İçeriğe geç
Anasayfa » KARDEŞLİĞİMİZE ZARAR VEREN EN BÜYÜK MİKROP: IRKÇILIK

KARDEŞLİĞİMİZE ZARAR VEREN EN BÜYÜK MİKROP: IRKÇILIK

Müslümanlar yüzyıllardan beri beraberce yaşamını sürdürmekte, birçok konuda birbirine ihtiyaç duymakta ve elbirliğiyle hayatın yükünü çekmektedir. Ne var ki tarih boyunca hayatını kardeşçe idame ettiren Müslümanlar olduğu gibi maalesef içlerinde düşmanlık besleyenler, hoşgörü ve sevgiyi değil kin ve nefreti azık edinenler, başkasının hakkında gözü olup ırk, ten rengi, soy gibi unsurları ayrışma sebebi gören; ırkçılık yapanlar da olmuştur.

Irkçılık mikrobu, daha insanoğlu yeryüzüne indirilmeden önce zuhur etmiş, hastalık olarak kendini göstermiştir. Kendisinin ateşten, insanın ise topraktan yaratıldığını ve bu yüzden ona secde etmeyeceğini söyleyerek Allah’a isyan eden şeytan, ırkçılığı ilk yapan varlık olmuş ve Rabbimiz tarafından lanetlenmiştir.

Irkçılık mikrobu nasıl ki şeytanın gözünü karartıp onu isyana sürüklemişse; aynı şekilde yeryüzüne indirilen beşeriyetten de Müslüman dahi olsa bu mikrobu kapanların, gözünü karartmış ve insanî hasletlerinden uzaklaştıran davranışlar sergilemesine sebep olmuştur.

Kendisini diğer insanlardan üstün gören, başkalarının yaşam haklarının kendilerine kölelik yapmakla var olabileceğini düşünen ırkçı zihniyetler, insanlık tarihi boyunca türlü soykırımlar, katliamlar ve zulümler yapmıştır. Yakın tarihimizde bile ırkçılığın verdiği asabiyetle işlenen onlarca zulme tanıklık ettik. Irkçılık sebebiyle işlenen katliamları saymaya kalksak bir dergi yazısı kifayet etmez.  Ama şunu da hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki; günümüz dünyasında maddî gücü ve yönetimi elinde bulunduran, hâkimiyetini devam ettirmek için de dünyayı kan gölüne çevirmekten çekinmeyen ve İslam coğrafyasında birçok katliam gerçekleştirenler de ırkçılığı esas alan bir anlayış üzerinden amaçlarını gerçekleştirmektedirler. Bu ırkçı anlayış, gün gelir siyah ile beyazı karşı karşıya getirir, gün gelir doğulu ile batılıyı. Bir gün laik ile muhafazakârı, diğer gün Sünni ile Şii’yi. Bu tür ikili çatışmaların başında da sonunda da kazanan yoktur. Siyah da kaybeder, beyaz da kaybeder; doğulu da kaybeder, batılı da kaybeder. Çünkü bu çatışmada saf tutanlar ancak piyon olmuşlardır.

Tarih sahnesinde uzun bir çizgiye sahip imparatorlukların dahi dağılmasında ve günümüz dünyasının siyasî sınırlarının çizilmesi noktasında oldukça etkili olan ırkçılık, kavram olarak çok yalın görünmesine rağmen oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Her şekilde ortaya çıkabilen ırkçılık için illaki siyah veya beyaz olmaya da gerek yok. Dışarıdan bakılan bir gözle anlaşılmayacak biyolojik, kültürel veya fikri farklılıklar, ırkçılık mikrobu sayesinde küresel çatışmaya dönüşebilecek birer sebep olabilmektedir. Afrika’da biri diğerinden biraz daha siyah olduğu için aşağılanan, hakarete uğrayan ve yıllarca çatışan kabileleri ya da Japonlar ile Çinlilerin birbirlerine uyguladıkları ırkçılığı buna örnek gösterebileceğimiz gibi hemşehricilik, mezhepçilik, cemaatçilik, yabancı düşmanlığı, particilik ve fanatikliği de örtük ırkçılığa örnek olarak gösterebiliriz.

Kardeşliğimizin bozulmasının en büyük sebebi olan bu olgu daha önce de belirttiğimiz gibi bir hastalıktır. Gribal enfeksiyon gibi bir takım semptomlar göstererek insan aklına sirayet ettiği gibi, bazı kanser türlerinde olduğu gibi sinsice yanaşarak bünyede yer edinebilmekte ve günden güne büyüyebilmektedir. Öyle ki Müslüman kişi kendisinin ırkçı olmadığını söyleyerek vatan sevgisi, millet sevgisi, meşrep sevgisi gibi ifadelerin arkasına sığınarak ırkçılık yapmakta ama bunun farkına dahi varamamaktadır.

Maalesef ülkemizde de son zamanlarda bu duruma çok fazla şahit olmaktayız. Milliyetçi muhafazakâr söylemlerle, bazen gizli bazen açıkça gördüğümüz ırkçı hissiyatlar barındıran söylemler, davranışlar, haksızlıklar giderek artıyor. Yazılı ve sözlü basın dilinden, dizilerdeki içeriğe kadar birçok alanda “millîlik” adı altında yapılan ırkçı uygulamalar var. Bu örtük ırkçılık neticesinde de ne kadar yardımsever bir ülke olduğumuz dillendirilerek kendimize pay çıkarsak da, diğer taraftan Suriyeli düşmanlığı her geçen gün artmakta; mevcut işsizlikten, bozulan ekonomi hatta ahlaki çöküşe kadar birçok sorunun müsebbibi olarak Suriyeliler gösterilmektedir, tıpkı Amerika’da siyahların, Hindistan’da Müslümanların, Myanmar’da Arakanlıların, Tayland’da Patanilerin gösterildiği gibi…

Irkçılık bir hastalık olduğu için doğal olarak bu hastalığın da bazı belirtileri olacaktır. Bu belirtilerin ilki kibir yani kendini üstün görmek ya da kendinden olmayanı küçümsemektir.

Bir diğer belirti ise anlayışsızlık ya da bencilliktir. Bu belirti ise Müslümanın başkasına karşı olan tutumlarını etkiler ve kişiler arasında kin ve düşmanlığa sebep olur.

Irkçılığın başka bir belirtisi olarak, güçlü iken güçsüzün hakkına girmeyi ya da adaletsizlik yapmayı sayabiliriz.

Yukarıda belirtilerini saydığımız bu hastalığı ancak tedavi etmekle ortadan kaldırabiliriz. Bunun için ilaç hükmünde bir reçeteye ihtiyaç duymaktayız. Reçetenin ilk maddesi kendimiz için istediğimiz/istemediğimiz bir şeyi kardeşimiz için de istemek/istememek,  kardeşimizi kendimize tercih etmek, kardeşimiz için yaşamak…

İnsanları, bütün kimliklerinden ziyade üstün ya da alçak görmemek, yaratıldığı yer, var edildiği kültür gibi küllî iradeye mahsus durumları ayrılık sebebi olarak tanımlamamak reçetenin bir diğer maddesidir.

Son madde olarak sayabileceğimiz adil olmak kavramı ise her türlü ayrışmaya ket vuracak kadar güçlü bir haslettir ve Müslüman olmanın da gereğidir.

Bu reçeteyi uyguladığımız müddetçe ırkçılık mikrobundan korunabilir ve kardeşliğimiz bir binanın birbirine bağlı tuğlaları gibi sağlam, bir vücudun organları gibi uyumlu, bir tarağın yan yana duran dişleri gibi güçlü olabilir.