İçeriğe geç
Anasayfa » İSLAM TARİHİ KAYNAKLARINDAN EDEBE DAİR BAZI ESERLER

İSLAM TARİHİ KAYNAKLARINDAN EDEBE DAİR BAZI ESERLER

Edeb Kavramının Gelişimi

Edeb kavramının manaları hususunda farklı farklı görüşler mevcuttur. Ziyafete davet etmek manasındaki “edb” kökünden veya edepli ve zarif olmak manasındaki edeb mastarından isim olan kelimenin başlıca manaları davet, iyi tutum, incelik, kibarlık ve takdir şeklindedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de edeb kavramı yahut bundan müştak bir kelime mevcut değildir. Ancak hadîs-i şerîflerde edeb kelimesi ve çoğulu olan âdâb ile aynı kökten türeyen fiil ve isimler kullanılmıştır. Bu hadisler incelendiğinde edebin hayırlı ve faydalı bilgilerle davranış alışkanlıklarını ifade ettiği, Kur’ân-ı Kerîm’in de bu bilgi ve davranışları sergileyen edeb kaynağı olduğu anlaşılır.[1]

Edeb kavramı tarihsel olarak cahiliye ve ilk İslamî dönemde “davet, incelik, kibarlık, beğenme, alışkanlık, âdet” manalarında ve genellikle din dışı alanlarda bir ölçüde ahlâkî muhtevaya sahip olarak kullanıldığı vakidir. Ancak ilerleyen zamanlarda eski manalarını muhafaza etmekle birlikte “bir şey hakkındaki bilgi”, te’dîb kelimesi “birini bir konu hakkında bilgilendirme”, edîb kelimesi ise “bir şey hakkında bilgilendirilmiş kişi” manalarında kullanılır oldu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bir hadisinde kendisine çeşitli kabilelerin lehçelerini nasıl anladığına dair bir soruya karşılık, “Beni Rabbim eğitti (eddebenî) ve eğitimimi (te’dîbî) en iyi şekilde yaptı.” şeklindeki cevabında kullandığı te’dib kelimesi yukarıda verilen manasıyla kullanılmıştır.[2]

Edeb kelimesinin ilk sözlük manaları ile sonradan kazandığı dinî, ahlâkî ve edebî unsurlar ihtiva eden anlamları arasındaki münasebet, dilcilerin dikkatini çekmiş ve bu konu etrafında önemli bir tartışma alanı açılmıştır. Edeb kavramının İslam’ın tesiriyle ilk sözlük manalarını aşarak dinî ve ahlâkî anlamlara teşmil edildiğini ortaya koyan en geniş bilgi Zebîdî’nin Tacü’l-Arûs isimli eserinde bulunmaktadır. Zebîdi, kelimenin asıl anlamının davet olduğunu belirttikten sonra ıstılahî manada “insanlar içinde eğitilmiş kişinin (edîb) eğitimle (te’dîb) kazandığı durum” demek olduğunu beyan eder. Zebîdî’nin hocası Muhammed b. Tayyib el-Fâsî ise edebi, “ona sahip olan kişiyi küçük düşürücü durumlardan koruyan meleke” olarak tarif etmektedir.[3]

Hicrî ikinci yüzyıldan sonra oluşan edeb literatürü içerisinde bu terim iyi bir eğitimle kazanılmış karakter, toplum içerisinde riayet edilmesi gereken ve âdâb-ı muaşeret olarak isimlendirilecek olan medenî ve ahlâkî davranış biçimleri ve bu konularda gerekli olan pratik bilgiler hakkında kullanılmıştır. Bu manada edeb daha çok “ilim” başlığı altında anılan şer‘i ilimlerden ve ibadet ve muamelat konularından farklı olarak ahlâkî ve sosyal içerikli bir kavram haline bürünmüştür. Edeb kavramının böyle bir muhtevaya bürünmesinde aynı tarihlerde başlayan Grek, Hint ve İran gibi dış kültürlere ait bilgilerin ve İran asıllı ve bu konularda eser veren âlimlerin kitaplarında işlenen edeb ve hikmet unsurlarının önemli bir etkisi olduğu söylenmiştir. Hicrî üçüncü asırdan itibaren özellikle Câhız ve Ebû Hayyan, et-Tevhîdî gibi ediblerin öncülük ettikleri edeb literatürü renkli ve ilgi çekici bulunmuş ve entelektüel kesimlerin dikkatini celbetmiştir. Bu saha; duyguları, davranışları, sahip olduğu maddî ve manevî değerlerle insanın merkezde olduğu bilgi ve hikmeti içermektedir. Netice olarak edeb literatürü her seviye insana hitap eden ahlakî-edebî hikmetler; seçkin kimselerin hayatlarına incelik katan kültürel edeb ve son olarak da yöneticiler başta olmak üzere üst kademede meslek sahibi olan kimselerin yönetim ve meslekleri ile ilgili yol gösteren edeb kitapları olmak üzere üç bölüme ayrılabilir.[4]

Edeb kavramının mana gelişimi kısaca şöyle özetlenebilir: “Edep terimi “gelenek, görenek, ahlâk” gibi ilk anlamları yanında İslâm kültürünün tarihî gelişimi içinde çeşitli mevkiler, meslek ve sanatlar; eğitim ve öğretim; tasavvuf ve tarikat; ilmî araştırma ve tartışmalar; ibadet, dua ve Kur’an okuma gibi dinî faaliyetler; yeme içme, giyim kuşam, temizlik vb. günlük meşguliyetler; her türlü sosyal ilişki ve hayatın diğer bütün alanlarına dair bilgiler ve en uygun davranış tarzları için kullanılan son derece geniş kapsamlı bir terim haline gelmiştir.”[5]

Edeb Sahasında Eser Telif Eden Müellifler ve Eserleri

1. İbnü’l-Mukaffâ

Asıl ismi Ebû Muhammed Abdullah (Rûzbih) b. El-Mukaffâ’dır. H. 106 (724) veya h. 102 (720) yıllarında İran topraklarının Cûr (Firuzabad) bölgesinde doğduğu söylenmektedir. Müslüman olmadan önceki asıl ismi Rûzbih’tir. Babası Dâdeveyh hayatının sonuna kadar Mecusî olarak yaşamış ve Haccac’ın vergi tahsildarlığını yaparken görevini kötüye kullanmaktan dolayı kendisine işkence yapılırken eli sakat kalmıştır. Bu nedenle Mukaffâ yani eli büzülmüş, çolak lakabı ile bilinmiştir. İbnü’l-Mukaffâ ilk eğitimini Cû bölgesinde Fars ve Mecusî gelenekleri çerçevesinde almış ve babasının görevi nedeniyle küçük yaşlarında Basra’ya göçmüştür. Babası onun zamanın önemli ediblerinin meclislerine katılmasını sağlayarak iyi bir eğitim sürecinden geçmesini sağlamıştır. Bu meclislerin sahipleri Müslim b. Kuteybe, İbn Ebî Leyla, İbn Şübrüme, Halil b. Ahmed gibi önemli yönetici ve ediblerdir. Bu meclislerde başta Arab dili ve edebiyatı olmak üzere Fars, Hint ve Yunan kültür ve geleneklerine dair kapsamlı bilgi sahibi olmuştur. Memuriyet hayatına kâtiplikle başlayan İbnü’l-Mukaffâ, çeşitli valilerin kâtipliklerini yaptıktan sonra Basra valisi Süleyman b. Ali’nin kâtibi iken Halife Mansur ile tanışmıştır. Halifenin teşviki üzerine Farsçaya çevrilmiş olan Yunan klasiklerini Arapçaya tercüme etmiştir. Asıl şöhretine Kirman valisi İsa b. Ali’nin hizmetindeyken sahip olan İbnü’l-Mukaffâ, bir akşam yemeğinde bir çocuğun okumuş olduğu Kur’an’ın tesiri ve vali İsa b. Ali’nin teşvikiyle Müslüman olmuştur. Müslüman olduktan sonra çok yaşamamış h. 142 (759) senesinde Basra’da öldürülmüştür.[6]

İbnü’l-Mukaffâ’nın eserleri ve düşünceleri kendisinden sonra gelen ve felsefe ve edebiyatla ilgilenen insanlar üzerinde önemli etkilere sahip olmuştur. Halife Mansur’un teşviki ile başladığı tercüme faaliyetleri sırasında Arapçaya tercüme ettiği Kelile ve Dimne adlı eseri ile Arap edebiyatına fabl türünü kazandırmıştır. Bu eser sonra birçok müellif tarafından taklit edilmiştir. İbn Kuteybe Uyunu’l-Ahbar; İbn Abdirabbih el-Ikdü’l Ferid, Turtuşî Siracü’l-Mülük isimli eserlerinde İbnü’l-Mukaffâ’nın nesir tarzından etkilenmişlerdir. Daha sonra gelen halifeler onun saray ve muaşeret adabı, adliye ve maliye teşkilatı, hükümdar-tebaa ilişkileri hususlarındaki yenilikçi görüşlerinin tesirinde kalmış ve bu görüşleri benimsemişlerdir.[7]

el-Edebü’l-Kebîr ve’l-Edebü’s-Sağîr

el-Edebü’l-Kebîr isimli eserin diğer ismi de ed-Durre el-Yetime fî Tâat el-Mulûk’tur.[8] Eser bir mukaddime ve iki bölümden oluşmaktadır. Mukaddimenin konuları eskilere uymanın, onların ilim ve eserlerinden faydalanmanın önemine dairdir. Birinci bölümde hükümdar, onun veziri ve valilerinin idarî ve siyasî davranışlarından bahsetmekte; ikinci bölümde ise insanlar arası muaşeret adabından ve hakiki dostun vasıflarından söz etmektedir.[9]

el-Edebü’s-Sağîr ise bir mukaddime ve bir bölümden oluşmaktadır. Mukaddimede aklın edebe olan ihtiyacından bahsederken diğer bölümde ise akıllı insanın nefsini terbiye etmesi gerektiğinden, nefis muhasebesinden, din-akıl ilişkisiyle Allah’ın varlığının delillerinden bahsetmektedir.  Yöneticilere dair tavsiyelerinin yanında avama yönelik ahlaki öğütler ve hikmetlerde yer alır.[10]

2. Câhız

Asıl ismi Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhız el-Kinâni’dir. H. 150-160 (767-777) seneleri arasında Basra şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. Câhız lakabı patlak gözlü olduğu için verilmiştir. Câhız’ın yaşadığı devirde Basra parlak bir dönem yaşıyordu ve Halil b. Ahmed, Sîbeveyh, Ahfeş, Ma‘mer b. Müsennâ, Asmai gibi birçok âlimin bu şehirde meclisleri bulunuyordu. Câhız bu meclislere devam etmiş ve gramer, şiir, tarih ve edebiyat alanlarında çokça bilgi sahibi olmuştur. Ayrıca Câhız âlim ve ediblerin meclislerinden yararlanmak için bazı zamanlar Kûfe ve Bağdat şehirlerine yolculuklar yapmıştır. Câhız, eserlerini devlet adamlarına sunarak önemli caizeler elde etmiştir. En parlak devrini ise h. 220-233 (835-847) seneleri arasında İbnü’z-Zeyyat Muhammed b. Abdülmelik zamanına denk gelmektedir. Hayatının sonuna doğru felç olmuş ve h. 255 senesinde doksan beş yaşındayken Basra’da vefat etmiştir.[11]

el-Beyân ve’t-Tebyîn

Câhız, Arap dilinin özelliklerini ve Arapların şiir ve hitabetteki kabiliyetlerini ortaya koyduğu eserini devrinin önemli simalarından Kadı Ahmed b. Ebi Du’ad’a ithaf etmiştir. Hicrî 233 (847) senesinden sonra kaleme aldığı eseri adeta edebî bilgiler ansiklopedisi mahiyetindedir. Ebû Hilal el-Askerî, İbn Haldun gibi büyük âlim ve ediblerin takdirini kazanan eser İbn Kuteybe’nin Edebü’l-Kâtib, Müberred’in el-Kamil ve Ebû Ali el-Kali’nin en-Nevâdir isimli eserleriyle birlikte edeb sahasının dört büyük temel eseri olarak görülür. Câhız eserinde belirli bir plana göre hareket etmez, bir meseleyi ele aldığında onunla ilgili hangi meseleye değinilmesi gerekiyorsa değinir ancak sonunda ilk meseleye geri döner. Eserine beyanı tarif ederek başlar ve dilin ve beyanın medhini yaptıktan sonra belagat ve hitabette önemli simalara yer ayırır. İkinci cildinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den başlayarak hatip ve devlet adamlarının hutbelerine yer verir. Üçüncü cildinde zühde de yer vermekle birlikte üçüncü ve dördüncü ciltlerde ibrek olmaları hasebiyle ahmaklara hoş bir dille yer ayırır.[12]

3. İbn Kuteybe

Asıl ismi Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri’dir. Hicrî 213 (828) yılında doğan İbn Kuteybe’nin Kûfe’de mi yoksa Bağdat’ta mı doğduğu tartışmalıdır. Uyûnü’l-Ahbâr isimli eserinde babasından nakillerde bulunması kültürlü bir aileden geldiği varsayımını ortaya çıkartır. Döneminin seçkin hocalarından ders alan İbn Kuteybe ilk dersini babasından aldıktan sonra Bağdat’ta Câhız’ın talebeliğini yapmış ve bazı kitaplarını huzurunda okuyarak icazet sahibi olmuştur. Bunun dışında fıkıh, tefsir, hadis, dil, edebiyat, Kur’an, lügat ve şiire dair pek çok hocadan dersler almıştır. Hayatının büyük kısmını Bağdat’ta geçirmiş ve buradaki Mutezilî âlimlerin toplantılarından etkilenmiştir. Tartışma ortamlarında yetişmesi onun erken dönemden kelam ilmine ağırlık vermesine neden olmuştur. Mutezile mezhebinden ayrıldıktan sonra muhaddislerin meclislerine devam etmiştir. Dinever kadılığı da yapan İbn Kuteybe, yirmi sene bu görevde kaldıktan sonra h. 276 (889) senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir.[13]

Uyûnü’l-Ahbar

Müellif, eserinde devlet adamlarında bulunması gereken savaş, seyyidlik, ilim, zühd, dostluk gibi konuları inceler ve eski Arap kültürünü özetler.[14] Müellif eserinin sadece dünyada başarı kazanmak isteyene değil ahirette de muvaffak olmak isteyene; sadece ileri gelen kimselere değil avama da faydalı olacak şekilde kaleme aldığını söyler. Eserinde nükte barındıran fıkralar ve güldürücü hikâyelere de yer veren İbn Kuteybe bununla okuyucuyu ciddi meselelere dalarak yorgunluk hâsıl olmasından korumayı hedeflediğini belirtir.[15]

On kitaptan meydana gelen eserin muhtevası şu şekildedir; birinci kitap sultan, ikinci kitap harb, üçüncü kitap sûdet, dördüncü kitap tabiat ve ahlak, beşinci kitap ilim, altıncı kitap zühd, yedinci kitap dostluk, sekizinci kitap havâic, dokuzuncu kitap yemek, onuncu kitap hanımlar hakkındadır.[16]

4. Müberred

Asıl ismi Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezid b. Abdilekber b. Umeyr el-Müberred el-Ezdî es-Sümali’dir. Hicrî 210 (826) senesinde Basra’da doğdu. Hocası Ebû Osman el-Mazinî’nin sorularına gönle serinlik veren cevapları nedeniyle Mazinî ona, “Sen müberridsin.” yani serinlik verensin şeklinde ifadede bulunmuştur. Lakin Müberred’i çekemeyenler onunla alay etmek için bu ifadeyi müberred yani soğutulmuş manasına dönüştürerek kullanmış onunla alay etmişlerdir. Bundan sonra lakabı bu şekilde şöhret bulmuştur. Müberred hayatı boyunca Câhız ile ilişkisini sürdürmüş ve ondan şiir, hikemiyât, bedevî ve tarihî şahsiyetlere dair ahbâr rivayet etmiştir. Üstün zekâ, hafıza ve muhakeme gücüyle küçük yaşta lügat ve nahiv sahalarında bilgisini genişletmiş ve etrafına kendisini kabul ettirmiştir. Onun Bağdat’ta Kûfe mektebinin lideri olan Sa‘leb ile münazaraları meşhurdur. Bu münazaralar neticesinde Bağdat ilmi muhitine kendisini kabul ettirmiş ve birçok âlimin yetiştiği ilim meclisi kurmuştur. Sîbeveyh’den sonra Basra dil mektebinin otoritesi olan Müberred, Arap grameri ve edebiyatıyla ilgili özgün görüşler ortaya koymuştur.[17]

el-Kâmil fi’l-Edeb

el-Kâmil, Müberred’in en meşhur eseridir. Arap edebiyatında farklı edep telakkileri mevcuttur. Câhız’ın eserleri sosyal ilişkilerde zarafet şeklindeki edep telakkisinin en üst düzeyini temsil ederken Müberred’in eserleri ise Arap dilinin bütün inceliklerine vâkıf olma şeklindeki edep telakkisinin temsilcisidir. Eser elli dokuz bölümden oluşmakta ve ayet, hadis, hutbe, mev’iza, mesel, kıssa, hikemiyat, şiir, lügat, gramer ve tarih alanlarında önemli bilgiler ve değerlendirmeler içermektedir. Hocası Câhız’da olduğu gibi ciddi konuların arasına eğlendirici hikâye, fıkra, haber ve şiirleri yerleştirmiş ve zaman zaman fıkıh, tefsir ve kelam konularına yer vermiştir.[18]

5. İbn Abdirabbih

Asıl adı Ebû Ömer Şihâbüddin Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih b. Habib el-Kurtubî el-Endülüsî’dir. Hicrî 246 senesinde Kurtuba’da doğmuştur. İlköğrenimini Endülüs’ün ileri gelen fakih ve muhaddislerinden olan büyük kardeşi Ebu Bekir Yahya’dan almıştır. Şiir, edebiyat ve musikiyle ilgilenen İbn Abdirabbih, fıkıh bilgisinin yanında irticalen şiir söyleyebilecek kadar güçlü bir şairdir. Kendisi devlet büyükleri için şiirler yazdığı için refah içerisinde yaşamıştır. Hayatının sonlarına doğru felç olan İbn Abdirabbih h. 328 (940) senesinde Kurtuba’da vefat etmiştir. Asıl şöhretini el-İkdü’l-Ferîd isimli eseriyle elde etmiş ve hayattayken daha çok şairliği ile tanınmıştır.[19]

el-İkdü’l-Ferîd

Bir ansiklopedi ve antoloji mesabesinde olan eser siyaset, edebiyat, tarih, nevâdir, ahlâk, mizah, fıkra, musikî ve eğlence gibi çok çeşitli konulara yer vermektedir. Yirmi beş bölümden meydana gelen eser, müellif tarafından yirmi beş mücevherden oluşan gerdanlığa benzetilmiştir. Bölümlerin adları ve konuları şu şekildedir: el-Lü’lüe (hükümdarlık), el-Ferîde (savaşlar), ez-Zebercede (cömertlik), el-Cümâne (elçiler), el-Mercâne (hükümdarlarla sohbet), el-Yâkute (ilim ve edebiyat), el-Cevhere (atasözleri), ez-Zümürrüde (mev‘iza ve zühd), ed-Dürre (tâziye ve mersiyeler), el-Yetîme (Arapların soy kütüğü), el-Ascede (bedevî Arapların sözleri), el-Mücennebe (güzel cevaplar), el-Vâsıta (hutbeler), el-Mücennebetü’s-sâniye (yazışmalar ve yazı malzemesi), el-Ascedetü’s-sâniye (halifeler), el-Yetîmetü’s-sâniye (Ziyâd b. Ebîh, Haccâc, Tâlibîler ve Bermekîler’le ilgili bilgiler), ed-Dürretü’s-sâniye (eyyâmü’l-Arab), ez-Zümürrüdetü’s-sâniye (şiir), el-Cevheretü’s-sâniye (aruz ve kafiye), el-Yâkutetü’s-sâniye (müzik), el-Mercânetü’s-sâniye (kadınlar ve özellikleri), el-Cümânetü’s-sâniye (yalancı peygamberler, tufeylîler), ez-Zebercedetü’s-sâniye (insan ve hayvan karakterleri), el-Ferîdetü’s-sâniye (yiyecek ve içecekler), el-Lü’lüetü’s-sâniye (hediyeler, şakalar ve nükteler).[20]

Eserin birçok bölümünde esas unsuru şiir teşkil etmiş ve çeşitli konular da 200’den fazla şaire ait yaklaşık 10.000 örnek beyit verilmiştir. Bunlar arasında müellifin kendi şiirleri de bulunmaktadır. Bu eser Endülüslüler’e Doğu İslam dünyasını tanıtmak ve hakkında bilgi vermek amacıyla yazılsa da Endülüs tarihine ait önemli verilerde içermektedir. İbn Abdirabbih okuyucuyu eğlendirmek ve dinlendirmek için nükte ve fıkralara yer vermiştir. Eser dönemin sosyal hayatı, yiyecek ve içecekleri, gelenekleri, tıp ve sağlık konuları, bölge ve şehirlerin özellikleri, kadınlar ve hususiyetleri gibi çok geniş konu yelpazesine sahiptir. En önemli edeb kitaplarından biri sayılan el-İkdü’l-Ferid, İbşihi’nin el-Müstetraf’ı, İbn Haldûn’un Mukaddime’si, Kalkaşendî’nin Ṣubḥu’l-Aʿşâ’sı ve Abdülkâdir el-Bağdâdî’nin Hizânetü’l-Edeb’i gibi birçok kitaba kaynak olmuştur.[21]

6. Ebû Ali el-Kâlî

Asıl adı Ebû Ali İsmail b. el-Kasım b. Ayzun el-Kâlî el-Bağdâdî’dir. Hicrî 288 (901) senesinde Malazgirt’te doğmuştur. Kalikala halkından bir grup ile Bağdat’a gitmiş ve halkın onlara gösterdiği itibar sebebiyle Kâlî nisbesini almıştır. Hayatının yirmi üç yılını geçirdiği Bağdat’ta dil ve edebiyat ilimlerini İbn Düred, Niftaveyh İbü’s-Serrâc, Zeccâc ve İbn Durusteveyh gibi âlimlerden tahsil etmiştir. Irak’ta hak ettiği ilgiyi göremeyince h. 328 (939-940) yılında Endülüs’e gitmiştir. Endülüs’te 2. Hakem’den destek gören Kâlî önemli heyetlerin başına geçmiş, talebe yetiştirmiş ve eser telif etmiştir. Kendisine danışılan otoriter bir âlim olmuştur.[22]

el-Emâlî

Ebû Ali el-Kâlî’nin en önemli eseri olan el-Emâlî dil ve edebiyata dair çeşitli konulara yer vermektedir. Kâlî bu eserini Kurtuba ve Zehra şehirlerinde verdiği derslerin notlarından ortaya çıkarmıştır.[23]

7. Ebu’l-Ferec el-İsfehânî

Asıl ismi Ebu’l-Ferec Ali b. el-Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî el-İsfehânî’dir. Hicrî 284 (897) yılında İsfehan’da yahut Bağdat’ta doğdu. Bağdat’ta doğmuş olması daha ağır basan bir görüştür. İlköğrenimini ailesinden gördükten sonra Kûfe’ye gitti. Burada birçok âlimden ders aldıktan sonra Bağdat’a geri döndü. İbn Düreyd, Ebû Bekir el-Enbârî, Ebû Bekir es-Sûlî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abbas el-Yezîdî, Ahfeş el-Asgar, Niftaveyh, Ca‘fer b. Kudâme, İbn Cerîr et-Taberî gibi âlimlerden gramer, lügat, edebiyat, şiir, ensâb, ahbâr, tarih, megâzî, tefsir, hadis, mûsiki, eyyâmü’l-Arab, tıp, baytarlık ve nücûm dersleri aldı. İsfehânî kısa sürede meşhur olunca her taraftan Bağdat’a onun ders ve sohbetlerine katılmak için ilim meraklıları akın ettiler. Onun şöhreti daha çok tarihçiliğinden ve el-Eğani isimli eserinden meydana gelmektedir. Ömrünün sonlarına doğru aklî dengesi bozulmuş ve felç geçirmiştir. Hicrî 356 (967) tarihinde Bağdat’ta vefat etti.[24]

el-Eğani

Emeviler devrinde ve Abbasilerin ilk zamanlarında yaşayan şarkıcı ve bestekârlar ile bunların şarkı ve besteleri kitabın konusunu teşkil eder. Bu hususlarda bilgi verirken şiirlerin vezni, garip kelimeler, şair ve bestekârların hayatı, kimin için bestelendiği gibi hususlara da yer verir. Isfehânî eserini oluştururken yazılı belgelerden, döneminde yaşayan kimselerin veya bizzat kendisinin şahit olduğu olaylardan yararlanmıştır. Kendi şahitlikleri ve dönemin gelenek ve adetlerini aktarması açısından eser büyük önem taşır. İbn Haldun bu eser için “Hiçbir edebiyatçının vazgeçemeyeceği bir şaheserdir.” ifadelerini kullanmıştır.[25]

8. İbn Düreyd

Asıl adı Ebu Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Düreyd el-Ezdî el-Basrî’dir. Hicrî 223 (838) senesinde Basra’da doğmuştur. İbn Düreyd ilk eğitimini amcası Hüseyin b. Düreyd’den Basra’da aldı. Amcasından sonra ilk olarak Ebû Osman el-Üşnandani’nin talebeliğini yaptı. Daha birçok hocadan çeşitli ilimlere dair eğitim aldı. Bazı devlet görevlerinde bulunduktan sonra felç olan İbn Düreyd h. 321 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir. İbn Düreyd’in çok cömert ve hoşgörülü bir kimse olduğu nakledilir. İbn Düreyd’in şiir bilgisi kendisine okunan divanların eksikliklerini tamamlayabilecek dereceye ulaşmıştır. Bu hususiyetinden dolayı kendisi için “âlimlerin en şairi, şairlerin en âlimi” ifadeleri kullanılıştır.[26]

el-İştikâk

Peygamberimiz’in (s.a.v) ve onun Mead b. Adnan’a kadar uzanan soy kütüğündeki özel isimler başta olmak üzere Arap dilindeki birçok şahıs, kabile ve yer adlarının kökenini incelediği eseridir. İbn Düreyd bu kitabını Arapların isimlerinin anlamlarını bilmediklerini ve bu yüzden çocuklarına hayvan isimleri verdiklerini söyleyenlere cevap mahiyetinde telif etmiştir. Eser Arap kabileleri, kabilelerin tarihi ve meşhur kimselere dair önemli bilgiler vermekle birlikte bazı hadis ve şiir yorumlarını da ihtiva etmektedir.[27]


[1] Mustafa Çağrıcı, “Edeb”, DİA, c. X, s. 412.

[2] Çağrıcı, “Edeb”, s.412-413.

[3] Çağrıcı, “Edeb”, s. 413.

[4] Çağrıcı, “Edeb”, s. 413.

[5] Çağrıcı, “Edeb”, s. 414.

[6] İsmail Durmuş, “İbnü’l-Mukaffâ”, DİA, Cilt; 21, s. 130.

[7] Durmuş, “İbnü’l-Mukaffâ”, s. 131.

[8] Ahmet Subhi Furat, Arap Edebiyatı Tarihi – Başlangıçtan 16. Asra Kadar, İstanbul Ünv. Yayınları, İstanbul, 1996, s. 224.

[9] Durmuş, “İbnü’l-Mukaffâ”, s. 133.

[10] Durmuş, “İbnü’l-Mukaffâ”, s. 133.

[11] Ramazan Şeşen, “Câhız”, DİA, Cilt; 7, s. 20.

[12] Furat, Arap Edebiyatı Tarihi – Başlangıçtan 16. Asra Kadar, s. 228-229.

[13] Hüseyin Yazıcı, “İbn Kuteybe”, DİA, c. 20, s. 145.

[14] Yazıcı, “İbn Kuteybe”, s. 147.

[15] Furat, Arap Edebiyatı Tarihi – Başlangıçtan 16. Asra Kadar, s. 231.

[16] Furat, Arap Edebiyatı Tarihi – Başlangıçtan 16. Asra Kadar, s. 232.

[17] İsmail Durmuş, “Müberred”, DİA, c. 31, s. 432.

[18] Durmuş, “Müberred”, s. 433.

[19] Mustafa Muhammed eş-Şek’a, “İbn Abdürabbih”, DİA, c. 19, s. 281.

[20] eş-Şek’a, “İbn Abdürabbih”, s. 282.

[21] eş-Şek’a, “İbn Abdürabbih”, s. 282-283.

[22] Hüseyin Elmalı, “Kalî”, DİA, Cilt; 24, s. 259-260.

[23] Elmalı, “Kalî”, s. 260.

[24] Hulusi Kılıç, “Ebü’l-Ferec el-İsfahânî”, DİA, Cilt; 10, s. 316-317.

[25] Hulusi, “Ebü’l-Ferec el-İsfahânî”, s. 317.

[26] Nasuhi Ünal Karaarslan, “İbn Düreyd”, DİA, Cilt; 19, 416-417.

[27] Karaarslan, “İbn Düreyd”, s. 418.