İçeriğe geç
Anasayfa » İslâm’ın İç Dinamizmi ve Hayatı Emr-i bi’l-Maruf ve Nehy-i ani’l-Münker

İslâm’ın İç Dinamizmi ve Hayatı Emr-i bi’l-Maruf ve Nehy-i ani’l-Münker

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin Vessalatü vesselamü ala Rasûlina Muhammedin ve âlihi ve sahbihî ecmain.

Maruf, Allah’a itaatin adıdır. Yani güzelliği, akıl, insan tabiatı, kitap ve sünnetle bilinen, İslâm şeriatinin metinlerine (naslarına), genel ilkelerine, ruhuna,  güzel ahlaka, sağlam inanca, ahkâmı ilahiyeye uygun bütün hayırlı söz, fiil ve adetlerdir. Bunun zıddı ise münkerdir.

Emr bil maruf ise, toplum ve ferdin faydası ve ıslahı için bu fiil ve sözleri fert ve toplum sahasında yerine getirmeyi sağlamaktır.

Münker ise, Allah’a isyanın adıdır. Yani, akıl, insan tabiatı ve şeriatla bilinen, kitap ve sünnete muhalif kötü ahlak, bozuk inanç, ahkâmı ilahiyeye zıt, yükümlü (mükellef) olandan ve olmayandan ortaya çıkan bütün şerler, büyük ve küçük günahlardır.

Nehy anil münker ise, toplum ve ferdin zarar görüp ifsat olmaması için bu günah ve kötülüklere mani olup durdurmaktır.

Emr bil maruf, nehy anil münkerle ilgili ilk ayet Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuş, Lokman (aleyhisselam)’dan hikâye ederek Cenabı Hak “Evladım namazını hakkıyla edâ et, iyiliği emret, kötülüğü önle ve bu hususta sana gelen sıkıntılara karşı (sabırla) dayan. Çünkü bunlar kararlılık gerektiren işlerdendir.”[1] buyurmuştur. Cihad ise emr bil marufun fürularından bir cüz olarak Medine’de farz kılınmıştır.

Emr bil maruf ve nehy anil münker dinin temel direğidir. Bunun ilmî ve amelî ihmal edilip sahası daralsa nübüvvet kesintiye uğrar, din yıkılır, diyanet çürür. Dalalet, cehalet ve fesat yayılır. Memleketler harap, kullar helak olur. Bu helak dahi ancak feryat günü olan kıyamette anlaşılır.[2]

Ehemmiyetinden dolayı bütün peygamberleri Allah Teâlâ bu vazifeyle görevli olarak göndermiştir. Gelen bütün peygamberlerin, bu ağır vazifelerine karşı ilk tepki ve en büyük itiraz, zamanlarındaki şirk, isyan, tuğyan ve hevâî arzular üzerine kurulu din ve düzenlerden ve bu din ve düzenlerin temsilinden faydalanan zalimlerden gelmiştir. Onlar şehevi yaşantılarının ve köhnemiş inançlarının devamı için halkı ve aşağı tabakadaki insanları kullanarak buna mani olmaya çalışmışlar, bunlara karşı o peygamberler de canla başla, yorulmadan, dinlenmeden kendilerine yüklenen bu vazifeyi yerine getirmeye gayret etmişler, bu uğurda yerlerinden yurtlarından, canlarından olmuşlardır.

Öyle ki, bu peygamberlerin müntesiplerinin etleri demir taraklarla tarandı. Kimilerinin başlarına demir çiviler çakıldı. Kimilerini de ateşten hendeklere atarak yaktılar. Kimilerini mızraklara hedef ettiler.

Şunu hemen ifade edelim ki, emr bil maruf ve nehy anil münker, sadece bunların konusunu işlemek, onun ilmi dökümünü yapmak demek değildir. Bunun ilmî izahının yanı sıra onu bizatihî hayatın içinde canlı olarak yerine getirmek demektir.

“Siz insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, Allah’a iman edersiniz. Ehli kitap da iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu. Gerçi içlerinden (Abdullah bin Selâm ve emsalleri gibi)[3] iman edenler vardır. Çoğu ise fasıktırlar.”[4]

Cenabı Hakk, burada siz hayırlı ümmetsiniz, diye buyurmadı. “Siz hayırlı ümmet oldunuz.” diye buyurdu. Burada bize verilmek istenen: Siz Allaha iman, marufu emir ve münkerden nehiy etmenizden dolayı hayırlı ümmet oldunuz, mesajıdır. Demek ki hayırlı ümmet olmanın yolu, ancak iman edip hayrı emrettikten, şerri nehy ettikten sonra. Bunu yapmayanlar hayırlı ümmet olma vasfını kaybetmiş oluyor. Eğer Ehli Kitap, iman etselerdi onlar da bu hasleti kazanacaklardı. İman etmediklerinden buna bağlı olarak marufu emir, münkeri de nehiyetmediklerinden dolayı hayırlı olma özelliğini kaybettiler.

Emr bil maruf, nehy anil münker yapmayanlar helak olmuşlar ve zemmedilmişlerdir.

Kuran’ı Kerim’de, “Allah’a âsi olmaları, insanlara zulmederek haddi aşmaları sebebiyle kâfir olan İsrailoğulları, Meryem oğlu İsa (a.s) ve Davut (a.s)’un dili ile lanetlendiler. Onlar yaptıkları çirkin işlerden birbirlerini men etmiyorlardı. Ne kötü iş yapıyorlardı.”[5] buyrulmaktadır. İşte ayet-i kerime gayet açık.

Rasûlullah (s.a.v) da bir hadis-i şerifinde:  “Allah Teâlâ, sizden evvelki ümmetleri, emr bil maruf, nehy anil münkeri bırakmalarından dolayı helak etti. Onlar işledikleri kötülükten vaz geçmiyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi.”[6] Çünkü iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak Allah (c.c)’ın yarattıklarından iki mahluktur. Kim onlara yardım ederse, Allah da ona yardım eder. Kim onları aşağılarsa, Allah da onu aşağılar. Allah yolunda cihat da dâhil bütün hayırlı ameller emr bil maruf, nehy anil münkerin yanında, denize nispetle bir su zerreciği mesabesindedir. Siz hayrı emrediniz, şerri de yasaklayınız. Çünkü iyilikleri emretmek, kötülüklere mani olmak ne eceli yaklaştırır ne de rızkı eksiltir. Cihadın hayırlısı da zâlim idareciye karşı hakkı söylemektir.”[7] buyurmuşlardır.

“O kavim ne kötü kavimdir ki, onlar adaleti Allah için ayakta tutmazlar. Yine o kavim ne kötü bir kavimdir ki, orada Allah’a isyan edilirde ona mani olup değiştirmezler.”[8]

“Bir adamın kıldığı namaz ona marufu emrettirmez, münkeri ve kötülükleri de nehy ettirmezse kişi o namazı ile ancak Allah’tan uzaklaşır.”[9]

“Ya marufu emreder ve münkerden nehy edersiniz, yoksa Allahu Teâlâ üzerinize şerlilerinizi musallat eder, sonra hayırlılarınız dua eder de duası da kabul olunmaz.”[10]

Marufu Emretmedeki Yol

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten yasaklayan bir cemaat bulunsun işte kurtuluşa erenler onlardır.”[11] Burada çağrılan hayırdan murad İslam, maruftan murad Allah’a itaat olan bütün hayırlar, münkerden muradsa Allah (c.c) ’a karşı işlenen bütün şerler ve masiyetlerdir.

Maruf ve münker zarûrî ise her Müslüman’ın emretmesi ve nehy etmesi gerekir. Örneğin, maruf dinde zaruri olarak herkesin bildiği farzlardan ve haramlardan ise bunu her Müslüman’ın yapması gerekir. Şayet zarûrî olarak bilinenlerden değil de nazari, içtihada dayanan mezhepler arası ihtilaflı konulardan ise o zaman ilim ehli olanların bu işi yapması gerekir.

Emr bil maruf, nehy anil münker üç şekilde yerine getirilir.

“Sizden biriniz bir münkeri (günahı) gördüğünde onu eli ile değiştirsin. Şayet eli ile değiştirmeye gücü yetmiyorsa, dili ile değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbi ile buğz etsin. Bu ise imanın en zayıfıdır.”[12]

1-El ile değiştirme: Birinci derecede yapılması gereken el ile değiştirmektir. Kuvvet ile münkeri değiştirme devlet yöneticilerine aittir. Yöneticiler şayet yanlış yaparlarsa, onlara karşıda nehyi ani’l-münker yapmak Müslümanların vazifesidir.

2-Dil ile değiştirme: Eğer münkeri eli ile değiştirmeye gücü yetmezse, ikinci dereceye intikal eder ki, o da dil ile değiştirmektir. Dil ile değiştirmek ise şu şekilde olur:

a-Görülen yanlışı önce tanıtmak, dine uygun olup olmadığını öğretmek, münkeri izah edip onun kötülüğünden ve kötü sonucundan sakındırmak. Bu, dini bilmeyen fakat insaf sahibi ve samimi olan kişiler için çok mühimdir.

b-Tatlı sözlerle nasihati damara dokundurmadan ama damara girerek yapmak. Kur’anı Kerim’de Cenab-ı Hak, “Rabbinin yoluna hikmet (bilgelilik) ile güzel nasihat ile çağır. Onlarla en güzel bir şekilde (delillerini ortaya koyarak) mücadele et.”[13] buyurmuştur.

c-Bunlar fayda vermezse, durumun gerektirmesi ve uygun olması halinde sert bir dil ile yapılan yanlışların düzeltilmesini sağlamak gerekir.

Yöneticilere ve halka, nasihat ve marufu emretmede aslolan gizli olarak yapılmasıdır. Nehyi ani’l-münkeri ise açık olarak yapmak esastır. “Cihadın faziletlisi zâlim idareciye karşı hak sözü söylemektir.”[14] Şayet bu yolda öldürülürse Allah’ın indinde şehit ecrini alır.[15]

3-Kalp ile buğz etmek: Şayet dil ile değiştirmeye de gücü yetmezse, kalben günaha razı olmayarak buğz etmek gerekir.

Emr bil maruf, nehy anil münkeri terk etme hususunda kimseye ruhsat verilmemiştir. Kişi Allah’a, ahiret gününe inanıyorsa bu vazifeyi yapmak zorundadır. Emr bil maruf, nehy anil münkeri tamamen terk eden İslam dairesinden ve imandan çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kalp ile münkere (şerre) buğz etmemek imanın gittiğine delildir. Bu bakımdan Abdullah bin Mesud (r.a) şöyle demiştir: “Kalbi ile şerri ve hayrı bilmeyen helak olmuştur.”[16]

Onun için şerri görüp değiştiremeye gücü yetmeyenin, “Allahümme inne haza münker/Ey Allahım bu şerdir” diyerek bu felaketten kalp ile buğz ederek kurtulması gerekir ki, bu imanın en zayıf mertebesidir. Bunun ötesinde hardal tanesi kadar iman yoktur.

Emredilmesi gereken husus ne ise, emr bil marufun hükmü ona bağlıdır. Emredilmesi gereken vacip ise, o hususta emretmekte vacip olur. Şayet emredilmesi gereken mendup ise, emretmekte mendup olur. Nehy anil münkere gelince, kötülüklerin tamamını yasaklamak vaciptir. Çünkü şeriatın kötü gördüğü her şey haramdır. Münkeri nehy etmek, mefsedeti def etmektir. Marufu emretmekse menfaati celp etmektir. Bu bakımdan şer olan şeyleri kaldırmak faydalı olan şeyleri elde etmekten daha mühimdir.

Emr bil maruf yapan kişide bulunması gereken şartlar:

Hadis-i şerifte: “Kendisinde şu üç nitelik olmayanın emr bil maruf, nehy anil münker yapması uygun olmaz.” buyrulmaktadır.

  1. a) Emrederken tatlı ve yumuşak, nehy ettiğinde de tatlı ve yumuşak davranmak,
  2. b) Emrettiğinde de nehy ettiğinde de bilgili olmak,
  3. c) Nehy ettiği şey hususunda adil olmak.”[17]

Emr bil maruf, nehy anil münker yapan kişinin mükellef (yükümlü), Müslüman ve bu işi yapmaya gücü yeten olmasının yanı sıra, yukarıdaki hadisi şerife göre de kendisinde şu üç hasletin bulunması lazımdır.

1- Yumuşak davranmak: Emrettiğinde ve nehy ettiğinde bunu, kırıp dökmeden, ıslahtan çok ifsada sebep olmadan yerine getirmek.

Halife Memun’a bir gün bir vaiz sert ve şiddetle konuşarak nasihat ediyordu. Memun ona; “Senden daha hayırlı olan birini, benden daha şerli olan birisine Cenab-ı Hakk gönderirken, ‘(Ya Musa,) ikiniz Firavuna gidin, çünkü o, azdı. Ve ona (davet) sözünü yumuşak bir şekilde söyleyiniz.  Belki öğüt alır veya korkar.’[18]  ayetini okudu.” diyerek Emr bil marufun nasıl yapılması gerektiğini ona hatırlatmıştır. İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri: “İnsanlar idare edilmeye muhtaçtır. Onlara kaba ve sert davranmadan yumuşaklıkla emr-i bi’l-maruf yerine getirilmelidir.” demektedir.  Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Allah Teâlâ rifk sahibidir. Bütün işlerde yumuşaklığı sever.  Yumuşak ve tatlıca yapılana verdiğini şiddetle ve kabaca yapılana vermez.” buyurdular.

Ancak günahın açıkça işlenmesi halinde sert davranılır. Çünkü bu durumda olanlara hürmete gerek yoktur.

2- Bu işin ehli (bileni) olmak: Bu bakımdan ilim ehline, mürebbî ve mürşidlere, Müftî ve vâizlere, muallimlere düşen vazife, insanların hallerini, adetlerini gelenek ve göreneklerini, onların neyi nasıl kabul edip ve reddedeceklerini, hangi konulara duyarlı, hangilerine ilgisiz olduklarını bilmeleridir. Onlar için en uygun olan yolu bularak davetlerini ona göre yapsınlar da sözleri onlar için fitne olmasın. Aynı şekilde, marufu emreden kötülüğü nehy edenlerin de, halkın ahvâlini, adet, görenek ve geleneklerini, karakterlerini, mezheplerini bilmeleri gerekir ki, iyi şeyleri emretmeleri, kötülükleri yasaklamaları şerrin körüklenmesine, kötülüklerin yayılmasına ve artmasına sebep olmasın.

Emr bil maruf, nehy anil münkeri yapan kişinin mümkünse bunu gizlice yapması tesir açısından daha mühimdir. Tecrübelerle sabittir ki yanlışı işleyen kişiyle bil vesile irtibat kurarak, soru soruyor tarzında hatasını ona hissettirerek, nasihati damara dokundurmadan yapmak, anlına kaşağıyı sürercesine yapmaktan daha çok müessirdir. Ümmüd-Derdâ (r.anha) şöyle demiştir: “Kardeşine hatasını gizli söyleyen onu zinetleyip süslemiş, hatasını açıkça ilan ederek nasihat eden ise, onu, ayıplamış olur.” Bu meyanda idarecilere de nasihati tenhâ yerde gizlice yapmak en uygun olanıdır.

3- Adil olmak: Emr bil maruf, nehy anil münkeri yapan kişinin, Allah Teâlâ’nın emirlerine uyan, yasaklarından kaçınan muttakî bir kul olması, fasık olmaması lazımdır. İdeal olan budur. Ancak bir insan bazı günahları işliyor diye, yapılması gereken bu çok önemli vazifeyi de ihmal etmemesi gerekir. Eğer sadece fasık olmayanların bu işi yapması gerekir dersek, o zaman bu işi dünyada yapacak kimse bulunmaz. Vaaz ve nasihat yolu ile bu işi yapan kişinin adil olması şart ise de, cebir ve zor kullanarak kötülüğü önlemeye çalışmada adalet şart değildir.

Bir gün Hazreti Enes (r.a): “Ya Rasûlallah, emredilenlerin tamamını yapmadan marufu emr, nehy edilenlerin tamamından kaçınmadıkça nehy anil münkeri yapmayalım mı? diye sorunca Rasûlullah (s.a.v): Emredilenlerin tamamını yapmasanız da, marufu emrediniz. Tamamından kaçınmasanız da münkeri yasaklayınız. buyurdu.[19]

Kişinin yaşamadığı bir şeyi söylemesi caiz olmakla birlikte, yaşayarak, hayatında tatbik ettiği şeyleri anlatması ve söylemesi daha fazla tesir eder.

Emr bil maruf, nehy anil münkerin yapılamayacağı bir zamanın geleceği:

Sa’lebetü’l-Haşenî isimli sahabiî Rasûlullah (s.a.v)’a: “Siz hidayette olduğunuz sürece sapanın sapması size zarar vermez”[20] ayetini sordu. Rasûlullah da: Ey Sa’lebe, sen marufu emret, münkeri de yasakla. Ancak insanlarda aşırı derecede cimriliği, hevai arzularına sıkı sıkıya bağlılığı, dünyayı ahirete tercih ettiklerini, herkesin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün de, o zaman kendi nefsine bak ve halkı terk et. Çünkü sizin önünüzde sabretmeniz gerekecek günler gelecek. O gün kim sabrederse kor ateşi avuçlamış olacak.” diye buyurdu.[21]

Her Müslüman kendi nefsini karşısına alacak, emr bil maruf, nehy anil münkeri nefsine hiç ama hiç acımadan, ihmal etmeden yerine getirecek. İşin temeli budur. Ardından İslam toplumuna dönecek, emr bil maruf, nehy anil münkeri, onlardan gelebilecek zararlara aldırış etmeden, menfaatleri elden gider korkusuyla dalkavukluk yapmadan yerine getirecek. İşin ikinci esası da budur.

İslam’ın iç dinamizmi ve hayatı, emr bil maruf, nehy anil münkere; dış dinamizmi ve varlığı cihâda bağlıdır. İç dinamizm ihmal edildikten sonra dışa karşı yapılan cihatlar, yıkılmakta olan bir duvarı sıva ile ayakta tutmaya benzer ki, beklenmedik bir zamanda bu binanın yere yığılmasına mani olmaya kimsenin gücü yetmez. O zaman din de dünya da elden çıkar ve gider. Osmanlı İmparatorluğu bunun en acı örneğidir.

Netice olarak şunu ifade edelim ki, emr bil maruf, nehy anil münker, İslam’ın ahkâmı içerisinde en zor ve en hassas, sabır, tahammül ve fedakârlık isteyen, muhaliflerin ezasına sebep olan, mükâfatı da o nispette fazla olan ağır bir vazifedir. Başkasının saadeti için kendisini belalara, gerektiğinde silaha karşı arz etmekten çekinmeyen insandan daha fedakâr ve vefakâr kim olabilir! Bunun içindir ki; Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Ömer (r.a) için: “Allah, Ömer’e merhamet etsin. O acı da olsa hakkı söyler. Hakkı söylemesi (iyiliği emretmesi, kötülüğü yasaklaması dünyada) onu dostsuz bıraktı”[22] buyurmuştur.

Ve âhiru da’vânâ eni’l-hamdülillahi rabbi’l-âlemin.

 

[1] Lokman, 17.

[2] İhya, II, 306.

[4] Ali-i İmran, 3/110.

[5] Maide, 5/77-78.

[6] Maide, 5/79.

[7] Câmiu’l-ehâdîs, 31-360.

[8] Câmiu’l-ehâdîs, 11-77.

[9] Beyhaki, 3-174.

[10] İthafatu’l-Hayriye, 8-28.

[11] Al-i İmran, 3/104.

[12] Müslim, 1-50.

[13] Nahl, 16/125.

[14] Câmiu’l-ehâdîs, 31-360.

[15] Şerh-i Ebî Davud, 25-172.

[16] et-Tuhfetü’r-Rabbaniyye, 1-35.

[17] Râmûz, 491.

[18] Taha, 20/43-44.

[19] el-Mu’cemü’l-evsat, 6-365.

[20] Maide, 5/105.

[21] Ebu Davud, 4-215.

[22] Câmiu’l-ehâdîs, 13-112.