İçeriğe geç
Anasayfa » İTTİHAT VE TERAKKİ MEDRESELERİ NASIL TAHRİB ETTİ?* – Hüseyin Şemi

İTTİHAT VE TERAKKİ MEDRESELERİ NASIL TAHRİB ETTİ?* – Hüseyin Şemi

Neşre Hazırlayan: Abdullah Taha İmamoğlu**


İttihad ve Terakki komitesinin makâsıd ve mazarrât-ı habîsesinden biri de tasavvurat ve icraatına hâil ve engel bildiği ilmiyeyi ve onun menâbi’ ve menşei olan medârisi imha ve ifna etmek idi. Cemiyet iç yüzünü teşkil eden Dr. Nazım vesaire gibi farmasonlar, din-i İslâm’ın hasm-ı bî-emânı ve bineaenaleyh sunuf-ı ilmiyenin düşman-ı canı idiler. Bu husumetlerini gâh u bîgâh ızhar ve icradan geri durmuyorlar ve her fırsattan istifadeye çalışıyorlardı.

Kendi seyyiât-ı idareleriyle zuhur eden her hadise ve badireden din-i İslâm’a ve ilmiyeye birer hisse-i mesuliyet ayırıyorlar ve İslâmiyet’in rehberi olan bu kuvveti siyah, kırmızı vesaire renklerle tavsif ve hatır ve hayale gelmez zemaim ile tarif ederler ve bu suretle efkar-ı umumiye-yi ümmeti tesvil ve iğfale yelteniyorlardı. Efkâr-ı şebabı bu yolda tefsid ve iğfali dahi kâfi görmedikleri için ilmiyeyi ve medârisi kökünden imha ve istîsal maksadıyla şeytanetkar bir politika düşündüler: Tahtında imha-yı medâris garazı müstetir olan ıslâh-ı medâris politikası bunun ızharı için o vakit ellerinde bulunan matbuata bir işaret kâfi idi. Buna binaen ittihat matbuatı “ıslah-ı medâris” unvanı altında makaleler yazıyorlar, münakaşalar yapıyorlar, efkâr-ı umumiyeyi tahrib-i medârise hazırlıyorlardı. Biz de o vakit bu menazıraların ciddiyetine inanmak safvetinde bulunarak ıslah-ı medârisin lüzumu hakkında makaleler yazmıştık. Fakat son zamanlarda bu ıslahatın maksat ve neticesini görünce bir Arap edibinin “raca‘tü ammâ seca‘tü” dediği gibi ben de “tübtü amma ketebtü” demek mecburiyet-i vicdaniyesini hissettim.

Lakin bu icraat-ı tahribkârîye hangi vicdansız ve münafık vasıta olabilirdi? Bunun için bir şakiye bir destar-ı müstear ve bir cebe-i bî-ayar ilbas etmek lazım gelirdi. Yahut kendisinden bîhaber ve bütün fazilet ve meziyeti cemiyete ale’l-umûm itaat etmesinde arayan bir takım ile kimselere ihtiyaç vardı. Cemiyet böylelerini de içinde buldu. Medâris yağma ve ehl-i medâris perişan edildi. Bu viraneler üzerine müdür-i umumi ve daha bilmem ne namlar ile cemiyete mensup bir takım baykuşlar konduruldu. Evkafın gelirleri böylece zorbaların yardakçıkları tarafından taksim olunduğu sırada harb-i umumi nâiresinin iştiali ise yangından istifadeye hahişkâr olan hazeleye emsalsiz bir fırsat bahşetmişti. Zira bu vesile ile İstanbul’da ve memalik-i Osmaniye’nin sair biladında adetleri on binlere baliğ olan erkan-ı cemiyet daima gözlerine batan bu sınıf, cemiyetin idame-i keyif ve hevesi için devam edecek harbin acınmaz ve tükenmez bir malzeme-i harbiyesi olacak bir taşla iki kuş vurulacak idi. Erkan ve mensubîn-i cemiyetin düstur-ı harbi ve siyasisi şu idi: Onlar sefere biz sofraya! İttihad ve Terakki erkânı kese ve kasalarının sıklet ve hıffetine göre fukara-yı milletin lokmalarını tezyid veya tahfif ile uğraştığı sırada cemiyete mensup olmayan ahali ile beraber talebe-i ulûmu Çanakkale’de ve sair hudutlarda sarf ve istihlak ediyordu. Cemiyete vicdanını ve dinin satan cerrarlara yüksek memuriyetler, arpalıklar dağıtılıyor. Ve ilmiyeyi kale eden o baltaya bu hayâsızlar sap oluyorlardı. Bunların içinde ne udhukeler ne maskaralar vardı.

İşte bu suretle vaki olan ıslah-ı medârisden netâyic-i atiye husûle geldi. Vaktiyle Dâru’l-hilafet-i Aliyye sokaklarını, mesâcid ve medârisini dolduracak derecede bereket ve kesrete mazhar olan talebe-i ulûmdan kimse kalmadı. Edirnekapı’sından Fatih Camii-i şerifine ve oradan Şehzadebaşı’na Beyazıd’a ve Büyük ve Küçük Ayasofya’ya kadar tullâb-ı ilmin mevcen mevc bir nûr-ı seyyâl halinde yürümeleri ne ulvî bir manzara idi.

Dâru’l-hilafet-i Aliyye ile sair bilad-ı Osmaniye’deki cevâmi ve mesâcidin ziver ve şerefi olan tefsîr-i şerîf, hadîs-i şerîf, fıkh-ı şerif tedrisatı kaldırılarak meabidin şeref ve cemaati ihlal edildi.

Muallimin müteallime olan şefkati, her ikisinin yekdiğerine olan hürmet-i mütekabilesi izale edilerek aradaki rabıta-ı maneviye ve samimiyet kesildi. Dimyat’a pirinç almaya giderken evdeki bulgurdan dahi mahrum kalan gibi ulûm-ı hazıra-yı lâzime layıkıyla tedris edilmediği gibi tesis-i medârisden maksad-ı aksa olan ulûm-ı Arabî’ye ve diniye tedrisâtı dahi mekâtibdeki tedrisât-ı diniye ve Arabiye derecesine indirildi. En ziyade muhafaza ve itina edilmesi lazım gelen intikâd ve münazara usûlü terk edilerek yerine pek çok mahzurları olan ezbercilik ikame edildi. Hâlbuki bu intikâd ve münakaşa usûlüyle tedris ve tederrüs talebede fikr-i muhâkeme ve tetkîk-i tenmiye ettiği ve bu suretle yetişenler de fikr-i mantık ve tahkîkin galip olduğu ve bunların mahiyât-ı eşyada daha ziyade ta‘mikât sahibi oldukları mücerrebât-ı umurdan idi.


* İtisam Mecmuası,  22 Rebiulevvel 1337/26 Aralık 1918, cilt: I, sayı: 5, sayfa: 7-9.

** Doç. Dr., Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.