İçeriğe geç
Anasayfa » İSLÂM’DA UHUVVET (İslâm Kardeşliği)

İSLÂM’DA UHUVVET (İslâm Kardeşliği)

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de mü’minleri kardeş olarak ilan etmiştir. “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki; esirgenesiniz.”[1] Rasûlullah (s.a.v) da, “…Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”[2] emrinde bulunmuştur. Mü’minleri kardeş ilan eden Allah Teâlâ, kardeş olmalarını emredense Rasûlullah (s.a.v)’tır.

Müslümanlar kendilerine yüklenen bu sorumluluğu ve birbirleri üzerindeki haklarını öncelikle öğrenmeleri, kendi aralarındaki ahlâki, hukuki ve sosyal ilişkilerin neler olduğunu ve nasıl yerine getirmeleri gerektiğini bilmeleri lazımdır ki; Allah’a karşı olan bu vazifelerini yerine getirmiş olalar. Aksi halde bu sorumluluktan kurtulamazlar.

Allah Teâlâ’nın bize yüklediği bu kardeşlik nesep kardeşliğinden daha ileridir. Nesepten olan kardeşlik din muhalefetiyle sona erer. Ama din kardeşliği soy farklılığı ile kesilip sona ermez.  İslam kardeşliği sona erince nesep kardeşliğine artık itibar edilmez. Ölen bir Müslüman’ın başka veresesi olmasa da sadece nesepten kâfir bir kardeşi olsa bile malı kâfir kardeşine değil Müslümanlara kalır. Çünkü mü’minler saadet hayatının tek temeli olan imana mensupturlar.

Mü’minler ancak kardeştirler, ayetinde kardeşlik hasr (çerçeveleme) edatı olan innema ile vurgulanmıştır. Bu da şu demektir. Kardeşlik sadece mü’minler arasında olur. Mü’minle kâfir arasında asla olmaz. Küfür ayrılığı, iman ise ittihadı gerektirir.

Rasûlullah (s.a.v), “Mü’minler birbirlerini sevmede, acımada ve şefkat etmede bir vücut gibidirler. Şayet onun organlarından biri herhangi bir hastalıktan şikâyet ederse, vücudun kalanı o hastalıktan uykusuzlukla, ateşle muzdarip olur.”[3]  Cüneyd Bağdadî Hazretlerine gerçek kardeşten sorulduğunda, “Gerçekte sen o’sun, ancak o surette senden başkadır.”[4] diye cevap vermiştir.

İnsanın Allah İndindeki Kıymeti

İnsanların kendi kıymetlerini anlamaları için, Allah indindeki kıymetlerini bilmeleri lazımdır.

Bir defa kâfir olsun Müslüman olsun, herkes bu âlemin yaratıcısının iradesi ile var olmuştur. O eşsiz yaratıcı bizim gibi birisinin yaratılmasını murad etmiş ve yaratmıştır. Biz kimiz, Allah kim? Bu ne kadar büyük bir şereftir ki; yaratılma şerefine nail olmuşuz, Sübhanallah. Cansız olan varlıklar bile yaratılmayanlara nispetle, velev ki bu taş olsun, yaratılmış olmanın hazzını bulmuştur. Çünkü yok olana nispetle var olmak tasavvur dahi edilemeyecek kadar çok büyük bir nimettir. Yok değil varız. Varlığın cemadat (cansız), nebatat (bitki), hayvanat, kademelerinden ileride hulasa-i kâinat (varlığın özü) olan insan olarak var edilmişiz. İnsan için bundan daha büyük bir nimet düşünülemez. Bu ikram ve taltifinden dolayı sahibimize sonsuz şükürler ve hamdler olsun. Yaratılışının gayesi, yaratanını tanıyıp ona kul olmakken, onu tanımayan, varlık cevherini çöpe atıp inkâr vadilerinde dolaşan insana da yazıklar olsun binlerce kez yazıklar olsun.

Ey İnsan! Sen çok kıymetlisin ve çok şereflisin. Bu kıymet ve şerefinden dolayıdır ki; Allah Teâlâ bir insanı öldürenin bütün insanları öldürmüş, ihya edeninse bütün insanları diriltmiş olacağını duyurmuştur. “Kim yeryüzündeki hak düzeni bozmanın ve cana karşı can kısasının dışında bir canı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur.”[5] Öyle ise inkârı bırak. Rabbini tanı, Allah’ın ipine sarıl ve Müslümanlarla kardeş olmanın şerefini yaşa.

Biz Müslümanlar ise gözümüzü açmışız, haberimiz bile olmadan Müslüman bir ana ve babadan gelmenin avantajı ile kendimizi İslam nimetinin içinde bulmuşuz. Bayburtlu İrşadî’nın dediği gibi,

Nasara ve Mecusi edeydi.

Aba u ceddimiz öyle gideydi.

Onlar geçip nöbet bize geleydi.

Hakkı bilip gelir miydik imana.

Allah Teâlâ bizi Müslüman bir ana babadan dünyaya getirdiğinden dolayı, Ona nihayetsiz olarak hamdolsun.

Müslüman’ın Allah İndinde Kıymeti

Yaratılış gayesini anlayan mü’min-lerin kıymeti, kâfirlerinkine hiç benzemez. Bundan dolayı, Allah Teâlâ, helal sayarak kasten bir mü’mini öldürenin ebedî cehennemlik olduğunu duyurmuştur. “Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”[6]

Rasûlullah (s.a.v), “Bütün yer ve gök ehli bir Müslüman’ın öldürülmesine ortak olsa, Allah onların hepsini yüz üstü cehenneme atar.”[7]  Yine Rasûlullah (s.a.v), “Bir Müslüman’ın ölmesine yarım kelime ile dahi olsun yardım eden, kıyamet günü -Allah’ın rahmetinden umudu kesilmiştir- diye alnında yazılı olarak, Allah’a ulaşır.”[8]

Yedi kat yerleri, yedi kat gökleri ve bunların içerisinde olanları Cenab-ı Hak, bir Müslüman’ın hatırına ve onun varlığı sebebiyle ayakta tutar. Eğer bu âlemde iman ehli bir insan olmazsa, Allah bu âlemi yaşatmaz. “Yeryüzünde Allah Allah diyen mü’min kaldıkça kıyamet kopmaz.”[9] Bu şu demektir: Bu âlemin varlığının devamı ancak mü’minler sayesindedir. Yeryüzünde Müslüman kalmadığında Allah Teâlâ bu âlemi yıkacaktır.

Ve yine bir Mü’min bazı meleklerden, yeryüzündeki Allah’ın evi olan Kâbe’den, hacerü’l esved’den daha kıymetli daha şereflidir. İbn Abbas der ki: Bir gün Rasûlullah (s.a.v) “Kâbe’ye baktı ve şöyle dedi. Allah’tan başka ilah yoktur, sen ne temizsin, kokun ne temiz ve senin hürmetin ne kadar büyüktür. Mü’min ise hürmet bakımından senden daha büyüktür. Allah Teâlâ seni harem yaptı. Mü’minin ise malını, kanını, şerefini ve ona kötü zanda bulunmayı haram yaptı.”[10] Kâbe’nin bir haramiyetine karşı mü’minin dört kat haramiyeti bildirilmiş ki; bunlar da, mü’minin malı, kanı, şeref ve namusuyla, ona kötü zanda bulunmak haram kılınmıştır. Ve yine Rasûlullah (s.a.v) “Ya Kâbe senin kokun ne kadar güzel, Ya hacerü’l esved (ey siyah taş) senin hakkın ne kadar büyüktür. Allah’a yemin olsun ki; Müslüman hak bakımından sizin ikinizden daha büyüktür.”[11]

Kâbe’yi cansız taşlardan örüp bina eden Halil İbrahim ve İsmail aleyhimesselamlardır. Ama insanı yaratan, bir mü’min olarak insanı kendisine sevgili ve dost kılan ise Allah Teâlâ’dır. Ebetteki Allah’ın yarattığı ile insanın inşa edip yaptığı bir birine eşit olmaz. Allah’ın kelamı ile kulların kelamı arasındaki fark ne ise, Allah’ın yarattığı ile kulların yaptığı arasındaki farkta aynısıdır.

Rasûlullah (s.a.v), “Bir Müslüman’a eziyet eden muhakkak bana eziyet etmiş ve bana eziyet eden de muhakkak Allah’a eziyet etmiş demektir.”[12]

Kardeşlerinizi iman ile kabul edip ancak kâfir olmaları halinde reddediniz. Allah Teâlâ bu ikisi arasındaki günahları kendi iradesine bağladı. “Allah kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışındaki (günah)ları dilediği kişiden affeder.”[13] buyurdu. Bu ayetten anlaşılan mü’min ne kadar günahkâr olsa da, o Müslümanların kardeşidir. Ona zulmedemez, onu yardımsız bırakamaz. Onunla irtibatı kesemez. Rasûlullah (s.a.v) “Kardeşin zalimse de, mazlumsa da olsa ona yardım et.” dedi. Bir adam “Ey Allah’ın Rasûlü mazlum olduğu zaman yardım edeyim ama zalim ise nasıl yardım edebilirim.” deyince, “Onun zulmüne engel olursun, işte bu ona yardım etmektir.” buyurdu.”[14]

Hz. Ömer efendimizin oğlu Abdullah der ki: Bir adam Rasûlullah (s.a.v) gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü, insanların Allah Teâlâ’ya en sevgilisi kimdir. Ve hangi amel Allah Teâlâ’ya daha sevimlidir.” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v), “İnsanların Allah Teâlâ’ya en sevgilisi, insanlara en çok faydalı olanıdır. Allah Teâlâ’ya amellerin en sevgilisi ise, Müslüman’ın gönlüne soktuğun sevinç veya ondan gevşettiğin bir darlık, onun namına ödediğin borç veya ondan giderdiğin bir açlıktır. Kardeşimle onun bir ihtiyacını karşılamak için gitmem, benim şu mescidimde bir aylık itikâftan bana daha sevimlidir. Öfkesini yenenin Allah ayıplarını örter. İcra etmeye gücü yettiği halde Kızgınlığını yenenin, kıyamet gününde Allah Teâlâ kalbini umutla doldurur. Bir ihtiyaç için kardeşiyle gidip o ihtiyacı karşılayanın, ayakların kaydığı günde Allah ayaklarını sabit kılar.”[15]

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez, onu yermez ona küfretmez, kim Müslüman kardeşinin ihtiyacında ise Allah (c.c) da onun ihtiyacında olur. Kim Müslüman kardeşinin bir darlığını giderirse Allah (c.c) da onun kıyamet günü darlıklarından bir darlığı giderir. Kim bir Mü’minin kusurunu örterse Allah (c.c) da kıyamet günü onun kusurlarını örter.”[16]

Yukarıda verilen ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılan;

Bir mü’minin kanını helal sayarak kasten öldüren ebedi cehennemliktir.

Bir mü’minin öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir.

Bir mü’min yedi kat göklerden ve yelerle içerisinde olanlardan daha kıymetlidir.

Mü’min bir kısım meleklerden, Kâbe’den, Hacerü’l Esvet’ten daha hayırlıdır.

Mü’mine eziyet eden Rasûlullah’a, sonunda Allah’a eziyet etmiş olur.

Bir mü’mini sevindiren Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz hazretlerini sevindirmiş olur.

Mü’min kardeşine ihtiyacı olan hususta yardım etmek, Medine’deki Mescid-i Nebevi’de bir aylık itikâftan daha hayırlıdır.

Mü’min günahından dolayı İslam kardeşliğinin dışında tutulamaz ve Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından mahrum bırakılamaz.

Bir Mü’minin Diğer Mü’min Üzerindeki Hakları:

Bir insan iman edip Kelime-i Şehadeti getirdikten sonra veya İslam toplumunun Müslüman bir ferdi olarak bulunmaya devam ettiği müddetçe bunların birbirlerine karşı bir takım hakları tahakkuk eder. Bu haklar manevî sorumluluğu beraberinde bulundurur. Allah’a imanın ilanı olan kelime-i şehadet, aynı zamanda Müslümanlar arasında bir kardeşlik ve dayanışma sözleşmesi meydana getirir. Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakları da otomatikman bu sözleşme ile gerçekleşir.

Rasûlullah (s.a.v), “Müslüman’ın Müslüman üzerinde altı hakkı vardır buyurmuş”, onlar nedir Ya Rasûlallah, diye sorulduğunda, “Karşılaştığında selam ver. Davet ettiğinde, davetine uy. Nasihat isterse ona nasihat et. Aksırdığı zaman Elhamdülillah derse, yerhamükellah de. Hastalanırsa ziyaretine git. Öldüğü zaman cenazesine katıl.”[17] Taberani’nin Mu’ceminde, Ebu Eyyub el-Ensarî tarikiyle gelen hadis-i şerifte ise, bu hakların her bir tanesi vacip olarak nakledilmiş, bunlardan birini terk eden, Müslüman kardeşinin kendi üzerindeki vacip haklarından birini terk etmiş olur,[18] denmiştir.

Müslümanların birbirlerine karşı olan bu haklarını, yerine getirebilmeleri için birbirlerini sevmeleri ve birbirlerinden nefret etmemeleri lazımdır. Birbirlerini sevmeleri lazımdır çünkü seven sevdiğinde kusur göremez, aralarındaki bu muhabbet kardeşinin kusurlarına karşı perde olur. Böyle olunca da kardeşine karşı fedakârlık yapmayı kendisi için vazife bilir ve canla başla yardımına koşar. Birbirlerinden nefret etmemeleri lazımdır. Çünkü bir insan nefret ettiği biri için asla fedakârlık yapıp öz veride bulunamaz.

Müslümanlar birbirlerinin yar ve yardımcıları olmaları, birbirlerini sıcak bir dost, samimi bir kardeş olarak kabul etmeleri inandıkları İslam’ın gereğidir. Çünkü Müslümanlar birbirlerinin dertleriyle dertlenmek, tasalarıyla tasalanmak, sevinçleriyle sevinmek zorundadırlar. Müslümanlar arasında dayanışmanın, yardımlaşmanın, dünya hayatında saadet bulmaları, Allah Teâlâ’nın rızasına ulaşmalarının yolu, onların birbirlerini sevmelerinden geçmektedir. Bu muhabbet onların birbirleriyle kenetlenmeleri için harç ve tutkal mesabesindedir. Bunun için onların arasında, muhabbeti gerektiren hususların bilinip yerine getirilmesi, nefreti mucip olan hususların bilinip onlarda kaçınılması lazımdır.

[1]  Hücürat, 49/10.

[2]  Müslim, 8/10.

[3]  Müslim,8/20.

[4]  Sülemi, 2/262.

[5]  Maide, 5/32.

[6]  Nisa, 4/93.

[7]  Ramuzu’l Ehâdis, 355.

[8]  Beyhaki, 8/22.

[9]  Müslim, 1/91.

[10]  Mucem Taberani, 9/250.

[11]  Cemu’l Cevami, Suyuti, 23/378.

[12]  Ramuzu’l Ehâdis, 395.

[13]  Nisa, 4/48.

[14]  Buhari, 23/66.

[15]  Mecmau’l Kebir, Taberani, 12/453.

[16]  Ahmed ibn Hanbel, 12/307.

[17]  Ahmed ibn Hanbel, 19/111.

[18]  Mucem-i Kebir, Taberani, 4/180.