İçeriğe geç
Anasayfa » KARDEŞLİK BİR İHTİYAÇ MIDIR?

KARDEŞLİK BİR İHTİYAÇ MIDIR?

On yedi rekât farz, üç rekât vitir vacip ve yirmi rekât sünnet olmak üzere günde asgari kırk rekât namaz kılıyoruz. İşrak, evvabîn ve teheccüdlerle bu rakam daha da yükseliyor. Ve biz bu namazların her bir rekatında Fatiha Sûresi’ni mutlaka okuyoruz. Bu surenin beşinci ayetinde ise oldukça ilginç bir şey söylüyoruz: “İyyâke na‘büdü ve iyyâke neste‘în” (Yalnızca Sana kulluk ederiz ve yalnızca Senden yardım dileriz). Ayeti okuyan tek başına okuyor ama “İyyâke na‘büdü ve iyyake neste‘în” diyor; “Ben yalnız Sana kulluk ederim ve ben yalnız Senden yardım dilerim.” değil, “Biz…” diyor. Neden?

Bu ayetin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır bu soruya şu cevabı veriyor: “Bu ayeti okumakta olan kişi bunu söylerken kendisinin büyük bir cemaatin/grubun üyesi olduğunu hisseder. Ait olduğunu hissettiği cemaat ne kadar büyükse o kişi kendisini o kadar güçlü hisseder. Bu ayeti Rasûlullah Efendimiz okurken onun zihninde ne kadar büyük bir cemaatin canlandığını düşünün. O cemaatin, bütün geçmiş peygamberleri, o peygamberlere ittibâ etmiş olan bütün mü’minleri, bütün melekleri ve kendisine tâbî olmuş olan ve gelecekte tâbî olacak olan bütün Müslümanları ihtiva ettiği açıktır. Böyle devasa bir gruba ait olmak, o devasa grubun üyesi olmak nasıl bir özgüven ve güç kaynağı olur? İşte bir mü’min bu ayeti her okuyuşunda ne kadar büyük bir cemaatin/grubun üyesi olduğunu düşünürse kendisini o kadar güçlü ve kuvvetli hisseder”[1]

İslâm Dini hem bu dünyada ve hem de ahiret hayatında insanların mutlu, huzurlu, sağlıklı ve güçlü olmamızı sağlamaktadır. Biz insanların namazına, orucuna, haccına, imanına Rabbimizin ihtiyacı yoktur. Bunlara bizim ihtiyacımız vardır. Biz hayatımız boyunca tek rekât bile namaz kılmasak bundan Rabbimizin hiçbir zararı olmaz, sadece bizim zararımız olur. Bütün ömrümüz boyunca hiç durmadan, ara vermeden devamlı olarak namaz kılsak bundan da Rabbimizin hiçbir çıkarı ve kazancı olmaz. Kazanç ve menfaat sadece bize aittir. İmanımız, ibadetlerimiz ve İslam’ın bize emrettiği her şey mutlaka maddî manevî bir ihtiyacımızı giderir ve mutlaka dünyevî/uhrevî bir işimize yarar. “Mü’minler ancak kardeştirler.”[2] ayeti ile İslam’ın emrettiği kardeşlik de bizim çok büyük bir ihtiyacımızı karşılamaktadır.

Modern psikolojinin ünlü isimlerinden olan Abraham Maslow’un ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi’nde belirlediği üç ihtiyaç, yukarıdaki ayet-i kerimenin tanımladığı ‘kardeşlik’ kavramının içeriğinde mevcuttur.  Bu teoriye göre İslam’ın tanımladığı kardeşlik, ferdin üç temel ihtiyacını karşılamaktadır.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi, bireyin beş ihtiyaç basamağından oluşmaktadır. Bu ihtiyaç basamaklarının biri tamamlanmadan bir sonrakine ihtiyaç hissedilmez. Bu yüzden her bir basamaktaki ihtiyaç bir sonrakine göre daha önemli ve daha temel bir ihtiyaçtır.   

İnsanın en temel ihtiyaçları, nefes alma, yeme, içme ve uyuma gibi fizyolojik ihtiyaçlardır. Bu basamağı Maslow ‘Fizyolojik İhtiyaçlar’ olarak isimlendirmiştir. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde insanın hayatını idame ettirmesi mümkün değildir. Bu ihtiyaçlar bir sonraki basamağın da zeminini oluşturur.

Bir sonraki ihtiyaçlar basamağı, kendisini, ailesini ve toplumunu güven ve emniyet içinde, tehlikelerden uzak hissetmeyi içeren ‘Güvenlik İhtiyaçları’dır.  Güvenlik ihtiyaçları da en temel ihtiyaçlar kategorisidir. Bu ihtiyaçların karşılanması hayati öneme sahiptir. İslam’ın tanımladığı ‘kardeşlik’ kavramı işte bu ihtiyaç basamağından itibaren devreye girer. İslam Ansiklopedisi’nde ‘Kardeşlik’ maddesinde şu açıklama yer almaktadır: “Zemahşerî, Arapların Câhiliye döneminde ihanet ve düşmanlık duygularıyla sürekli savaş halinde olduklarını hatırlattıktan sonra ayetteki “kardeşler” kavramını bu bağlamda “birbirine karşı şefkat duyan, temel noktalarda uzlaşıp anlaşan topluluk” şeklinde açıklar.” Savaşı engelleyen kardeşliğin, güvenlik ihtiyacını karşıladığı, Zemahşerî’den alıntılanan bu izahta çok açık olarak belirtilmiştir. Yine İslam Ansiklopedisi’nin ‘Muahât’ maddesinde, İslam kardeşliğinin neleri içerdiği şu açıklamalarla ortaya konmaktadır:

“Muâhât, İslâm toplumunda bütünleşmenin gerçekleştirilmesine ve o günkü sosyokültürel ve ekonomik problemlerin çözümüne büyük kolaylıklar getirmiş, özellikle hilf denilen Câhiliye âdetinin ortadan kaldırılmasını, yurtlarından ve yuvalarından ayrı düşen muhacirlerin garipliğini, mahzunluğunu gidererek Medine’ye ve Medinelilere ısınmalarının kolaylaştırılmasını, onlara maddî destek imkânları araştırılırken bunun mânevî bir kardeşlikle desteklenmesini ve yardım görmelerinden doğabilecek psikolojik ezikliğe fırsat verilmemesini, o zamana kadar yaşadıkları ağır şartlarda tecrübe kazanan muhacirlerin Ensara mürşid, Ensarın da onlara bir nevi öğrenci kılınarak eğitici bir hareketin başlatılmasını, ashab arasında seciye ve karakter benzerliğinin belirginleştirilmesini ve her iki zümrenin ortak bir paydada buluşarak zihniyet beraberliği içinde inkârcı, münafık ve Yahudi fitnelerine karşı birlikte hareket etmelerini sağlamıştır. Muhacirlerle Ensar arasında ahdî kardeşlik kurulmasında bunlardan başka yararlar da gözetilmiştir. Meselâ Mekkeli putperestlerin Abdullah b. Übey b. Selûl gibi münafıkları ve o kanalla Medinelileri askerî saldırıyla tehdit etmesi kardeşlik psikolojisiyle birleşen Müslümanlar karşısında etkisiz kalmıştır. Ayrıca ileride vuku bulacak askerî seferlerde kardeşlerden şehirde kalanın her iki ailenin işleriyle ilgilenmesi sebebiyle diğerinin gönül huzuru içinde savaşa katılması sağlanmış olacaktı. Araplar arasında her zaman çıkabilecek kabilecilik gayretine dayalı tefrikaya karşı en etkili önlem de yine muâhâttı. Uhuvvet tesisinden sonra kardeşler arasında bir süre miras hükümleri de geçerli sayılmış,[3] ancak buna Bedir Gazvesi’nin ardından son verilerek miras sadece nesep yönünden yakınlığı olanlara hasredilmiştir.[4] Muâhâtın miras hukuku dışında kalan yardımlaşma, birbirine destek olma, öğüt verme, öğüt alma tarzındaki hükümleri ise daima yürürlükte kalmış, bu anlamıyla kurum bütün mü’minleri içine alacak şekilde (din kardeşliği) genelleştirilmiştir.[5]

Peygamber Efendimiz’in x hicretin beşinci ayında uyguladığı muâhâtın, ‘Güvenlik İhtiyacı’nı hangi boyutlarla karşıladığı bu izahlarda açıkça görülmektedir.

Maslow’un belirlediği ihtiyaç basamaklarının üçüncüsü, başkaları tarafından kabul edilme ve bir yere ait olmayı içeren ‘Aidiyet ve Sevgi İhtiyaçları’dır. Güvenlik ihtiyaçlarından sonraki basamakta konumlandırılmış olan aidiyet ve sevgi ihtiyaçlarının da İslam kardeşliğinin muhtevasında yer aldığı açıktır ve İslam Ansiklopedisi’nden yukarıda alıntıladığımız paragraflarda bu ihtiyaçların nasıl karşılandığı açıklanmaktadır.

Dördüncü ihtiyaç basamağı ise başkalarınca benimsenip tanınma, saygı, prestij ve değer kazanma olarak ifade edilen ‘Değer İhtiyacı’nı tanımlamaktadır. İslam kardeşliğinin, Maslow’un belirlediği ‘Değer İhtiyacı’nı da karşıladığı yukarıdaki açıklamalarda görülmektedir.

Bu durumda şu sonuç cümlesini yazalım: Hucurât Suresi ile emredilen ve tarih içindeki en muhteşem uygulaması hicreti takip eden aylarda Rasûlullah x tarafından Medine’de kurulan ‘kardeşlik’, fizyolojik ihtiyaçlardan sonra sıralanan ‘Güvenlik’, ‘Aidiyet – Sevgi’ ve ‘Değer’ ihtiyaçlarının tamamını karşılamanın mucizevi yöntemi ve yoludur.

***

Anadolu’muzda asırlar boyu yaygın olarak uygulanan ‘Ahret Kardeş’liği, İslam Kardeşliğinin gelenekselleştirilerek kalıcı bir kuruma dönüşmüş halidir. ‘Ahret Kardeşim’ uygulaması, İslam kardeşliğinin zirvesidir. Hz. Ali kendi durumunu sorduğu zaman Rasûl-i Ekrem x ona, “Sen benim dünyada ve âhirette kardeşimsin.” cevabını vermiştir.[6] Peygamber Efendimiz’in x Hz. Ali 4 Efendimiz’e “Ahiret kardeşimsin” ifadesi, asırlar boyu Anadolu’da ‘Ahret Kardeşliği’nin kaynağı olagelmiştir. ‘Ahret Kardeşliği’ hakkında aşağıda gelen açıklamalar, İslam kardeşliğinin toplumumuzda nasıl bir yer edindiğini göstermesi açısından okunmaya değerdir:         

“İki Müslüman arasında Allah rızası için, dünyada ve ahirette birbirlerine yardım etmek ve dua etmek üzere kurulan kardeşlik; dostluk demek aslında, ama Anadolu’daki adı “ahiretlik”. Ahretlik ne arkadaşlığa ne kan kardeşliğine ne de kankalığa benziyor. İslam kardeşliği içinde ileri bir kardeşlik durumu, daha çok, ashab-ı kiram arasındaki muâhata benziyor. 

Ahretlik yöresel bir gelenek değil. Uzun zaman birbirini görmeyen ahretlerin bir araya gelip hasretle kucaklaştıklarında Peygamberimize salavat getirmeleri boşuna değil… Allah’ın elçisi x, “Birbirlerini seven iki kul karşılaşıp kucaklaştıklarında Rasûlullah’a x salavat getirirlerse, ayrılmadan önce Allah’ın affına ermiş olurlar.” buyuruyor.

Ahiret kardeşliği iki erkek veya iki kadın arasında yapılıyor, ölüme kadar hatta ahirette de devam eden bir kardeşlik kurulduğuna inanılıyor. Arkadaşını seçebilecek yaşa geldiği çağdan itibaren gençler kendilerine bir ahretlik kardeşi seçebiliyorlardı.

Ahret kardeşliği ahlak, kişilik ve huy benzerliği olan kişiler arasında kurulurdu. İnsanlar ahretliklerini iyi huylu, dindar, akl-ı selim sahibi kişiler arasından seçmeye dikkat etmişlerdir. Yoksa aşı tutmazmış. Ahretliğin “tutması”, tarafların iyilik ve kötülüğün ne olduğu konusunda ortak anlayışa sahip olmaları ve bu sorumlulukları hayat boyunca taşımalarıyla belli olurmuş.

Hemen her şeyi törenleştiren, bu vesile ile toplum nezdinde kabulünü hızlandıran ve nesilden nesle nakledilmesini sağlayan Osmanlıda ahretlik olmanın da bir merasimi vardı elbette. İki genç birbirini ahret kardeşi seçeceği zaman önce aralarında anlaşırlar, sonra da ailelerini haberdar ederlerdi. Aileler çocuklarının arkadaşlığı için komşulara ve akrabalara haber verir, mevlit ve dua yapılacağını duyururlardı. Ailelerinden kimin durumu müsaitse merasim onun evinde yapılır, merasime gelenler yanlarında küçük hediyeler getirirlerdi. Gençlerin aileleri de ahretlik seçilen arkadaşa, içinde basma, yazma, çorap, terlik, seccade, patik vb. eşyalar olan birer bohça hazırlar ve takdim ederlerdi.

Merasim başladığında Kur’an-ı Kerim, Mevlit ve ilahiler okunur sonra da iki genç davetlilerin huzuruna çağırılırlardı. Davetlilerin en büyüğü “Sizleri ahretlik yapacağız, rızanız var mı?” diye sorarak son bir kez daha rızalarını alırdı. Gençler tasdik ettikten sonra üç defa “Ömrü billah ahretlik olacağınıza, birbirinizi gücendirmeyeceğinize ve kollayacağınıza buradaki herkes şahit olsun mu?” diye sorardı. Onlar da üç kez “Evet.” cevabını verdikten sonra iki tane kırmızı tülbent getirilir, gençlere verilirdi. Eğer ahretlikler kızlar ise tülbentleri birbirlerinin başlarına bağlar, orada bulunanların ellerini öper ve ahretlik olurlardı. Daha sonra dualar edilir; bazlamalar, pişiler, un helvaları yenilip cemiyet dağılırdı.

Ahretlikler sonraki hayatlarında sevinçli ve üzüntülü zamanlarında birbirlerinin yanında yer alırlar, birbirlerine hayrı tavsiye eder, kötülüklerden sakındırırlar, kötü ve tehlikeli yollara düşmekten korurlardı. Hayattayken birbirlerine yardımcı olan ahiret kardeşlerinden birisi vefat ettiği zaman, sağ olan vefat edenin ruhu için hayır ve hasenat yapar, ailesine ve çocuklarına yardımcı olurdu. Onların sıkıntılarını gidermeye çalışır. Ahiret kardeşi olan kimselerin aileleri de aynı münasebetleri devam ettirmeye çalışırlardı. 

Ahret olan kızlar birbirlerine “Ahretim, ahretliğim, kardeşim, bacım vb.” şekillerde hitap ederler, ölünceye dek birbirlerini kardeş, sırdaş, haldaş olarak bilirlerdi. Bu ortaklık sadece ikisi arasında kalmazdı. Ahretliğinin anne ve babasına “ahret anne”, “ahret baba” derlerdi. Babaları veya anneleri vefat ettiğinde, onun ahretliğini Hakk’ın rahmetine kavuşuncaya kadar ziyarete devam ederler, sık sık ararlar, hâl hatır sorarlar, eşine hürmet gösterirlerdi.

Evliliklerinden sonra ahretliklerin eşleri birbirlerine “bacanak”, çocuklar da annelerinin ahretliğine “teyze” ya da “ahret teyze” derlerdi. Bu durum böylece torunlarına kadar devam ederdi. Ahret olanların kavillerinden döndükleri nadir görülmekle birlikte bu toplumda hiç de hoş görülen bir durum değildi.

Ahretlikler düğün, dernek gibi bir cemiyete davet edildiği zaman aynı elbiseleri giyerler, kol kola girerek gezerlerdi.

Ahretliklerin ömürlerinin her anında birbirlerine yardım etmelerinin yanında düğünlerinde çok özel bir de vazifeleri vardı. Bir kızın ahretliği nişanlandığı zaman o kız hemen bir çiçek dikerdi. O çiçeğe gözü gibi bakar, ahretliğinin düğününe kadar yetiştirirdi. Düğün günü gelince çiçeği güzel bir saksıya aktarır, saksının dışını süsler ahretliğinin evine getirirdi. O çiçek gelinin odasında bulunur, genç kızlar özellikle bu çiçeğe bakmaya gelirler, “Ahretliğinin çiçeği de pek güzelmiş.”, “Aman, ben pek beğenmedim.” fısıltıları kulaktan kulağa dolaşırdı. 

Tasavvuf içinde de bir yol kardeşliği, bir muhabbet, bir ahiret kardeşliği vardır. Ve hatta bazısı bazısına samimî hitap etmek istiyorsa, “Nasılsın ahretlik?” der. Yâni, “Ey benim ahiret yönünden kendisini kardeş seçtiğim, nasılsın?” demiş olurdu.

Osmanlıda ahretlik kelimesini ifade eden bir başka kelime daha kullanılmıştır; “şerîk”, ortak demek olur.  Ahretlikler uzak düştüklerinde birbirlerine mektup yazarlarken “şerîk” sözcüğünü birinci satırda yer alan hitap cümleciğinde kullanırlarmış: 

“Hakîrin şerîki karındaşım, cânım efendim…” derlermiş mesela. Yahut, “O benim rahle şerîkim ve elli yıllık dostumdur…”

Ahretlik yol arkadaşın, bekçin, koruyucun, seni denetleyen yanlış yapmanı önleyen iyilik meleğindir. Ahretseniz birbirinizi düzeltir, iyiliğe sevk edersiniz. Birbirinizi uyarırsınız. Birbirinizi bilgilendirir, haberdar edersiniz. Ahretseniz askerlikte biriniz uyuyan, diğeriniz nöbet tutandır. Yolcuysanız dertleşen, zamanın nasıl geçtiğini birbirinize unutturan; köylüyseniz birbirinizin imece eri, şehirliyseniz iyi ve kara gün dostusunuzdur.”[7]

***

Bugün yeryüzünde “Ben Müslümanım” diyen insan sayısının yaklaşık bir buçuk milyar olduğunu biliyoruz. Bu devasa sayıya rağmen yeryüzünde yaşamakta olan insanların en mağdurlarının ve en mazlumlarının Müslümanlar olması, Müslümanlar arasındaki kardeşliğin günümüzde hangi düzeyde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İslam’ın emrettiği ve hedeflediği kardeşliğe bugün, bütün eski dönemlerden daha fazla ihtiyacımız olduğu çok açık bir gerçektir. Ancak maalesef bu şiddetli ihtiyaç asla giderilememektedir. Çünkü kardeşliğe zarar verecek haramlar Müslümanlar tarafından rahatça işlenmektedir. Biz Müslümanlar domuz eti zinhar yemeyiz, hatta ‘domuz’ lafını bile kolay kolay ağzımıza almayız, ama domuz eti gibi haram kılınan gıybet, haset, yalan, kibir, ucub, aldatma haramlarını çok kolayca işleriz. Kardeşliğimize zarar verecek her türlü davranıştan asla sakınmayız. Kardeşliğimizi besleyecek ibadetleri ise en düşük düzeyde ifa ederiz. Bu durumda, olan kardeşliğimize olur. Nebevî bir ikaz ile yazımızı sonlandıralım: Birbirinize buğzetmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin; Ey Allah’ın kulları, kardeş olun![8]


[1] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Fatihâ Sûresi Tefsiri.

[2] Hucurât, 49/10.

[3] Bkz. Enfâl 8/72.

[4] Bkz. Enfâl 8/75.

[5] Bkz. Hucurât 49/10.

[6] İbn Hişâm, II, 151.

[7] https://akra.media/Medya/MedyaDetay/318. (08.08.2022 tarihindeki hali)

[8] Buhârî.