İçeriğe geç
Anasayfa » -İSTİKAMET- Minhâcü’l Fukara’dan

-İSTİKAMET- Minhâcü’l Fukara’dan

İstikâmet demek, yemede, içmede, akidede, ibadette, amellerde, ah­vâlde, vakti geçirmede ve bütün yapılan işlerde, ifrat ve tefride kaç­mamak, orta yolu tutmak ve sülûke, manevî yükseliş gayesiyle girmektir. Onun için: “İstikamet, sülûke manevî irtifa niyetiyle girmektir” denmiştir. Allah Teâlâ istikamet üzere olanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “O kimseler ki, bizim Rabbimiz Allah’tır derler. Ve sonra amellerinde dos­doğru olduklarında da biz onlara melekleri indirdik. Ki o melekler on­lara, korkmayınız, üzülmeyiniz, dün­yada vaadedilen cennet sizin içindir. Müjdeler olsun dediler.”

Bu Âyet-i Kerîme ihlâsı, ameli ve ilmi muh­tevîdir. Hepsini bir arada birleştirir. ihlâs, amel ve ilim, üçü birleştiği za­man gerçek istikameti tayin eder istikamet, hülâsâ-i amel olduğu için bunun sevabı ve karşılığı tasavvur edilemeyecek kadar çoktur. Sü’bân hazretlerinden rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey ümmetim! Dosdoğru olunuz, istikâmetin sevabını saya­mazsınız. Ve bilin ki, sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Mü’min olan te­mizliğini kemâliyle yapandır.”

Avârif adlı eserde, Ebu Ali ez- Zevcîden hikâye edildiğine göre o şöyle dedi, “istikamet sahibi olmayı iste. Kerameti değil… Çünkü senin Rabb’in senden doğruluğu bekliyor ve doğru olmanı istiyor; keramet göstermeni değil…”

Taleb-i istikamet Rabb’in rızâsıdır Taleb-i keramet nefsin hevâsıdır Ehl-i Hakk olanın ise nef­sin isteklerinden kaçınıp, Hakkın rızâsına sığınması gerekir. En güzel keramet istikamettir.

Tıpkı İbn-i Atâ’nın şöyle söyle­mesi gibi: “Keramet ancak ve ancak istikamettir.” Ancak bir kimseye isti­kamete girmeden önce kerametin verilmesi istisnaî bir nasiptir. Onun için sâlik olan evvela istikamete ön­celik vermeli ve bu mevzuda hırslı olmalıdır. Bunun böyle olması vacip­tir. Zira harikuladelik olan kerame­tin, istikamet olmaksızın hakikat ehli yanında bir kıymeti yoktur. Hakikat ehlinin katında en büyük keramet te’dib-i ahlâktır.

Sehl ibn Abdullah şöyle bu­yurmuştur: “Muhakkak ki; en büyük keramet, senin zemmedilmiş olan ahlâkını, Muhammedi1 ahlâka tebdil etmendir” Erbâb-ı kemâl bu nev’i harikulade olan kerameti, “insanın hayzıdır” diye, terketmişlerdir. Ve akabinde, nefsi ıslaha ve terbiyeye yönelmişlerdir.

Bir gün Bayezîd-ı Bistâmi haz­retlerine şöyle denildi: “Filanca kişi bir saatte Mekke’ye ulaşıyor; ne dersiniz?” O da şöyle cevap verdi: “Ona bakarsan Şeytan göz açıp yumana kadar mağribden meşrıka gidiyor Hâlbuki o bir lanetlidir.” Bu­nun üzerine tekrar soruldu: “Filanca kişi hem su üzerinde yürüyor hem de havada uçuyor?” Bayezîd hazret­leri şöyle cevap verdi: “Suyun üze­rinde bir odun parçası da yürüyor (yüzüyor). Havada dersen bir sinek dahi uçuyor Bunda şaşacak ve bü­yütecek ne var ki? Siz esas o kim­selerin, istikametini ve ahlâkını bana söyleyiniz ki ben size onun ne olup olmadığını söyleyeyim.” Görüldüğü gibi Hazret, ekseriya Hakk’a tevec­cühü ve istikameti öngörüyor.

Yahya bin Muaz’ın naklettiği­ne göne, bir gün Bayezid hazretle­ri denizin kenarına secde eder bir vaziyette şöyle dua ediyordu: “Ey Rabbim! Kavmim benden su üze­rinde yürümeyi ve havada uçabil­meyi talep ediyor Ey Rabbim! Sen­den bunları istemekten yine sana sığınınım. Rabbim, Kavmim benden tayy-i zaman ve tayy-ı mekân isti­yor Rabbim, onlardan hoşnut ol ve onlara acı. Ama bunu istemek­ten sana sığınırım. Rabbim! Kavmim benden yeryüzünün hâzinelerini is­tiyor. Onlardan hoşnut ol ve onlara merhamet et. Ama onların istediğini istemekten sana sığınırım. Onların açıkladıklarından yüz çeviriyorum. Benden razı ol. Ve bana, sana hak­kıyla istikamet sahibi bir kul olmam yönünde yardım et. Yâ İlâhî beni sende yok et ki sana ulaşayım.”