Bir gün Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçmek için evden acele ile çıktı. O zaman Boğaz’da buharlı gemiler çalışmaya başlamamıştı. Bir yakadan ötekine geçecek olanlar ya ‘Pazar kayığı’ denilen bir çeşit büyük dolmuş mavnalarına binerler, ya da tek başına bir kayık kiralayıp öyle geçerlerdi. Onun işi acele olduğu için Pazar kayığını bekleyemezdi. Kıyıda bekleyen kayıklardan birine atlayıp Kabataş’a çekmesini söyledi. Fakat Kabataş iskelesine yaklaşırken parayı ödemek için koynuna elini atıp kesesini arayınca anladı ki evden telaşla çıkarken keseyi yanına almayı unutmuştur.
Kıvranmaya başladı. Kayıkçı da iri yarı, kaba saba bir adamdı. Ne deyip ne yapacağını düşünürken aklına bir çare geldi: ‘Bak evladım’ diyerek korka korka konuşmaya başladı: ‘Para kesemi evde unutmuşum. Yanımda sana verecek bir akçe bile yok. İstersen adresimi vereyim, akşama gel, paranı al. İstersen yarın sabah ben gelip seni iskelede bularak borcumu ödeyeyim.’ Tam o anda aklına başka bir çare geldi: ‘Evladım, ben hattatım. Hattatlığın ne olduğunu bilir misin? Sana bir ‘Çifte vav’ yazayım. Sahaşar Çarşısında kime götürecek olsan sana bu kayık parasını elli, yüz mislini verirler.’ Koynundan küçük bir kâğıt parçası çıkardı. Belindeki divit kalemle hemen oracıkta kâğıdın üzerini bir ‘Çifte vav’ çekip hala homurdanmakta olan kayıkçıya uzattı… Birkaç gün sonra boş bir zamanında Sahaşar Çarşısına giden kayıkçı ilk önüne gelen dükkancıya: ‘Efendi şu kağıt para eder mi?’ diye sormaya kalmadan dükkancı: ‘Ooo, bu meşhur hattatın ‘Çifte vavı’ Ne istersin?’ dedikten sonra adamın cevabını beklemeden eline yarım altın tutuşturdu. Üstüne bir şey karalanmış kâğıdın bunca para etmesi karşısında kayıkçı şaşkına döndü… Aradan haftalar geçmişti. Bir köşede müşteri arayan bizim bitirim kayıkçı, kalabalık arasında Onu görünce hemen tanıdı. Ötekini berikini yararak kayığını onun bulunduğu yere getirdi ve kendisine şöyle seslendi: ‘Efendibaba, gel benim kayığıma buyur. Hem çifte vav da istemiyorum. Bir vav’a seni karşıya geçiririm.’
Evet, ‘Çifte vav’ yazmakta eşsiz olan ve kayıkta mahsur kalan bu ünlü hattat, talik yazıda Türk hattatlarının en büyüğü sayılan Yesari Mehmed Esad Efendi’nin oğlu Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin ta kendisidir. 1776 senesinde İstanbul’da doğdu. Yazıyı babasında öğrendi, ondan icazet aldı. Ayrıca Osman el-Üveysi Efendi de kendisine bir icazet verdi.
Devlet memuriyetinde yüksek makamlara çıkan hattat, 1842’de Rumeli Kazaskeri oldu. Çok sayıda eser verdi ve Türk hattının en önemli sanatkârlarından biri kabul edildi. Altı tür yazı (aklam-ı sitte) dışında kalan, İranlıların bulduğu talik yazıda da yani bir üslup yakaladı. Önceleri İran’ın etkisinde olan talik yazı, 18. yüzyılda Yesarizade Mustafa İzzet’in elinde yepyeni bir görünüm kazandı. Onun yaptığı hamleyle, Osmanlı zevkinin hakim kıldığı bir sisteme dönüşerek Osmanlı Nestalik ekolünü kurulmuş oldu. Bu ekolün kurulmasından sonra hattatlar İran’ın Nestalik üslubunu terk ettiler ve Yesarizade ekolünü takibe başladılar.
Meşhur hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin şöhretine güzel yazıdaki büyük mahareti kadar, ilmi ve aşırı derecedeki mübalağaları da yardım etmiştir. Hatta bir dostuyla yaptığı sohbette ona şöyle demiştir:
– Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an yazıp bitirdim.
Dostu da söze şöyle devam etmiş:
– Geçen Ramazan’da Kandilli’ye bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğazda öyle bir fırtına çıktı ki… dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arsında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırmış:
– Yalan! Diye
Arkadaşı da ‘yalansa senin dün gece yazdığın Kur’an-ı Kerim çarpsın’ demiş.
Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, dönemin meşhur şairlerinden İzzet Molla ile iyi bir dostluğu vardı. Sık sık bir araya gelir, beraber gezerlerdi. Hatta bir keresinde II. Mahmud, İzzet Molla’ya:
– Molla! Yesarizade ile hiç ayrılmıyorsunuz. Maşallah bu ne muhabbet! Diye sorar.
Molla şu cevabı verir:
– Efendimiz! Yesarizade köleniz iyi yazı yazar. Ben kulunuz da biraz okurum. Yan yana gelince okur-yazar bir adam oluyoruz. Onun için birbirimizden ayrılmıyoruz.
Büyük bir hattat, talik’e son şeklini veren bir ekol kurucusu, iyi bir devlet adamı, iyi bir dost, iyi bir mübalağacı Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, 1849 yılında vefat etti. Bayrampaşa’da bu gün çevik kuvvet müdürlüğünün kullandığı binanın nizamiye kapısının üzerinde ve kapının iki yanında talik yazı ile yazılmış ‘Çaresaz-ı derdimendan Hazret-i Mahmud Han’ dizesiyle başlayan ve ‘Cism-i Han Mahmud ola asattan daim masun’ dizesi ile sona eren 32 beyitten oluşan kitabe; Osmanlı döneminde devlet işlerinin ilk kez kurumsal olarak yönetildiği Bab-ı Ali binasında, yani bugünkü İstanbul Valiliğinin kapısında görev yapacak devlet adamlarına nasihatleri içeren kitabe; Beyazıt Kulesinin üst tarafında beyzi bir çerçeve içerisinde bulunan talik kitabe; Sümbül Efendi Camii’nin avlusunda bulunan açık türbenin taştan örme kaideye oturan zarif parmaklıkları üzerindeki muhteşem hatlı ve altın yaldızla kayıtlı manzume ve İstanbul’un muhtelif yerlerinde bulunan birbirinden güzel harikulade yazıyla yazılmış binlerce kitabe Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin kültür mirasımıza hediye ettiği eserlerdendir.