İçeriğe geç
Anasayfa » KALPLERİN ÖLÜMÜ VE HAYATI

KALPLERİN ÖLÜMÜ VE HAYATI

  1. Sayıdan devam…

Kalp müsbet olarak imandan, salih amellerden beslenir ve hayat bulur.

Ahir zaman nebisi Muhammed (s.a.v) Efendimize ve O’na gönderilen İslam dinine iman,  kalp hayatının devamı için, ilk ve temel şarttır. Bu şart olmazsa olmazlardandır. Onun için Müslümanların, İslam dinini güzel olarak öğrenmeleri,  akaitlerini, hidayet fırkası olan Ehli Sünnet vel Cemaat  önderlerinin görüşleri istikametinde tashih edip düzeltmeleri lazımdır. “Ey iman edenler, Allah’a, Rasûlüne, Rasûlüne indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaba inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, Rasûllerini ve ahiret gününü inkar ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.[1] Bu Ayet-i Kerimede, iman eden müminlerin, Allah’a, peygamberine, Kuran’a, Kuran’dan önce inen kitaba, Meleklere ve ahiret gününe yeniden inanmaları,  imanlarını yeniden gözden geçirmeleri, eksikleri varsa tamamlamaları, yanlışları varsa tashih edip düzeltmeleri ve böyle bir imana devam etmeleri, hem de, (yeniden) iman etmeleri tarzında istenmektedir.

İkinci olarak, bu fırkanın müçtehitlerinin izahları doğrultusunda şer’i ahkam ile amel edip, bidatler(İslam dinine sonradan eklenen ve çıkarılan)dan uzak durmaları, üçüncü olarak da, fırkayı Naciye, Ehli sünnet yolu Tarikat-ı Aliye üzere, tasfiye ve tezkiye-i nefis(nefislerini Hak yolunda arındırıp durulamaları) gerekmektedir. İmam Rabbani’nin ifadesiyle bu üçüncü olan şart asl’a ait bir şart olmayıp kemalata ait bir şarttır. Bu üç temele aykırı olan amel zor riyazetler ve şiddetli mücahedeler cinsinden olsa da, bunlar Allah Teala’ya karşı işlenmiş isyan, azgınlık ve tuğyandan başka bir şey değildir.[2] Bunları işleyenler, Allah Teala’ya yaklaştıkları zannında olsalar da, bu amelleri ile ancak Allah Teala’dan uzaklaşırlar.

Ölü olan gönüllerin dirilmesi, diri olanların iman hayatlarının devamı için, yukarıda sayılan hususlara ek olarak, aşağıda sayılan hususların bilinmesi ve yerine getirilmesi ayrıca önem arz etmektedir.

Rasûlullah (s.a.v); “Sizin içinizde iman, elbisenin eskidiği gibi eskir. Allah’tan isteyin ki, sizin kalbinizdeki imanınızı tazelesin.”[3]  Yine Rasûlullah (s.a.v); bir başka zaman “imanınızı tazeleyin deyince, orada bulunanlar Ey Allahın Rasûlu imanımızı nasıl tazeleyelim dediklerinde. O da, Lailahe illallah sözünü çokça tekrar ederek.”[4] diye cevap verdi.

Taberani Ebu Ümame’den naklettiğine göre Rasûlullah’ın, Lokman’ın oğluna şöyle nasihat ettiğini haber vermiştir: “Yavrucuğum! Âlimlerle otur kalk. Hükemanın sözünü dinle. Çünkü Allah Teala, ölü araziyi sağanak yağmurla dirilttiği gibi, ölü olan kalbi de hikmet nuru ile diriltir.” [5]

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz “Az yiyerek, az gülerek kalbinizi diriltin ve açlık ile onu saflaştırıp inceltin”[6]

Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre; adamın biri, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e  kalbinin kasavetinden şikayette bulundu. O da, kalbinin yumuşaması seni sevindirecekse, yetimin başını okşa ve çaresizleri doyur” diye, buyurdu.

Toprağın baharı yağmur olduğu gibi, kalplerin baharı da Kur’an-ı Kerim’dir.[7] Kalpler için, tefekkür ve huşu ile okunan Kur’an’dan ve Allah Teala’yı zikirden daha faydalı bir şey yoktur.

İbrahim Havas kalbin ilacının  tefekkür ile okunan Kur’an-ı Kerim, boş mide, geceleri kâim olmak, seher zamanında yakarış, salihlerle birlikte olmak olarak beş şey olduğunu bildirmektedir..[8]

Yemeklerin peşine uyumak ta kalbin katılaşmasına neden olmaktadır.“Yemeklerinizi zikir ve namazla eritiniz. Yemeklerin peşine uyumayınız sonra kalpleriniz katılaşır”[9]. Tok karnına uyumak kalplerin katılaşmasına vurdumduymaz hale gelmesine, söz ve nasihatin tesir etmemesine sebep olur. Yemek yendikten sonra zikir ve namazla eritilirse hem o yemeğin şükrü eda edilmiş hem de kalbin kasaveti önlenmiş olur. Bunun da en azı,  her yemeğin peşine dört rekât namaz kılmak veya yüz tesbih çekmektir. Süfyanı Sevri, akşam yediğinde sabaha kadar, sabah yediğinde hazmedinceye kadar zikir yapar namaz kılardı.[10]

Kalp menfi olarak yanlış inançtan, büyük ve küçük günahlardan ve günaha götüren şehvetten, kötü ahlaklardan beslenerek zarar görür ve hastalanır. İnsan bedeni hastalandığında tedavi edilirse nasıl kurtulur, tedavi edilmese nasıl ölürse, kalp de iman noktasından aynen böyledir. Bunlar tedavi edilirlerse kurtulurlar Tedavi edilmezlerse zamanla ölürler. Böyle kalpler önce isyan ile itaati, daha sonra iman ile küfrü birbirine karıştırarak bu ikisi arasında mütemadiyen bocalayıp dururlar.

Günahın âşikâra olanı yani, herkes tarafından görüleni terk edildiği gibi, gizli olanı yani, başkaları tarafından görülüp bilinmeyen ancak Allah Teala ve kişinin kendisi tarafından bilinen ve kalpte sevgisi bulunan bu gizli günahların da terk edilmesi gerekir. “Günahın âşikâra olanını da gizli olanını da bırakın.”[11] Burada insanın iki şeyi terk etmesi istenmektedir Birisi gözle görülebilen müşahede, edilebilen açık günahlar, diğeri de gözle görülmeyen ama kalpte ahlak ve niyet olarak bulunanlardır. Bu Ayet-i Kerimenin izahında; zahir günahlar, organlarla işlenen ve onların fiili olan günahlarıdır. Batın günahlar, kalbin fiilleri ve niyetleri olan kötü ahlakların tamamı ki; bunların başında, -Kibir (hakkı kabul etmeme), Haset (başkasının elindeki nimeti çekememe), ucup (sahip oldukları ile kendini üstün görme) ve Müslümanlara karşı  kötü niyet taşıma- gibi olan günahlardır. Gizli günahların içerisine yanlış itikatlar,  imanî ve amelî bidatler dahildir.

Başı şehvet, neticesi kasvet olan günah önce vesvese olarak insanın aklına gelir . Bu vesvese, engellenmezse tefekkür haline dönüşür. O da düzeltilmezse -azimet- kararlılık halini alır. O da telafi edilmezse dine zıt olarak yaşanmaya başlanır.  Bu şekil bir yaşantı terk edilmez devam edilirse,  önce kasvete, daha sonra reyn ve tab’a  dönüşür.[12]

Günah kalbe sirayet eder ve kalpte hastalık baş gösterir. “Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır.”[13]  Bu Ayet-i Kerimenin izahında, kalbin halleri sıralanmış, bunlardan birincisi ‘reyn’dir. Kalbin günahla küflenmesi ve paslanmasıdır ve hafifidir. Rasûlullah (s.a.v): “Mü’min bir günah işleyince o kalbine siyah bir nokta olarak düşer. Kendini kınayarak günahı terk edip tevbe ederse, günahı silinir ve kalbi parlar. Eğer günahlara devam ederse, siyahlık kalbin tamamını kaplar. İşte bu –reyn- pastır ki, Cenabı Hak onun hakkında –Hayır onların kazandıkları (sebebiyle) kalplerini pas bağlamıştır.” [14]  diye buyurmuştur. Günahlar terk edilmez devam edilirse, kalbi bir kat daha siyahlık sarar ki buna da, -Tabı- denir.  Bu bir evvelki ‘reyn’ den daha ağır olanıdır. Bu noktada da günahlardan dönülmez, ısrarla işlenmeye devam edilirse, kalbe -Kufül-  gelir. Bu  ‘Tabı’dan daha şiddetli, kalbin kilitlenmesidir. Kalp kilitlenince iman kalbe girmeye yol bulamaz ki girsin. Küfür de yol bulamaz ki çıksın.[15] Daha önce ameli olan günah, inancına sirayet etmiş, kişi yaşadığı gibi inanmaya başlamıştır. Çünkü her  günahta küfre giden bir yol vardır.

Unutarak veya sehven işlenilen günahlar bundan  sonra, şuurlu olarak, kasden işlenmeye başlanır. Çünkü insan kelimesinin manası, önce geçeni unutan, sonra olana ünsiyet eden, alışan, uyum sağlayan, demektir. Bu ünsiyet ve alışkanlıktan dolayı işlenilen günahlar, kalpte kökleşerek insanda huy haline gelmesine, sonunda kalbin Allah Teala’dan yüz çevirmesine sebep olur.

“Üç şey kalbe kasavet (katılık) getirir.Yemeği sevmek (Oburluk). Uykuyu sevmek ve Rahatı sevmek.”[16] Mide aç kalınca bütün organlar doyar. Mide dolunca bütün organlar açlık  ile uyarılır. İnsandaki ilmi tefekkür seviyesi düşer, zihinsel kavrayış azalır, huşu kaybolur, ibadetlerin  halaveti, tadı tuzu kalmaz.

Fazlaca gülmek. Resûlullah (s.a.v) “vera sahibi (helal ve harama dikkat eden) ol ki: insanların en fazla ibadet edeni olasın. Kanaatli ol (olana razı ol) ki, insanların en fazla şükredeni olasın. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev ki, mümin olasın. Komşuna iyilik yap ki, Müslüman olasın. Gülmeyi azalt, zira fazla gülmek kalbi öldürür”[17]

İbrahim ibni Ethem’e Basra ehli, Allah Teala“Dua edin duanıza icabet edeyim (karşılık vereyim)” diye buyurduğu halde, biz dua ediyoruz ama duamız neden kabul edilmiyor? diye sorduklarında, onlara: “Çünkü sizin kalpleriniz sekiz sebepten dolayı  ölmüştür. Neden öldüğü sorulunca da onlara, Allah’ın hakkını bildiniz ve onu yerine getirmediniz. Kuranı okudunuz ama onun kurallarına uymadınız. Rasûlullah’ı seviyoruz dediniz, sünnetiyle amel etmediniz. Ölümden korktuğunuzu söylüyorsunuz fakat ona hazırlanmıyorsunuz. Allah Teala “Şeytan aleyhillane düşmanınızdır, siz de onu düşman edininiz.”buyurduğu halde siz Allah’a isyanda şeytanla el ele verdiniz. Ateşten korkuyoruz diyorsunuz, bedenlerinizi ateşe çekiyorsunuz. Cenneti sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama ora için amel etmiyorsunuz. Yatağınızdan kalktığınızda, kendi ayıplarınızı arkanıza atıyor, onları görmüyor, insanların ayıplarını önünüze seriyor onları görüyorsunuz. Rabbinizi gücendirdiniz. O sizin duanızı nasıl kabul eder.” diye söylemiştir.[18]

“Kim zengin insanlarla dostluğunu, fakirlerle beraber bulunmaya tercih ederse, Allah onu kalp ölümüne müptela eder.”[19]

Yukarıda kalbe kasavet(vurdumduymazlık)veren ve kalbin ölümüne sebep olan meselelere dikkatle bakılınca görülecektir ki; bu hususlarla insandaki dini derinlik ve hassasiyet yok olmada, din bakımından sığ bir anlayış ve yaşayış, zamanla dinde tam bir yozlaşmaya dini duyarlılığın silinip gitmesine, sebep olmaktadır.

Kişinin kendini takip etmesi, inancını gözleyip daima dinin terazisi ile ölçerek kontrol altında tutmasından başka çaresi yoktur.

Ve ahiru da’vana enil hamdü lillahi Rabbil alemin.

[1]              Nisa, 4/136

[2]              Mektubat: İmam Rabbani,187

[3]              Ramuze’l-Ehadis; 96

[4]              Ramuze’l-Ehadis; 270

[5]              Dürrül Mensur, 2.69

[6]              İhya:2,284

[7]              İhya:1,294

[8]              Risale-i Kuşeyri:411

[9]              Ramuze’l-Ehadis.67.

[10]            Levamiu’l-Ukul, C.1. S,444. Ahmed Z. Gümüşhanevi.

[11]            Enam, 120

[12]            Kuşeyri, 7.388

[13]            Bakara, 2/10

[14]            İbni Kesir.c,1. S,46

[15]            A.g.e. C,1. S,45

[16]            Ramuze’l-Ehadis, 264.

[17]            Kuşeyri, 1.51

[18]            İhya.2,241

[19]            Kuşeyri. 1.29