İçeriğe geç
Anasayfa » KAN ŞEKERİ NİÇİN DÜŞER?

KAN ŞEKERİ NİÇİN DÜŞER?

Sosyal medyada hattın öbür ucunda hastam şikâyetlerini sıralıyor. “Hocam şekerim çok ani düşüyor, çok acıkıyorum, dünyaları yiyorum, çok uyuyor, robotlaşıyorum. Düştüğü zaman sanki nefes almada bile zorlanıyorum. Ani sinir, sürekli ter… Yemek yemesem sanki bayılacağım şeker düşünce. Spor yapınca da düşüyor, yürüyüşte de. Boy 1.70 kilo 115. Bu hastalık anlatılmaz aslında yaşamak gerek. ALLAH’IM celle celâluhu yardım et.” Ben “Kilo ver egzersiz yap glisemik indeksi düşük gıdalarla beslen” diye basit önerilerde bulundukça hastam şikâyetlerine devam ediyor: “Çatlak profesör gibi oldum, bildiğin balina. Az önce bir litre vişne suyu, bir kutu ton balığı, çiçek ekmek. Rejimdeyim bir de… Gene acıktım bir şeyler atıştırayım geleceğim…”

Bu satırları okuyan çoğu kişinin şikâyetlerinin en azından belli kısmını yaşadığı bu hastamız otuzlu yaşlarda bilgisayar uzmanı bir kişi. Dolayısıyla gündüz ve gecesinin çoğu kısmı ekran başında geçmek zorunda. Hastamızın boyuna göre 35-40 kg fazla ağırlığı var. Yirmili yaşlardan itibaren kilo almaya başlayan hastamız en başlarda bu konuya önem vermemiş. Fakat bugünlerde geceleri horlama ve uyku bozukluğu, gündüzleri ise uyuklama ve konsantrasyon güçlüğü yaşıyor. Başvurduğu hekimler tarafından hastamıza kilo vermesi söylenmiş, ancak o tam tersine yukarıda anlattığı tarzda çok yemek zorunda kalıyor ve her geçen gün biraz daha ağırlaşıyor.

Günümüzde dünya çapında bir salgın (pandemi) halini alan şişmanlık illetinin gelişimini anlatan açıklamalardan bir tanesi insülin direnci dediğimiz olaydır. İnsülin direnci gelişiminde genetik her ne kadar önemli olsa da beslenme ve yaşam biçimi gibi çevresel faktörler çok daha önemli bir yer kaplıyorlar. Belli bir genetik alt yapısı olan kişi modern yaşam nedeniyle harcadığı kalorileri azaltıp, tam tersine daha fazla ve doğal olmayan besinler almaya başladığında kilosu artmaya başlıyor.

Ağırlığı artmaya başlayan hastada normal şartlar altında damarlarda dolaşan şekeri (glukoz) hücrelere sokmakla görevlendirilmiş olan insülin hormonunun etkisine direnç gelişmeye başlıyor. Bu durumun sonucu vücudun daha fazla insülin üretmesi ve şeker-insülin dengesinin bozulması sonucu ise bu sefer beraberinde yukarıdaki hastamızın anlattığı şikâyetler gelişmeye başlıyor. Yani gelişmiş fasit daire sonucu hasta daha fazla yemek zorunda kalıyor, ağırlığı nedeniyle daha az hareket ediyor, kilosu arttıkça da bu sefer insülin salgısı daha fazla artıyor.

İnsülinin fazla miktarlarda salgılanmasını sağlayan en önemli etken ise gıda maddelerinin yaratılışlarındaki doğal hallerinden arındırılarak çeşitli işlemlere tabi tutulması, yani, rafine edilmesi. Buğday örneğini verirsek; buğdayın içindeki lifsi (kepek v.s.) maddeler arındırılarak beyaz un haline getirildiğinde kan şekerini dolayısıyla insülin salgılanmasını arttırıcı etkisi çok fazla iken, doğal haline en yakın şekliyle – mesela bulgur- olarak tüketildiğinde ise bu etki çok çok daha az oluyor. Beyaz undan hazırlanan ekmek yerine bulgur tüketen insanlarda şişmanlık ve onun sonucu gelişen hipertansiyon, şeker hastalığı gibi durumlara çok daha az rastlanıyor.

Beyaz un yerine bulgur tükettiğinizde buğdaydaki lifsi maddeleri de sindirim sistemine almış oluyorsunuz. Gıdalardaki lifsi maddeler eriyebilen ve erimeyen olmak üzere iki kısımda inceleniyor. Erimeyen lifsi maddeler kitle etkisi yaparak kabızlığı önlüyor ve yağlar gibi çeşitli maddelerin emilmesini azaltıyor. Eriyebilen nişasta türü çeşitli lifsi maddeler ise bağırsaktaki yararlı bir takım bakterilerin etkisiyle bağırsak duvarında yavaşça gece boyu şekere çevrilerek şekerin ve insülinin aşırı yükselmesini dolayısıyla şişmanlığı önlüyor.

Aynı olay şeker tüketimi için de geçerli. Şeker türü diyebileceğimiz karbonhidratları ne kadar doğal haline yakın şekilde tüketirsek, kan şekerini ve insülin salgılanmasını arttırıcı etkisi o derecede fazla oluyor. Örneğin içinde yüksek miktarlarda rafine şekerler içeren kola, meyve suyu gibi içecekler yerine doğal sıkılmış meyve suyu kan şeker ve insülinini daha az yükseltiyor. Bunun yerine meyvenin kendisini yemek ise çok çok daha faydalı. Zira sekiz-on portakalı sıkarak içeceğiniz portakal suyu yerine lifleriyle beraber ancak üç-dört tane portakal yiyebiliyor, dolayısıyla daha fazla lif alarak daha az kalori tüketmiş oluyorsunuz. Bu da yüksek insülin salgılanmasına bağlı şeker düşmelerini önlüyor.

Son olarak midenin tam olarak dolarak gerilmesini önleyici hareketlerin de şişmanlığı önleyen nedenler arasında olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in tavsiye ettiği gibi midenin üçte birini boş bırakarak yemek yiyen, acıkmadan oturmayan, doymadan kalkan ve yerde oturarak sağ dizini karnına kırarak yemek yiyen birinin ahiret kazancının yanı sıra, dünyada da kolay kolay şişmanlamayacağı ve bundan kaynaklanan hastalıklardan korunacağı bir gerçektir.

            Miktad b. Madiykerb (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’ı şöyle buyururken işittim dedi:

            “Ademoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Ademoğluna belini doğrultacağı kadar birkaç lokma yeterlidir. Eğer daha fazla yemek istiyorsa, (midesini üçe ayırsın), üçte biri yemek, üçte biri su, üçte bir de nefesi için.”[1]

 

[1] Ahmed, 4/132; Tirmizî, 2381; İbn Mace, 3349.