İçeriğe geç
Anasayfa » İSLAM’DA UHUVVET (İslam Kardeşliği)-2

İSLAM’DA UHUVVET (İslam Kardeşliği)-2

Muhabbetin meydana gelmesine tesir eden asıl sebep, varlıklar arasındaki müşterek vasıflardır. Bu müşterek vasıflar varlıklar arasında fiziken ve ruhen ne kadar fazla ve kuvvetli ise, muhabbet de o oranda fazla ve kuvvetli; eksildikçe de o nispette zayıf ve az olur.

Her varlık, nasıl yaratanına mahlûk olma bağı ile irtibatlı ise, yaratılmaya asıl sebep de muhabbet-i ilahînin varlıklara, yaratmadan önceki taallukudur. Mahlûkatın yaratılmasına asıl sebep bu muhabbettir. Eğer muhabbet-i ilahî taalluk etmeseydi kâinatta tek bir zerre bile var olmazdı. Mademki varlığımızın asıl sebebi muhabbettir. Bunu korumak, devam ettirmek de bizim kulluk vazifemizin özüdür. Onun için derviş Yunus’un, “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” sözü bundan dolayıdır.

Varlıklara baktığımızda her varlık hemcinsiyle ünsiyet eder. İnsanlar ve hayvanlar arasında genel olarak durum böyledir. Aynı cinsten hayvanların birbirleriyle, insanlardan aynı dili konuşan aynı mekânı paylaşan ve aynı ortak değerlere inananlar ekseriya birbirleriyle daha iyi ünsiyet ve ülfet ederler. İnsanların aynı meslekten olanlarını, bu müşterek taraflarından dolayı birbirleriyle daha kolay, daha iyi kaynaşmakta olduklarını görürüz. İnsan olarak yaratılışı aynı olan Müslümanların aralarındaki muhabbeti artırmaları için, müşterek oldukları manevî taraflarını artırmaları gerekir.

Muhabbet ve nefreti meydana getiren iki türlü sebep vardır. 1-Ana sebepler. 2-Tâlî sebepler.

A-Muhabbeti Meydana Getiren Ana Sebepler

1- İman Birliği

İnsanlar arasındaki kardeşliğin ahirette kendilerine fayda vermesi için, bunun Allah Teâlâ’nın rızasına dayanması lazımdır. Allah Teâlâ’nın rızasına dayanan kardeşlik de ancak Allah’a, onun Rasûlüne ve Allah’ın dini olan İslam’a iman ile mümkündür. “Bir kul kalbi ile Allah’a yönelirse, Allah da iman ehlinin gönülleri ile ona yönelir. Allah’a yönelen kişi de diğer insanların sevgi ve merhametiyle rızıklandırılır.”[1] Bu vesile ile insanlar arasında meydana gelen bu muhabbet, iman ve amel-i salih sayesinde olur ve bu temel muhabbet başka bir sebebe ihtiyaç kalmadan meydana gelir.

“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz..”[2] Bu duruma göre ülfetin, muhabbetin ve İslam kardeşliğinin temeli imana bağlıdır. İman olmadan ne ülfet olur ne de kardeşlik.

Rasûlullah (s.a.v), hiçbir gölgenin olmadığı, sadece Allah Teâlâ’nın arşının gölgesinin olduğu ahiret gününde, yedi sınıf insansın gölgeleneceğini, bunlardan birinin de, Allah için birbirini severek bir araya gelen ve Allah için birbirini severek ayrılan iki kişi olduğunu beyan etmişlerdir.[3]

Bu işte sadece Allah Teâlâ’ya iman kâfi olmayıp rasûllerine de iman şarttır. “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (iman hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirlerinden ayırmak isteyip -Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız-diyenler ve (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte bunlar gerçek kâfirlerdir ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”[4]

Onların kendi kanaatlerine göre Allah’a iman yeterlidir. Dolayısıyla rasûllerin bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamak imana zarar vermez. “Allah Teâlâ’ya iman ayrı, rasûllere iman ayrıdır.” derler. Hâlbuki bu ayet-i kerimeye göre rasûllerden bazısını inkâr, Allah Teâlâ’yı ve rasûllerin tamamı inkâr gibidir. Çünkü Allah’a iman, rasûllere iman ile tamamlanır. İman birliğinin esası imana ait olan şartların tamamının bulunmasıdır. Ve bu iman parçalanmaz bir bütündür.

Müslümanlar ırkçılığa, kendi aralarında mezhep, cemaat ve tarikat yayıcılığına düşmeden, İslam’ın sınırları içerisinde olmaları kaydı şartıyla, birbirlerinin mezhep, cemaat ve tarikatına karışmamalı, birbirlerini dinde kardeş bilmelidirler. İslam ittihadını sağlamak, düşmanlarına karşı birbirlerini korumak, aralarında şefkat ve merhameti yaygınlaştırıp kimseyi hâmîsiz ve sahipsiz bırakmamak, Müslümanlara huzur içerisinde yaşanabilir bir dünya sağlamak her Müslümanın vazifesidir.

Bugün menfaatlerin, ırkçılığın, mezhep, cemaat ve tarikat taassubunun gönüllerde Allah’a imandan, Müslümanlara muhabbetten fazla yer tutması, İslam’a yapılan en büyük ihanettir. Durumu bu olanların derdi, tâbî oldukları gurubu ve liderini putlaştırmaktan başka bir şey değildir. Menfaatlerini putlaştırılmakta, zararlarını ise bunun tersinde gören liderler İslam’a en büyük zararı vermektedirler.

Halbuki “Mü’minler ancak kardeş-tirler.”[5] ayet-i kerimesi, inanıp teslim olan mü’minleri bir sevgi yumağı haline getirmiştir. Rasûlullah (s.a.v): “Mü’minler birbirlerini sevmede, acımada ve şefkat etmede bir vücut gibidirler. Şayet onun organlarından biri herhangi bir hastalıktan şikâyet ederse, vücudun kalanı o hastalıktan uykusuzlukla, ateşle muzdarip olur.”[6] buyurmuştur. Bu, İslam tarihinde dünyayı hayran bırakacak bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu ancak onların imanları sayesinde olmuştur. Mekke-i Mükerreme’den,  Medine-i Münevvere’ye hicret eden muhacirleri, Medineli Müslümanlar can kardeşi bilip onlarla her şeylerini paylaştılar. Dünya tarihinde bunun bir başka örneğini görmek mümkün değildir. Bugünün Müslümanları geri dönüp bu olayı görmeli, ona göre de bugün kendi aralarındaki kardeşliğin, muhabbetin ve İslamî derinliğin seviyesini sorgulamalı ve gözden geçirmelidir. Herkes kendini Kur’an ve Sünnetin kantarıyla tartmalıdır.

Rasûlullah (s.a.v): “Yiyecekleri üzerine yiyiciler (aç kurtlar)ın çöktüğü gibi, (birleşmiş) milletlerin sizin üzerinize çökmesi yakındır. Denildi ki, (bu Müslümanların) azlığından mı olacak. Buyurdu ki: Hayır. Selin üzerindeki köpük gibi kalplerinize zayıflık çöker. Düşmanlarınızın gönlünden (sizin) korkunuz çekilir. Bu, dünyaya olan muhabbetiniz ve ölümü kötü görmenizden dolayı olur.”[7] buyurmuştur. Zamanımızdaki Müslümanların, rüzgârın önündeki saman çöpü gibi, kâfirlerin önünde savrulmaları; hor, hakir, zelil ve perişan olmaları, İslamî bir derinlik ve ağırlıklarının olmayışından, Allah için olması gereken muhabbetin, yer değiştirerek dünyaya çevrilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

2-Salih Ameller

İlahî muhabbeti ve kardeşlik bağını meydana getiren ikinci ana sebep salih amellerdir.

“İman edip salih (şerîate uygun) amel işleyenler için Rahmân, onlara (kendine ve birbirlerine karşı gönüllerinde) sevgi yaratır.”[8] İman edip salih amel işleyen kişilerin sevgisini Allah Teâlâ yer ve gök ehlinin gönlünde iman ve amel-i salihin dışında herhangi bir sebebe ihtiyaç kalmadan yaratır. Onlar da birbirlerini Allah (c.c)’ın gönüllerinde yarattığı bu sevgi ile severler.

İşin temeli budur. Bir hadis-i Kutside Allahu Teâlâ “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse bende ona harp ilan ederim. Kulum ona farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şey ile bana yaklaşamaz. Sonra kulum bana nafilelerle yakınlaşmaya devam ederse, onu severim. Onu sevdiğim zaman onun duyduğu kulağı, kendisiyle gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum… buyurdu”[9]

Rasûlüllah (s.a.v) de: “Allah Teâlâ bir kulu sevince, Cebrail’i çağırır, ben filanca kulumu seviyorum sen de onu sev, der. Cebrail de onu sever ve semâda seslenerek şöyle der: Allah (c.c) filanca kulunu seviyor siz de onu seviniz, der. Sonra semâ ehli (olan melekler)  o kulu severler. Sonra yeryüzünde olanlara da o kula (sevgiyle) kabul konulur.”[10] buyurdu.

Allah Teâlâ’nın dostluğu da ancak kâmil bir iman ve Salih amellerle hâsıl olur. Bunun bir başka yolu yoktur.

Allah Teâlâ’nın rızasına ulaşan her salih amel, ondan muhabbet karşılığı ile sahibine geri döner. Ameller dergâh-ı ilahîde kabul mevkiinde olurken, bundan ortaya çıkan muhabbet kulun, meleklerin, Müslümanların,  diğer insanların, hatta diğer mahlûkların varlık dünyasına karışır.

Efendimiz(s.a.v)’e, sahabe-i kirâmın “Anam-babam sana feda olsun” sözleri, Mekke vadisindeki taşların selâm vermesi, üzerinde hutbe okuduğu kütüğün ondan firak derdiyle inlediği hep bu sebeplerden dolayıdır.

3- Güzel Ahlak

Müslümanların çevreleriyle güzel geçinme, birbirleriyle özel dostluk ve kardeşlik kurmalarına vesile olan hususlardan biri de güzel ahlaktır.

“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel iş yapanları sever.”[11]

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Allah’ın indinde mekârim-i ahlak (üstün ahlaklar) üçtür. Sana zulmedeni affedersin. Sana vermeyene verirsin. Seninle irtibatı kesene ulaşırsın.”[12]

İman ve salih amelin neticesi güzel ahlaktır. Güzel ahlakın neticesi de muhabbet-i ilahîdir. Bu şundan dolayıdır: Kul, mekârim-i ahlak ile Allah Teâlâ’nın ahlakıyla ahlaklanmaya başlayınca, kurbiyet-i ilahî ortaya çıkar. Bu yakınlık, ahlak ne kadar güzel ise o derece fazladır.

Bu güzel ahlak sayesinde insanlar birbirlerini sever, birbirlerine şefkat ve merhamet ederler. Bu sayede insanlar birbirlerine karşı fedakârlıkta bulunur, kusurlarını görmez, kendine zulmedilse de bağışlamasını bilir, öfkesine hâkim olurlar. Kendisini mahrum bırakana aynı şekilde karşılık vermez. Bilakis güzel ahlak sahibi, dünyevî herhangi bir menfaat beklemeksizin vererek fedakârlığa devam eder. Başkaları onunla irtibatı kesse de, o irtibat ve alakayı kesmez, devam ettirir.

Cenab-ı Hakk: “İyilikle kötülük eşit değildir. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde (iyilikle) sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık olan (sana) sıcak bir dost gibi olur. Buna ancak sabredenler ulaştırılır. Buna büyük pay sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.”[13] Böylece güzel ahlakla gönüller fethedilir. Müslümanlar kendi aralarındaki iyi münasebetleri bununla kurar ve bununla korurlar. Ünsiyet ve ülfet de bundan doğar. Hakikî şefkat ve merhamet ancak güzel ahlak sayesinde ortaya çıkar. Böyle davranmakla kötülük yapanların yaktığı öfke ateşi söner. Onların da kurtulmasına vesile olunur. Belki de kader-i ilahî, o kötülük ateşini yakmak isteyen kişiyi böyle kötü davranmaya sevk ederek, ona karşı iyi muamele edenle kurtarmak istemiştir. “Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi…”[14] Kendisine karşı kötülük yapılan kişi zulmedilen değil, kendisine kurtarıcılık vazifesi verilmiş birisidir. Unutmayalım ki, bu âlem fedakâr ve vefakâr böyle insanların çileli omuzlarında yaşamaya devam etmektedir. Bu hareket karşısında kötü de olsalar Müslümanların gönlü kazanılır. Müslüman olmayan diğer insanların da gönüllerinin fethedilip onlarında İslam ile tanışmalarına, sonunda küfürden kurtulup Hakk’ın sevgili birer kulu olmalarına vesile olunur. “Senin elinle bir adama Allah’ın hidayet etmesi, üzerine güneşin doğup battığı şeylerden daha hayırlıdır.”[15]

Başta devlet, dilde himmet,
elde fırsat vâr iken

Tut elinden düşmüşlerin sana saadet yâr iken

Kimseye bâkî değildir mülk ü devlet sim ü zer

Bir harap olmuş gönül tamir etmektir hüner.

Müminlerin imanları ne kadar kuvvetli ve yakînleri ne kadar fazla, salih amelleri ne kadar sağlam, ahlakları ne kadar olgun ise, sevgi ve kardeşlikleri de o nispette kuvvetli ve sağlam olur. İmanları ne kadar zayıf, yakînleri ne kadar az, amelleri ne kadar noksan, ahlakları ne kadar bozuk olursa, birbirlerine karşı sevgileri ve kardeşlikleri de o nispette zayıf olur.

İman çekirdeği kalp arazisine atılıp salih amel suyu ile sulanınca büyüyüp, mekârim-i ahlak halini alır ve meyve vermeğe başlar. Onun meyvesi de, Allah’ın muhabbeti, enbiyânın muhabbeti, meleklerin, evliyânın, esfiyânın, şühedânın ve bütün müminlerin muhabbetidir.

İki insan iyi olurlarsa aralarında, kavga ve niza olmadan, birbirleriyle anlaşır giderler. Eğer biri iyi, diğeri kötü huylu olursa, iyi huylu olan sabreder ve yine kavga, niza olmaz. Ama ikisi de kötü huylu olursa kavga da, niza da o zaman başlar. Bundan anlaşılan odur ki: biri ile lüzumsuz yere çekişiyorsan kötünün birinin de kendin olduğunu sakın aklından çıkarma.

Müslüman çevresindeki insanlarla, kardeşleriyle, iş ve meslek arkadaşlarıyla, akran, dost ve komşularıyla iyi geçinmek, onlara karşı güler yüzlü tatlı dilli olmak, ayıplarını kusurlarını görmemek, gerekirse onların işledikleri kusurlarına hüsn-i zann ederek mazeret bulmak zorundadır. Hamdün Kassar diye İslam büyüklerinden biri, “Kardeşlerinizden biri bir hata işlediğinde onu görmemek için yetmiş tane bahane arayın. Eğer kalbiniz bir Müslüman için ortaya çıkan yetmiş tane mazereti kabul etmiyorsa, biliniz ki, hatalı sizin nefsinizdir.”[16] İbni Mazin de: “Mümin, kardeşlerinin hatalarını görmemek için bahane arar. Münafık ise onların tökezlemelerini ister.”[17] demiştir.

Müslüman bu ahlâkî olgunluğa ulaşınca muhabbet ve uhuvvet damarları aktif hale gelir. Hayatın bütün kademelerinde böyle kişinin faaliyetleri kardeşlik ve dostluğu imar eder. Rasûlullah (s.a.v)’ın mübarek eşlerinden Ümmü Habîbe (r.a): “Ya Rasûlallah, bizden bir kadının iki eşi oluyor, sonra ölüyor ve iki eşi ile birlikte cennete gidiyor. Bu kadın bunlardan hangisine, öncekine mi sonrakine mi ait olur. diye sorunca, Rasûlallah: “Dünyada ahlakı güzel olanı cennette eş olarak seçer. Yâ Ümmü Habîbe, güzel ahlak sahibi olanlar dünya ve ahiretin hayırlarıyla gittiler.” diye cevap verir.[18]

B-  Nefreti Meydana Getiren Ana Sebepler

1-Şirk

İman ve salih ameller nasıl muhabbetin temel sebebi ise; inkâr, şirk ve isyan da ayrılığın, nefretin ve düşmanlığın ana sebebidir.

İmandan mahrumiyet nefreti ve düşmanlığı muciptir. Çünkü imansızlık necaset gibidir. Cenab-ı Hak: “Müşrikler ancak necistirler, onları Mescid-i Harâm’a yaklaştırmayın.”[19] Allah’ın indinde kıymeti olan Mescid-i Harama necasetlerinden dolayı yaklaştırılmamaları isteniyorsa, Kâbe’den dört defa daha kıymeti olan bir müminin gönül dünyasının[20] onların sevgisiyle kirlendirilmemesi daha da mühimdir. Bu sebepten dolayıdır ki İbrahim aleyhisselam ve onunla inananlar hakkında Cenab-ı Hakk: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz tek bir Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve öfke ortaya çıkmıştır…’[21] buyurmuştur.

İbrahim aleyhisselam ve onunla beraber bulunanların örnek alınacak yanı, gönüllerini müşriklerin muhabbetinden, dostluklarını onlara olan samimiyetten ayırmalarıdır. Burada verilmek istenen ders şudur. Tek Allah’a iman etmek suretiyle içinde bulunduğunuz şirki terk ederseniz; o zaman düşmanlıklarınız dostluğa, öfkeleriniz sevgiye, nefretleriniz aşk ve sevdaya, yalnızlığınız yakınlık, ülfet ve ünsiyete dönüşür.  Ayet-i kerime’de imansızlık nefreti mucip düşmanlık olarak gösterilirken, Müslümanlar arasında ortak paydanın iman ve onlar arasındaki zıddiyetin ise şirk olduğu anlatılmıştır.

“İşte o zaman kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, önceden aralarında var olan (muhabbet ve menfaat) bağları, sonunda kopup parçalanmıştır.”[22]

2-Günahlar

Müslümanları birbirinden uzaklaştıran, aralarındaki muhabbetin kesilmesine sebep olan sebeplerden biri de günahlardır. “İki kişi birbirlerini severken ayrılığa düşmeleri, onlardan birisinin işlediği bir günah sebebiyledir.”[23] Bugünkü toplum hayatına bakıldığında, birbirlerinin derdiyle dertlenen, içine düştükleri sıkıntılara beraber göğüs geren samimi Müslümanların yerini, birbirlerinden habersiz, hatır gönül bilmeyen kuru kalabalıklar almıştır. Aynı apartmanda kaldıkları halde kimsesiz ölen komşusunu ancak koktuktan sonra duyarak polise haber veren insan tipleri türemiştir.

Bütün bunlar, inançların zayıflamasından, nurânî muhabbet damarlarının günahlarla kirlenmesinden ve kesilmesinden dolayı olmuştur. Günahlar, Müslümanlar arasındaki muhabbet damarlarını kesen birer bıçak, sıcak kardeşlik ilişkilerini soğutan birer buz, Müslümanları birbirlerine yabancılaştırmaktan başka kârı olmayan bir belâdır.

3- Kötü Ahlak

Günlük hayatta herkes şuna şahit olmuştur: Kötü ahlak sahibi kişi ile yakınları dahi ünsiyet edemez. Onunla uyuşamaz. Sirkenin balı bozduğu gibi, öfke de -ki bu kötü ahlakların başıdır- kişiyi öyle ifsâd eder.

Rasûlullah (s.a.v): “Ey Allah’ım! İhtilaftan (uyumsuzluktan), nifak ve kötü ahlaktan sana sığınırım.” diye Allah Teâlâ’ya sığınmıştır.[24] Yine Rasûlullah (s.a.v): “Her günahın tevbesi vardır. Ancak kötü ahlak sahibinin tevbesi yoktur. Çünkü o günahtan tevbe etmez. Şayet tevbe ederse daha kötüsüne batar… İki haslet (nitelik) vardır ki, onlar müminde toplanmaz, bunlardan biri cimrilik ötekisi de kötü ahlaktır.”[25]

Güzel ahlak nasıl dostluğun harcı ve tutkalı ise, kötü ahlak da tam tersine dostluğun, kardeşliğin, muhabbet ve sevginin yok edilmesine, âlemin fesadına, kanların dökülmesine, ırz ve namusların kirletilmesine sebeptir. Bunun içindir ki: kötü ahlak şeriatin sahibi tarafından zemmedilmiştir.

Ey dil  bu yeter iki cihanda sana: iz`an
Hakkı bulamaz, batılı terk etmeyen insan.

Bundan sonra muhabbet ve nefreti meydana getiren tali sebepleri inşallah işleyeceğiz.

Ve âhiru da’vânâ eni’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn.

[1]   İbn-i Kesîr, 5-269.

[2]   Al-i İmran, 103.

[3]   Tirmizi, 4-598.

[4]   Nisâ, 150-151.

[5]   Hucurât, 10.

[6]   Müslim, 8-20.

[7]   Camiu’l-ehâdîs, 24-281.

[8]   Meryem, 96.

[9]   Buharî, 21-392.

[10] Müslim, 8-40.

[11] Al-i İmran, 134.

[12] Râmûz, 394.

[13] Fussilet, 34-35.

[14] Al-i İmran, 159.

[15] Taberanî, Mucem, 1-135.

[16] a.g.e.

[17] Beyhakî, Şuabü’l-imân, 13-504.

[18] Mucem-i Kebîr, 23-222.

[19] Tevbe, 28.

[20] Taberanî, Mucem, 9-250.

[21] Mümtehine, 4.

[22] Bakara, 166.

[23] Müsned-i Ahmed, 9-259.

[24] Dürrü’l-mensûr, 2-324.

[25] Sübülü’s-selâm, 7-184,185.