İçeriğe geç
Anasayfa » İYİ BİR İNSAN TANIDINIZ MI?

İYİ BİR İNSAN TANIDINIZ MI?

Tanıdıklarımız arasından “İyi insan” diyebileceğimiz üç kişiyi seçmemiz istense. Ardından da şöyle bir soruya muhatap olsak:

Bu üç ismi tercih etmenize sebep olan beş özelliği yazar mısınız?

İsterseniz bir deneyelim…

Muhtemelen, seçtiğimiz kişilerin boylarından, saçlarının renginden, gözlerinin güzelliğinden bahsetmek çoğumuzun aklına gelmeyecektir.

Hâlbuki onları, zikrettiğimiz bu vasıflarıyla tanımıştık. Öyleyse onlarla alakalı kanaatimizi belirlemede bu vasıflar neden belirleyici olmadı? Ya da belirleyici olan unsurlar neler oldu?

***

Bir ben var bende

Benden içeri

Yunus Emre

Bu soruların cevabına Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) bir duasında rastlamaktayız.

[arabic-font]اللَّهُمَّ اَحْسِنْ خُلُقِي كَمَا اَحْسَنْتَ خَلْقِي[/arabic-font]

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) aynaya baktıklarında;

 “Allahım! Yaratılışımı (halkî) güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı (hulkî) da güzelleştir.” buyururlarmış.

Dikkatinizi, tercümenin ikinci kısmında ahlâk olarak çevirisini yaptığımız “hulk” (خلق) kelimesine çekmek istiyorum. Zira arkadaşlarımızın “iyi insan” payesini hak etmeleri bu kelimeyle alakalı.

Ahlâk kelimesi, yaratılış olarak tercüme edilen “halk” (خلق) kelimesiyle aynı harflerden oluşuyor, onunla aynı kalıba girmiş. Ve bu kalıp, tıpkı biz insanoğlunun madde ve mânâ boyutu gibi biri diğerinden ayrıldığında eksik kalan bir bütünü ifade ediyor.[1]

Ahlâk, İmam Gazâlî’nin (rahmetullâhi aleyh) kıymetli eseri İhyâ-i Ulûmiddîn’de şu şekilde tarif edilir:

“Ahlâk; insanda yerleşmiş olan öyle bir melekedir ki; fiillerimiz bu meleke sayesinde hiçbir zorlama olmaksızın ve düşünüp taşınmaksızın kolaylıkla/rahatlıkla ortaya çıkar.”

Gelin bu tarifi mercek altına alalım ve ihtiva ettiği incelikleri fark etmeye çalışalım.

Mesela; hiçbir zorlama olmaksızın ortaya çıkmasına rağmen, korku veya üzüntü halinde yüzümüzün sararıp solması, utandığımızda ise kızarması gibi durumlar, ahlâkımız hakkında belirleyici değildir. Bunu “insanda yerleşmiş meleke” ifadesi bizlere öğretmektedir. Zira bu haller cesaret, sehavet (cömertlik) gibi, insanda sabit ve sakin değil, gelip geçici ve gayr-i iradî durumlardır.

Dikkat çekeceğimiz ikinci bölüm “hiçbir zorlama olmaksızın” kısmı. Bazı kurallar sebebiyle belirli yerlerde veya zamanlarda, kendimizi kontrol ederek sergilediğimiz tavırlarımız bu ifadeyle tarifin dışına itilmiş oluyor.[2]

Düşünüp taşınmaksızın” kısmı da ahlâkı anlamak açısından hayatî öneme sahip. Zira ahlâk, getirisi-götürüsü düşünülerek yapılan işlere bakılıp anlaşılmaz. Bir insanın hiçbir menfaat beklentisi olmayan kimselere karşı -tarifteki şartlara uygun olarak- sergilediği tavırlarıdır ahlâkı. Bir profesörün ahlâkını anlamamız için başka bir profesörle konuşmasına değil öğrencileriyle ilişkisine bakılmalıdır mesela. Bir bürokratın ahlâkı daire başkanına ihtiramından değil şoförüne olan hitabından anlaşılır. Bir zengin büyük kazançlar getirmesi muhtemel müşterisiyle konuşurken değil iflas etmiş bir iş adamından bahsederken kendini ele verir… vs. vs.

***

Ahlâkımızdan; günlük konuşmalarımızda “insanın huyu, karakteri, mayası, tabiatı” olarak ifade ettiğimiz şeyden bahsediyoruz…

Konuyu bir örnek üzerinden açıklayarak sözümüzü noktalayalım. Bu örneği dinlerken kendi ahlâkî durumumuzu tespit etme yolculuğuna da adım atmış olduğumuzu unutmayalım:

Pencereden dışarıya bakıyoruz. Birbirine doğru yürüyen iki kimse dikkatimizi çekiyor. Tam yan yana geldiklerinde biri diğerine –belki kasten belki hataen- çarpıyor ve o şahsın sendeleyip yere düşmesine sebep oluyor. Yerdeki arkadaş kendini toparlar toparlamaz, kaldırdığı elini karşısındaki kişinin yüzüne indiriyor.

Gayr-i ihtiyarî böyle bir sahneye şahit olan bizler, durup düşünmeksizin, kendisine çarpan kişiyi şamarlayan bu şahsın, daha önce birkaç defa daha aynı işi yapan Murat olduğunu fark ediyoruz.

Tabi olarak Murat hakkındaki hükmümüzü veriyoruz: Sabırsız ve öfkeli bir kimse. Hüküm bildiren bu son cümle bizlere Murat’ın ahlâkî durumunu göstermektedir.

İsterseniz iddiamızı, tarifimize bakarak test edelim:

Ahlâk; insanda yerleşmiş olan:daha önce birkaç defa daha aynı işi yapan.

öyle bir melekedir ki fiiller:kaldırdığı elini karşısındaki kişinin yüzüne indiriyor.

hiçbir zorlama olmaksınız, düşünüp taşınmadan:kendini toparlar toparlamaz.

bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.

Murat’ın ahlâkına dair vardığımız netice tarife uygundur.

Örneğimizi biraz daha devam ettirerek yazımızı hedefine vardıralım:

Karşılaştığı kimselerin hatalarına tahammülü olmayan Murat’ın akıbeti bizleri tedirgin eder. Hem iki gün sonra bizlere de zarar verme ihtimali hem de “Keskin sirke küpüne zarar.” düsturunca kendini heba edecek olması bizi bir şeyler yapmak mecburiyetinde bırakır.

Sorup soruşturuyor ve bu arkadaşımızın sözüne kulak verdiği, kendisinden çekindiği bir büyüğünün varlığını öğreniyoruz. Giderek, durumu o şahsa anlatıyor ve Murat’ı ikaz etmesini ondan taleb ediyoruz.

Gayretimiz netice veriyor, bizim sabırsız arkadaşımız nasihati kabul ediyor ve artık ahlâken terbiye yoluna girmeye niyet ediyor.

Birkaç hafta sonra biz yine, az önce anlatılan sahneye benzer bir olaya şahit oluyoruz:

Murat bir eşyasına zarar veren arkadaşına karşı sıktığı yumruğu indirecekken…

Ve biz de bu esnada “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” sözünün doğruluğunu tasdike mecbur kalırken…

Duruveriyor. Geç git başımdan arkadaş, diyerek oradan hızla ayrılıyor.

Soru: Murat’la alakalı şöyle bir cümle kurduğumuzda ne kadar başarılı olmuş oluruz: “Murat sabırlı, öfkesine hâkim bir ahlâka sahip”

Tarifimize göre bu tespit doğru olmayacaktır.

“…sıktığı yumruğu indirecekken… duruvermek” kısmı hiçbir zorlama olmaksızın kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkan bir sakinleşmeyi haber vermiyor bizlere.[3]

Murat’la alakalı ancak şu kadar diyebiliriz ki, “Sabırlı olmaya gayret ediyor.” Tâ ki şu üçüncü sahneye şahit oluncaya dek.

Yine Murat ve yine ona yanlış yapan bir arkadaşı. Fakat karşılaştığımız sahne bizi hayrete düşürüyor:

Murat’ın değer verdiği, çok kıymetli hatıralarını kaydettiği defteri arkadaşının ihmali sebebiyle bir demlik çayın kurbanı oluyor. O an Murat’ın yüzüne bakıyoruz. Oldukça sakin bir şekilde –olanla ölene çare yok dercesine- arkadaşına dönüp daha dikkatli olması gerektiğini söylüyor ve defteri eline alarak odadan ayrılıyor. Böyle bir değişim olabilir mi[4] şaşkınlığını yaşarken şahit olduğumuz sahne karşısında hükmümüzü de veriyoruz: Artık sabırlı bir arkadaşımız var.

***

Bütün bu anlatılanlar kendi ahlâkî durumumuzu tespit etmek için birer rehberdir. Ve kesinlikle bilelim ki kendimizi tanımaya yani ahlâkî durumumuzu tespit etmeye gerçekten mecburuz. Niye mi? Cevabı gelecek yazımızda vermeye çalışalım inşallah.

[1] Bu kelime halk şeklinde (h harfi üstünlü) okunacak olduğunda sûretimizi ifade eden fiziki tarafımızı, hulk şeklinde (h harfi ötreli) okunduğunda ise sîretimizi ifade eden ahlâkî tarafımızı beyan eder.

[2] Pek çok insanın yaşlandığında çekilmez olduğunun söylenmesi tam da bu konuyla ilgilidir. Aslında insanın çekilmez oluşu –doğrudan- yaşlanmasının bir neticesi değildir. Durum, yaşlandıkça iradenin zayıflaması ve bu sebeple senelerce baskı altında tutabildiği –öfkelenme, sabırsızlık gibi- ahlâkî zaaflarının gün yüzüne çıkmasından ibarettir.

[3] Bu noktada Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifi pek çoğumuzun hatırına geliyordur: Enes bin Mâlik’ten (r.a) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v), çocuğunun mezarı başında bağıra-çağıra ağlayan bir kadının yanından geçerken Ona:

– Allah’tan kork ve sabret! buyurur.

    Kadın:

    – Çekin gidin başımdan; zira benim başıma gelen felâket, sizin başınıza gelmemiştir, cevabını verir. Kadın, Rasûlullah’ı tanıyamamıştır. Kendisine, onun Peygamber Efendimiz (s.a.v) olduğu söylendiğinde kadın hemen Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) kapısına koşar. Özür beyân etmek üzere Peygamberimiz’e:

– Sizi tanıyamadım Ya Rasûlallah, deyiverir. Rasûlullah’ın (s.a.v) cevabı şu şekilde olacaktır:

– Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır.

[4]  Bu soru gelecek yazılarımızın birinin konusunu teşkil ettiğinden burada ayrıca ele alınmamıştır.