İçeriğe geç
Anasayfa » İNSAN NEDEN HAKK’I GÖREMEZ?*

İNSAN NEDEN HAKK’I GÖREMEZ?*

Allah Zü’l-Celâl ve’l-Kemâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine Celâl Zâtına, Kemal Sıfatlarına lâyık hamd ü senâlar, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e (s.a.v) sayısız sonsuz salât u selamlar olsun.

Çevremizdeki nice insanların Hakk’ı tanıyıp ona tâbî olduğunu görürken pek çoğunun da Hakk’tan uzak düştüğüne şahit olmaktayız.

Bir insanın Hakk’ı görmesine mani olan sebepler neler olabilir?

Pek çok sebep zikredilebilir ama bunların başında düşünmemek gelir diyebiliriz.

Dünyaya dönüp ibretle baktığımız vakit bu muhteşem nizam karşısında düşünen insanların teslimiyet göstermemesinin mümkün olmadığına şahit oluruz. 

Ama çalışmasına asla ara vermeyen şeytan ve dostları insanları Allah’a itaat hususunda sürekli olarak hataya düşürürler. Maalesef insanlar da –çok azı istisna- sürekli aldanırlar.

Unutmayalım ki bu aldanmaya sebep olan, insanın başındaki en büyük bela, kendisini fitneye sürükleyen felaketleri göremeyişi ve gaflet içinde oluşudur. Bu gaflet insanı adım adım takva düşüncesinden uzaklaştırır. Takva düşüncesinden uzaklaşan insan aynı nispette gurura kapılır. Nefsanî ve şeytanî istek ve arzuların ardı sıra gider. Hırsını kontrol altına alamadığı için de kavgalar, dövüşler ve çekişmelerle bir ömrü tüketir.

Biliyoruz ki bütün insanların ruhu vardır. Bu ruh, Rasûlullah’ın (s.a.v) nurundan yaratıldığı için bütün insanlar temiz ve bir seviyede dünyaya gelirler. Dünyaya gelen her yavru İslam fıtratı üzerine doğar ve bir nur topu olarak anne babasına teslim edilir. Anne babası o yavruyu ister Müslüman; isterse de Yahudi, Nasranî veya değişik bâtıl düşüncelere yönlendirir. Ergenlik çağına gelinceye kadar anne baba nur topu gibi yavrusunu istediği gibi yönlendirir. Fakat çocuk ergenlik çağına gelip aklî melekelerine sahip olduğu zaman hayatının kararı artık kendisine aittir.

İsterse anne babasının yönlendirdiği düşüncede sabit kalır, isterse de Hakkı araştırarak teslimiyetini izhar eder. Artık iradesine hâkim olan kişi olarak kendi kararını kendisi verecektir.

Temiz olan ruhun ve nefsin elbisesi olan bedenin temizliği ancak güzel ahlâkla yani takva ile sağlanır. Takva en güzel elbise olduğu için Cenâb-ı Hakk “Takva elbisesi sizin için en hayırlı olan elbisedir.” buyuruyor.

Takva Allah’a karşı saygı elbisesidir. Allah’a karşı saygılı olan insan kötü ahlâklardan arınıp iyi ahlâklarla süslenir. O zaman zulüm ve merhametsizliğin yerini şefkat ve merhamet alır. Zulüm kalkar adalet gelir. Nefret kalkar muhabbet gelir. Biliniz ki iyilikle kötülük karşı karşıya geldiği zaman biri kalır, diğeri gider.

İnsanın sureti ahlâkı ile şekillenmektedir. İnsanın beden elbisesi bir gün ruhun sırtından çıkarılınca altından neler çıkacağını şimdiden tahmin etmek çok zordur.

Onun için ki insanların nefsi temiz, ruhu temiz, kendisi de temiz olmalıdır. Bu özelliklere sahip olan toplumlar peygamberler ve sâlihler gibi hesapsız cennete girecek olanlarla beraber hesaba giderler.

Azgın ve ıslah olmaz bir nefse sahip olanların meydana getirdiği ikinci bir toplum daha vardır. Bunlar hayra yönelmedikleri müddet nefisleri onları azdırdıkça azdırır.  O zaman insanlar arasında fitne, fesat ve zulüm kaynağı olarak yerlerini alıp şekavet elbisesine bürünürler. Bu halde devam ettikleri müddet ruhları da onların şeklini alır. Bunlar hakkında Cenâb-ı Hakk:

“Şekâvete erenler var ya, onlar cehennemde ebedî olarak kalacaklardır.” buyuruyor.

Bu insanların sözlerinden ve davranışlarından şekavet aktığı için; ruhları da o seviyeye iner. Bunlardan kalplerinde zerre miktarı iman olanlar arınana kadar, olmayanlar ise ebedî olarak cehennemde kalırlar.

Çünkü ateş, cevherler için arınma yeridir. Tıpkı topraktan çıkan madenlerin saflaşmaları için ateşte yanmaları gibi günahkâr insanların da günahlarından arınmak için belli bir müddet ateşte kalmaları gerekiyor. İnsanın yaratılış maddelerinden birisi toprak olduğu için Cenâb-ı Allah onlara bu şekil bir arınma zamanı tayin ediyor.

Ama inkâr ve isyanlarında ısrarlı olup kalbinde şirkin kök saldığı kimseler ise;  hem beden, hem de ruh olarak şekavet elbisesine büründükleri için bir daha insan fıtratına dönüşleri mümkün olmadığından cehennemde ebedî olarak kalırlar.

İnsanlardan üçüncü bir toplum daha vardır. Bunların da nefisler azgındır. Ama elbiseleri tertemizdir. Tarihe biraz dikkatli olarak bakarsanız öyle insanlar görürsünüz ki ilim sahibi olmuşlar belirli mertebelere yükselmişlerdir. Ama içerdeki nefisleri azgın olduğu için yeryüzünden imansız olarak ölüp gidiyorlar.

Çünkü insan nefsinin esareti altına girdi mi ilmi ona fayda verememektedir. Aksine ilim o kişinin azgınlığını arttırmaya sebep olmaktadır. İbadeti de gurura kapılmasına sebep olmaktadır.

Dördüncü bir bölüme baktığınız vakit ise, nefisleri temiz ama dış elbiseleri yani yaşantıları bozuk kimseleri görmekteyiz. Bunların içinde bulundukları durumdan kurtuluşları mümkündür. Sahâbe Efendilerimiz ve tarih içerisinde gönderilen peygamberlerin yanında yer alan insanlar bu duruma örnektir. Hz. Ömer bir gün şekavet elbisesine bürünmüştü. Birçok sahâbe ve insanlık tarihine örnek olan nice insanlar bir gün şekavet elbisesine bürünmüşlerdi. Ama fıtratlarındaki temizlik bir gün kalplerinin aydınlanıp Hakk’a teslim olmalarına sebep oldu.

Bütün bu hususlar bizim dikkatimizi bir noktaya yönlendirmektedir. Bu nokta en büyük ve en tehlikeli düşmanımız olan nefsimizdir. Kurtuluşa ermek istiyorsak nefsimizi en güzel şekilde terbiye etmenin gayretinde olacağız.

Nefsimizi terbiye etmek için öncelikle şekavet sahibi insanlarda bulunan kötü ahlâkların neler olduğunu araştırarak bu kimselerin saadete eremeyiş sebeplerini tespit edeceğiz.

Bu araştırmalarımız sonunda şunu göreceğiz ki saadete eremeyen şekavet sahiplerinde bulunan kötü ahlâkların ilki katılaşmış kalbe sahip olmaktır. Bundan dolayı şekavet sahipleri çok merhametsiz olurlar.

Merhametsizlik çok korkunç bir beladır. Onun için merhametsizlikten Allah’a sığınacağız. Ve zulmün çeşitlerini öğrenerek kendimizi bu hususta kontrol edeceğiz.

Allah Zü’l-Celâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de bizlere Zât-ı İlahiyyesini tanıtırken evvela “Ben Rahmanım” yani “merhametliyim” buyurarak bizlere de “Bana kul olmak istiyorsanız siz de merhametli olun.” diye emrediyor.

Merhamet güzel ahlâkların en önemlilerinden biridir. Bir insan, insan hak ve hukukunun ne demek olduğunu bilmezse dahi merhamet sahibi ise insanlık onun şerrinden kurtulur o da insanlığa hizmet görevini tamamlayabilir.

Ama merhametsiz kimselere baktığınız vakit, ne kadar bilgili olursa olsunlar insanlara zulmetmekten geri kalmadıklarına şahit oluruz. Böyle kimseleri ne acayiptir ki ilimleri; merhametsizliğe, zulme ve soygunculuğa teşvik etmektedir.

Merhamet duygusundan mahrum olanlar ilimlerini insanlara zulmetmenin çeşitlerini araştırmak üzere kullanırlar. Bundan dolayı ezilen, inleyen, ağlayan, feryat eden insanların sedaları bu gibilerin vicdanlarına tesir etmez.

Bizler merhamet duygularımızı daima diri tutmaya gayret etmeliyiz. Merhamet duygularımızı canlandırmak için ezilenlerin yerine kendimizi, eziyorsak ezdiğimizin yerine kendimizi koyarak etrafımıza bakmalıyız.

Ancak bu şekilde davranırsak kendi davranışlarımızın muhakemesini yapabiliriz. Ancak o zaman merhametsiz nefisten merhamete dönüş yapmanın yollarını araştırırız. Merhametsizlikten dönüş yapmadıkça hakikate dönüş yapamayacağımızın da farkına varabiliriz. 

Son olarak şunu da hatırlatalım ki insanlığa ve diğer canlılara merhameti olmayan bir insan, ilk merhametsizliği kendisine yapmaktadır. Çünkü bu davranışıyla kendisini şekavet defterine kaydettirmekte ve cehenneme doğru feryad u figan ederek sürüklenip gitmektedir. Rabbim cümlemizi böyle bir akıbetten muhafaza eylesin.


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin 31/05/2002 tarihinde gerçekleştirdiği Eyüb Sultan Sohbetleri’nden bir bölümdür.