gösterenlerle beraber olun. Sadık kimselerin mesleğine sülûk etmeye gayret gösterin ki Rıza-yı Bâri’ye ulaşıp kurtuluşa erenlerden olasınız. Dostlarımızı mutlaka sadık kimselerden seçmeye gayret göstermeliyiz. İmanda, niyette ve amelde sadakat göstermek ise ancak ihlasla mümkündür. Kişinin niyet ve icraatındaki sadakati; ihlas ve samimiyetine bağlıdır. Nedir ihlas? Hasan Basri’ye ihlasın ne olduğu sorulunca “Ben de aynı soruyu Hz. Huzeyfe’ye sordum.” cevabını vermiş. Hz. Huzeyfe de “Aynı soruyu ben de Efendimiz (s.a.v)’e sordum Efendimiz (s.a.v) bende Cibril-i Emin’e sordum. Cebrail (a.s)’da Aziz ve Celil olan Allah’a ihlasın ne olduğunu sorunca Allah (c.c) şöyle buyurdu: “İhlas benim sırlarımdan bir sırdır (o bir sırr-ı ilahidir ki) onu (ancak) kullarımın (arasından) sevdiğim kimselerin kalbine ilkâ ederim (bırakırım, yerleştiririm).”

    Demek ki ihlas; kalemle yazılan, dil ile ifade edilen, çarşı ve pazarda satın alınan bir şey değildir. Allah sevgisi neticesinde mümin bir kulun kalbinde yeşeren neşvünemâ bulan ve Allah’ın mümin kuluna lütfettiği, bahşettiği ilahi bir sırdır. Bu sırrın kaynağı da aşkullah, şevkullah ve muhabbetullahtır. İhlas imanın sıhhatinin şartlarındandır. İhlas ibadetin de rüknüdür. Çünkü ihlassız yapılan ibadet makbul değil merduddur. Dolayısıyla ihlas hem imanın hem de salih amellerin bir sigortasıdır.

    Fudayl b. İyâz göre: “İnsanlar için ameli terk etmek riyadır. İnsanlar için amel etmek şirktir. Allah kulunu bu iki (hastalıktan) korunması ise ihlastır.”

    Zünnûn el-Mısrî’ye göre ihlasın üç alameti vardır.

    1-İnsanların mehdini ve zammını eşit görmesi.

    2-Dünyada iken salih amellerini

    3-Ahirette de bunların sevabını unutmasıdır.

    Sehl b. Abdullah et-Tüsterî “Nefse en ağır gelen şey ihlastır. (Çünkü nefsin bunda hiçbir payı yoktur)” dedikten sonra “ ‘lâ ilâhe illallah’ diyenler çıkar lakin bunda ihlası yakalayanların sayısı azdır.” der.

    Huzeyfe el-Mar‘aşî’ye göre: “İhlas gizli ve aşikâr her yerde kulun davranışlarında değişiklik olmamasıdır.”

    Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre: “İhlas Allah ile kul arasında öyle bir sırdır ki onu melekler bilmez ki yazsınlar. Şeytanlar bilmez ki onu ifsad etsin, nefs bilmez ki ona meyletsin.”

    Yarabbi! Biz acizleri muhsin ve muhlis kullarından ayırma, onlarla Naîm cennetlerinde buluşmayı nasip eyle. Âmin! i

    KAYNAKLAR:

    • Abdülğanî el-Meydânî, el-Lübâb fî şerhi’l-kitâb
    • Ömer Nasûhi Bilmen, Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-i Fıkhiyye Kamusu
    • Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili
    • Ekmelüddîn el-Bâbertî, Şerhu’l-İnâye ale’l-Hidâye

1 Fetih, 48/96.

2 Mâide, 5/65, A’raf, 7/96.

3 Al-i İmran 3/102

4 Nahl, 16/28.

5 Enfal, 8/29.

6 Talâk, 65/2-4.