İçeriğe geç
Anasayfa » İSTİKBÂLİMİZİ KAZANMAK

İSTİKBÂLİMİZİ KAZANMAK

Kardeşlerim,

Allah Zülcelâl’e hamd ü senâlar olsun ki; bizlere bir varlık ihsan buyurmuş ve bizi yokluk âleminden varlık âlemi olan dünyaya göndermiştir.

Rabbimiz (c.c) bizlere görme, işitme, konuşma, ilim tahsil etme, iş yapma, anlama ve anlatma kabiliyeti gibi kıymetleri takdir edilemeyecek birçok nimetler de ihsan buyurmuştur.

Noksan sıfatlarımızla, istikbâlimiz olan sonsuz hayatımızı kazanmamız mümkün olmadığından dolayı Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri, bizlere kendi kemâl sıfatlarından bazılarını ihsan buyurmuştur. Bu sıfatlarla bizlere ahiret hayatımız için lâzım olan şeyleri elde etme imkânını lütfetmiştir.

Bizlere ebedî hayatı bütünüyle kazanacak kadar ömür de ihsan buyuran Rabbimiz ecel diye isimlenen ömrün biteceği bir takdir günü de koymuştur.

Kardeşlerim,

Rabbimiz bizlere dünyaya gelirken âdeta şöyle buyurmuştur: Size ihtiyacınız olan her şeyi vermeme aldanmayın. Size ihsan edilen imkân ve sıfatlarla ebedî istikbâlinizi kazanın. Çünkü ahiret âleminde sizin için çalıştıklarınızın karşılığı vardır.

Bizlere, bu âleme gelirken olduğu gibi giderken de herkesin aynı şekilde gideceği bildirilmiş ve gidiş yolunun ilk merhalesi olan kabre varınca bazılarının kabrini cennetten bir bahçe şeklinde, bazılarının ise cehennem çukurlarından bir çukur olarak bulacağı Kitâb-ı İlâhî’de açıkça ve tekrar tekrar bildirilmiştir:

“O gün her nefis, ne hayır işlemişse, ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister. Allah, size asıl kendisinden çekinmenizi emreder. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok esirger.”[1]

Muttakî kullar dünyaya gözünü kapayıp ahiretin ilk sabahı olan kabirde gözünü açınca yaptığı bütün sâlih amelleri karşısında hazır bulur. Mü’min, ibadetlerini Allah Teâlâ’nın (c.c) koyduğu ölçülere göre ve ihlaslı bir şekilde yapmışsa; kabir âleminde ibadetleri ihlas seviyesine göre şekillenir. Yani her kılınan namaz ve yapılan sâlih amel, kulun karşısına ihlas ve adablarına riayet derecesine göre şekillenerek gelir.

Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri bu hususu “Sizi yokluk âleminden varlık âlemine; en güzel şekilde amel işleme imtihanına tâbî tutmak için gönderdim.”[2] buyurarak bizlere bildirmektedir.

Şimdiden kabirde gözlerimizi açtığımız ilk anda “Acaba en güzel amel yapanlardan biri olabildim mi?” diye düşünmemiz lazımdır.

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v) de “Her amelin şekilleneceği bir sûreti vardır.” buyurmuştur.

Bundan dolayı amellerimizin en güzel sûretle karşımıza çıkacağına inanarak onları en güzel şekilde yerine getirme gayretinde olalım.

Kardeşlerim,

Hayatımızın bir yarış ve imtihan olduğunu bilelim. İbadetlerimizi çocukluğumuzda edâ etmeye başladığımız gibi taklidî olarak devam ettirmeyip, her gün bir öncekinden daha dikkatli ve daha güzel bir şekilde yapma gayretinde olalım.

Bu imtihanı başararak kabre giden bir insan gözünü açınca başucunda emsalsiz kıyafetler içerisinde çok güzel hizmetçiler görür ve sevinçten ürpererek büyük bir mutlulukla:

“Bu ne güzellik. Sizler kimsiniz?” diye sorar. Onlar da:

“Biz senin dünya hayatında yaptığın güzel amelleriniz.” cevabını verirler. Ve üstünü temizleyerek ona cennet elbiselerinden giydirirler, başına nurdan bir taç koyarlar. Kul kendisini alıp gitmek için Burak isimli bir bineğin beklemekte olduğunu görür. Burak’ın vasfını ve güzelliğini bu âlemde izah etmenin mümkün olmadığını Miraç hadisesi vesilesiyle Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bizlere bildirmiştir.

Sâlih amel sahibi olan kul kendisini bekleyen Burak üzerine binerek berzah yani ruhlar âlemindeki yerine gider.

Kardeşlerim,

Berzah âlemi iki kısımdır:

Biri nur âlemi, diğeri zulmet âlemi diye isimlenir.  

Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri berzah âleminde aydınlığı süzdürerek içinde hiç karanlık emaresi olmayan sâfi nur olan bir âlem yaratmıştır. Sâlih kul bu âleme getirilerek saltanat yatağına yerleştirilir. Orada ruhlar yer, içer, bütün nimetlerden faydalanırlar. Beşerî akılla anlamak mümkün olmadığı için bu nimetlerin vasıf ve şeklinin ne olduğu izah edilmemiştir.

Allah Teâlâ (c.c), karanlığı da süzdürmüş; zulmet âlemi denilen, içinde aydınlığın zerresi olmayan zifiri karanlık bir âlem yaratmıştır.

Arasında herhangi bir cisimden meydana gelen perde olmadığı halde karanlık (zulmet) aydınlığa, aydınlık da (nur) karanlığa karışmadığı için bu âleme “Berzah Âlemi” denilmiştir.

Bu husus bizlere birbirine karışmayan denizleri hatırlatmaktadır. Âyet-i kerîmelerde bu durum bizlere şöyle bildirilmektedir:

“İki denizi (birbirine) salıp katan O’dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.”[3]

“Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.”[4]

Bunlar arasındaki manevî perde de Allah Teâlâ (c.c) tarafından “Berzah” diye isimlendirilmiştir.

Berzah âlemi diye isimlenen bu âlem dünya ile ahiret âlemi arasındadır. Buraya gidenler, ne dünyaya dönebilirler ne de ahirete gidebilirler.

Kardeşlerim,

Kişi ne kötülük yapmışsa onları da kabrinde hazır bulur. Uyanıp da günahlarını yanı başında gören kişi dehşete kapılıp titreyerek:

 “Sizler kimsiniz?” diyerek feryad eder. Onlar:

“Bizler senin dünyadaki kötü amelleriniziz.” derler

Kul, dünyada seve seve yaptığı bu kötü amelleri hiç görmemeyi arzu eder.

Cenâb-ı Hak (c.c) bizlere günahkâr kulun:

“Keşke benimle senin aranda, doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı.” [5], “Keşke toprak olsaydım da bu günleri görmeseydim.”[6] diyerek feryat edeceğini bildirmektedir.

O kul pişmanlık içerisinde feryat ederken, kötü amelleri böcekler gibi onu kuşatarak azaba başlar.

Kardeşlerim,

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde:

“Eğer ölülerinizi kabre defnetmekten vazgeçmeyeceğinizi bilseydim; Rabbime kabirlerdeki feryatları size duyurması için yalvarırdım.” buyurmaktadır.

Allah’ın (c.c) yasakladığı her kötü alışkanlığın karşılığı olarak dünyada bir hayvan mevcuttur. Bu hayvanların kabiliyetleri de insan bünyesinde mevcuttur. Kişi hangi kötü alışkanlığa devam edip tevbe etmeden ölürse, kabirde ameli o kötü ahlâkın şeklini alarak karşısına çıkar.

Peygamberimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîfinde: “Allah Teâlâ, kötü alışkanlıklara tevbe etmeyi emretmiştir.” buyurmuştur. Bundan dolayı akıl sahibi insanların en önemli vazifesi, gönlünün derinliklerinde sevdiği bir kötü alışkanlığın bulunup bulunmadığını araştırmaktır.

Kardeşlerim,

Kişi kabrini temiz bulmak isterse; şayet varsa kalbini kötü ahlak ve alışkanlıklardan temizleyip tevbeye devam etmelidir. Tevbe etmeden ölen bir insanı kötü amelleri ızdırab verici varlıklar olarak sararken azap melekleri de gelip boğazına bir zincir takarak onu berzah âlemindeki zulmet karanlıkları içerisinde bulunan bir çukura atar.

Biliniz ki insana azab edecek olan şeyler; onun kötü ahlâk ve alışkanlıklarıdır. Onun için akıllı her insan bu iki âlemin hangisine doğru gittiğini düşünmelidir. Çünkü bu âlemleri tercih etme hakkını Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri, “Dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin.”[7] buyurarak kulun kendisine bırakmıştır.

Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri akıl, şuur ve basiret verdiği kullarına peygamberleri vasıtasıyla hayır ve şer yollarını ve sonuçlarını bildirerek: “Nereye doğru gidiyorsunuz!”[8] buyurmuştur.

***

Allah Zülcelâl, bizlere hayır yolunu seçmeyi ve bunun karşılığı olarak da sâlih ameller işlemeyi nasip buyursun. Şer işler yapıp kabirde etrafımızı saracak kötü ahlâkları terk etmeyi de nasip ve müyesser buyursun.

Selâm hidayete tabi olanlar üzerine olsun.


[1] Âl-i İmrân, 3/30.

[2] bkz. Mülk, 67/2.

[3] Furkan, 25/53.

[4] Rahman, 55/19-20.

[5] bkz. Zuhruf, 43/38.

[6] bkz. Nebe, 78/40.

[7] Bkz.Kehf, 18/29.

[8] Tekvir, 81/26.