İçeriğe geç
Anasayfa » KÂTİP ÇELEBİ

KÂTİP ÇELEBİ

Hayatı

Kâtip Çelebi 1609 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Mustafa, babasının adı ise Abdullah’tır. Ulema arasında Kâtip Çelebi olarak Divan-ı Hümayun’da ise Hacı Halife lakabıyla tanınmaktadır. Babası Enderun’dan yetişerek silahdarlıkla ilgili bir görevle çırağ edilmiştir. Devrin âlim ve şeyhlerinin meclislerini takip ederek ilme karşı büyük ilgi içerisinde olmuştur. Kâtip Çelebi beş-altı yaşlarında iken babası onu İmam İsa Halifetü’l-Kırımî’ye Kur’an ve tecvit öğrenmesi için talebe olarak vermiştir. İmam İsa’dan Kur’an okumayı, tecvitten Mukaddime-i Cezeriyye’yi ve namazın şartlarını öğrenmiştir. Daha sonra Zekeriyya Ali İbrahim Efendi ile Nefes-zade’den dersler görmüş ve Kur’ân-ı Kerîm’i yarısına kadar ezber dinletmiştir. Sonra İlyas Hoca’dan tasrif ve avâmil derslerini görmüş ve Böğrü Ahmed Çelebi’den ise hat dersleri almıştır.

 On dört yaşına geldiğinde babası ona maaşından 14 dirhem harçlık bağlayarak yanına almıştır. Divan-ı Hümayun kalemlerinden Anadolu Muhasebeciliği kaleminde çalışmaya başlayarak hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazılarını öğrenmiştir.  Ertesi sene Abaza Paşa isyanını bastırmak amacıyla Erzurum’a sefere çıkan orduya babası ile birlikte katılmıştır. 1035’te Bağdat seferine de iştirak etmiştir. Bağdat’ı alamayarak geri dönerlerken pek çok sıkıntılar çekmişlerdir. Musul’a vardıklarında Kâtip Çelebi önce babasını sonra amcasını kaybetmiştir. 1038 (1628) senesinde bir aralık İstanbul’a gelen Kâtip Çelebi burada Kadızâde’nin derslerine devam etmiştir. Kadızâde düzgün ve tesirli bir üslûba sahip olduğu ve halkı ilme ve cehaletten kurtarmaya teşvik ettiği için Kâtip Çelebi ondan çok etkilenmiştir. Hüsrev Paşa ile tekrar sefere çıkana kadar onun vaazlarını ve derslerini dinlemiştir. Çeşitli seferlere iştirak ettikten sonra 1631 senesinde tekrar İstanbul’a dönmüş ve tekrar Kadızâde’nin derslerine katılmıştır. Bu sefer ondan tefsir, İhyâ-yı Ulumi’d-Dîn, Şerh-i Mevâkıf, Dürer ve Tarîkat-ı Muhammediyye okumuştur. Daha sonra tekrar sefere çıkan Kâtip Çelebi on yıl kadar muhtelif seferlerde bulunduktan ve bu sırada haccı da ifa ettikten sonra kendisini bütünüyle ilme adamak için İstanbul’a gelmiştir. Bu niyetini, cihad-ı asğar’dan cihad-ı ekber’e dönmek şeklinde nitelendirmiştir.

Kendisine kalan küçük bir mirası kitaplarına yatıran Kâtip Çelebi, Halep’te iken sahaf dükkânlarında gördüğü kitapların ismini kaydetmeye başlamıştı. Tarih, tabakât ve vefayât türü eserlere daha çok ilgi duymuş ve 1636 senesine kadar bu alanlardaki pek çok kitabı okumuş bulunuyordu. Devrinin önde gelen meşhur simalarından A’rec Mustafa Efendi’den ders almaya başlamış ve kendisine üstat kabul etmiştir. Ayasofya Camii dersiamı Abdullah ve Süleymaniye Camii dersiamı Keçi Mehmed Efendilerden ders almıştır. 1642 senesinde Vaiz Veli Efendi’den Nuhbetü’l-Fiker’i ve Elfiyye’yi okumuşur. Ermenek müftüsü Molla Veliyyüddin’den Telhîsü’l-Miftâh ve Ali b. Ömer el-Kâtibî’den ise mantıka dair eş-Şemsiyye isimli eseri okumuştur. On yıl kadar geceli gündüzlü kendisini ilme adamıştır. 1645 senesi Girit seferi münasebetiyle harita yapımıyla ilgilenmiş ve bu arada memuriyetinden ayrılmıştır. Hastalığı esnasında tedavi yollarını öğrenmek amacıyla tıp kitaplarını okurken aynı zamanda manevî çarelere de başvurmuştur. Müslüman olan Fransız asıllı Mehmed İhlasî’nin yardımı ile de bazı eserleri Latinceden Türkçeye çevirmiştir. Hayatı boyunca farklı ilim dallarıyla iştigal etmiş ve pek çok eser vermiştir.

Teliflerinin yoğunlaştığı bir zamanda 1657 senesinde sabah kahvesini içerken füc’eten vefat etmiştir. Kendisi gece yediği ham karpuzdan ve sabahleyin soğuk su ile yaptığı gusülden endişelenip hanımına ve uşağına, “Ne aceb birbirine muhalif işler ettik, bir zarardan Allah Teâlâ hıfz eyleye.” diyerek durumu izhar etmiştir. Bir Mizânü’l-Hakk nüshasında benzer şeyler anlatılmakla birlikte bazı teferruat da eklenmiştir. Buna göre Kâtip Çelebi, gece yediği ham karpuz dolayısı ile midesi bozulduğu, göğsünde bir ağrı peyda olduğu söylendikten sonra,  “Bazı maâcin ve müsahhinât isti‘mal edüb üzerine kahve içerken mütegayyir olup elinden fincan düşer ve bu telaşesi esnasında biçare kütüb-i tıbba müracaat sadedinde iken kendi dahi füc’eten vefat eder.” denilmektedir.

Kâtip Çelebi’nin mezarı, Zeyrek Camii’ne varmadan mektebin altındaki sebilin bitişiğinde küçük bir hazirede idi. O zamanlarda mezar taşının tamamı sağlam olmadığı için mezarın Kâtip Çelebi’ye ait olduğu kesin olarak söylenememekle birlikte genel kabul bu yönde olmuştur. Bu mezarın Kâtip Çelebi’ye ait olduğunun kabul edilmesinde bazı faktörler de etkili olmuştur. Öncelikle silindirik mezar taşı her dönem çokça kullanılan bir mezar taşıdır. Mezar taşının başlığının olmayışı dönem belirlemeyi zorlaştırsa da baş ve ayak taşlarında ki bitki motifleri 15. ve 16. y.y’da kullanılan motiflerdir. Dolayısıyla mezarın üslûbu Kâtip Çelebi’nin vefat ettiği tarihle uyumludur. Daha sonra yol çalışmaları dolayısıyla caddenin karşısında Voynuk Şuca‘ Camii kabristanına kaldırılmış ve 1953 yılında yeni bir mezar yaptırılmıştır. Hızır Bey’in kabrinin de yer aldığı bu camii cumhuriyet döneminde yıkılmıştır.

Üzerinde yazılı olarak kalan birkaç kelimeden, kaybolan eski mezar taşında şu hadis-i şerifin yer aldığı nakledilmektedir:

 “اَلْمَوْتُ كَأْسٌ وَكُلُّ النَّاسِ شَارِبُهُ وَالْقَبْرُ بَابٌ وَكُلُّ النَّاسِ دَاخِلُهُ” (Ölüm bir kadehtir, herkes ondan içecektir ve kabir bir kapıdır herkes ondan girecektir.)

Şahsiyeti

Kâtip Çelebi oldukça himmet sahibi, iyi huylu, az konuşan ve hâkim meşrepli birisidir. Farklı fikirlere müsamaha ile yaklaşan Çelebi kendisinin Hanefî mezhebinde ve İşrakî meşrebte olduğunu söylemektedir. Hakperest kişiliği ile hocası olan Kadızâde’nin bile birçok derslerinin basit olduğunu belirtir ve birçok konuda menfî tutum takınabilirdi.

Kitaba düşkün olan Kâtip Çelebi, seferlere çıktığında sahafları dolaşarak pek çok kitap toplardı. Tarih, tabakât ve vefeyât kitaplarını okumaktan zevk alırdı. Kendisi, 1300 tarih kitabının elinden geçtiğini belirtmektedir. Bu özellikleriyle Osmanlı son döneminde yaşayan Ali Emirî Efendi’yi hatırlatmaktadır.

Uşşâkizâde İbrahim Efendi onun zarif şahsiyetini şu dizelerle tasvir etmektedir:

“Rind ü zahidle hem-dem ü hem-renk

Sagar ü kâseye değildi tünük,

Her usûle tutardı bir ahenk

Küçüğüyle küçük büyükle büyük”

Bazı Önemli Eserleri

1. Cihannümâ

Coğrafya ilmi sahasında Osmanlı’da çığır açan Kâtip Çelebi’nin en önemli eserlerinden birisidir. Kâtip Çelebi bu eserinde ilmi sahada bir dönüşüm gerçekleştirerek Batılı coğrafya eserlerine müracaat etmiş ve Batılı coğrafya bilginlerinin görüşlerini Müslüman coğrafyacıların yanına ilave etmiştir. Kendisinden sonra bu sahada eserler yazılmasına öncülük etmiştir. Hamid Sadi Selen, Cihannümâ için “Şarkta coğrafya sahasında başlıca müracaat kitabı sayıldığı gibi, dünya ilim âleminde de birçok memleketlerin, hususiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı kısımlarının tarihî coğrafyası için değerli bir kaynak olmuştur.” ifadelerini kullanmıştır.

Cihannümâ’yı telif sebebini Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış coğrafya kitaplarının yetersiz olması, buna karşılık Batı’da bu ilme büyük önem verilmesi şeklinde açıklar. Bu gaye ile coğrafya alanında çeşitli kitaplardan faydalanarak İslâm coğrafyacılarının eksiklerini telafi etmeyi ve coğrafya ilminin kendi zamanındaki durumunu ortaya koymayı düşünür.

Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn isimli eserinde Cihannümâ’nın iki bölümü olduğunu birincisinin yalnız denizlerden nehirlerden adalardan ve ikinci bölümün ise karalardan, şehirlerden ve hicretin yedinci asrından sonra keşfedilen memleketlerden bahsettiğini söyler. Ayrıca Britanya ve İzlanda adaları hakkında Doğu eserlerinde bilgilerin eksik olduğunu ve dolayısıyla Avrupa eserlerine başvurmadan bu memleketlerle ilgili yazılamayacağını belirtir. Bu gibi noktalarda Avrupalı bilginlerin eserlerine müracaat eder.

2. Keşfü’z-Zünûn

Kâtip Çelebi’nin en tanınmış eseri mesabesinde olan Keşfü’z-Zünûn, İbn Nedim’in el-Fihrist’i tarzında yazılan eserlerin devamı niteliğindedir. Bibliyografya türü bakımından adeta şaheserdir. Yirmi yıl içerisinde bizzat okuduğu, sahaflarda ve kütüphanelerde gördüğü eserleri alfabe esasına dayalı olarak sıralamıştır. Eserde 14.500 kadar kitap ve risale bulunmaktadır. Çelebi’nin ilim anlayışını da yansıtan mukaddimesi beş bölümden oluşmaktadır. Bilginin tanımı, ilimlerin İslam dünyasında ortaya çıkışı ve gelişmesi, alanlarıyla sınırları ve medeniyetle olan ilişkileri, kitap telif biçimleri ve şerh geleneğinin çeşitli tarzları mukaddimede işlenen konulardır. Eserdeki önemli yöntem yenilikleri alfabetik bibliyografya usûlünü takip etmek, müelliflerin ölüm ve eserlerin telif tarihlerini vermek, bizzat görülen eserlerin başlangıç cümlelerini aktarmak, bir kitabın bab ve fasılları hakkında bilgi vermek gibi yeniliklerdir. Kâtip Çelebi’nin bu eserinin kaynakları arasında İbn Nedim’in el-Fihrist’i, İbnü’l-Kıftî’nin İhbârü’l-Ulemâ’sı, Taşköprizade’nin Miftâhu’s-Sa‘âde’si, İbn Haldun’un Mukaddime’si, Sübkî’nin Tabakât’ı ve İbn Hallikân’ın Vefeyâtü’l-Ayan isimli eseri önemli yer tutar.

3. Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakati’l-Fuhûl

İki ana bölümden oluşan alfabetik sıraya göre hazırlanmış Arapça tabakât kitabıdır. İlk bölümde, kendi adlarıyla meşhur olan kişiler; ikinci bölümde ise nesep, künye ve lakaplarıyla bilinen şahıslar yer alır. Keşfü’z-Zünûn isimli eserin içerisinde geçen kitapların müelliflerine ait indeks mahiyeti taşıyan eser Suyûtî’nin Tahrûru’l-Lübâb’ı esas alınarak hazırlanmış ve buradaki hal tercümeleri eserin aslını oluşturmuş olmakla birlikte başka kaynaklardan önemli ilaveler de yapılmıştır. Bu biyografik eserin diğer Osmanlı-Türk tezkere ve tabakâtından ayıran önemli noktası Türk bilginleri yanında Yunan ve Arap bilginlerinin faziletlerini, onlara ait fıkraları ve meşhur ilmi tartışmaları da eserine almış olmasıdır.

4. Mizânü’l-Hak fî İhtiyari’l-Ehak

1656 senesinde telif edilen bu eser Kâtip Çelebi’nin telif ettiği son eseridir. Kâtib Çelebi, kendi döneminde kısır çekişmelere dönüşmüş bulunan dinî ve ilmî tartışmaları belli bir yöntem çerçevesinde yeniden ele almak ve bu vesileyle Osmanlı ilim hayatında gözlemlediği olumsuzlukların sebeplerine inerek mevcut durumu eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutmak üzere kaleme almıştır. Hızır’ın hayatta olup olmadığı, tütün, teganni, kahve, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in anne babasının akıbeti, Firavunun imanı gibi konularda kanaatlerini izah etmiştir. Kâtip Çelebi’nin en çok okunan eseridir.

5. Düstûrü’l-Amel li-Islâhi’l-Halel

1652 yılında devletin bütçesinin açık vermesi üzerine divana iştirak eden Kâtip Çelebi’nin, malî konulardaki tecrübelerini ve tavsiyelerinini kaleme alarak Divân-ı Hümâyun’a sunmuş olduğu eseridir. Yöneticilerin tedbir almaları gerektiğini çünkü cemiyetlerin hayatının insan hayatı gibi devrelere ayrıldığını ve Osmanlı’nın artık duraklama devrini yaşadığını söyler. Cemiyet ve devleti insan hayatına benzetmesi İbn Haldun’un Mukaddime’sine yakın olduğunu gösterir ve bu özelliği ile her ne kadar temel argümanları benzeşse de klasik ıslahat layihalarından farklı bir yerde durur.

Kâtip Çelebi’nin kaleme aldığı diğer eserleri ise şunlardır: Fezleketü’t-Tevârih, Fezleke, Tuhfetü’l-Kibâr, Takvimü’t-Tevârih, Kanunnâme, Târîh-i Frengi Tercümesi, Târîh-i Kostantiniyye ve Kayasire, İrşâdü’l-Hıyara ila Târîhi’l-Yunan ve’r-Rûm ve’n-Nasârâ, Levâmiu’n-Nûr fî Zulumât-i Atlas Minur, İlhâmü’l-Mukaddes min Feyzi’l-Akdes, Tuhfetü’l Ahyar fi’l-Hikem ve’l-Emsar ve’l-Eş’ar, Dürer-i Müntesire ve Gurer-i Münteşire, Recmü’r-Râcim bi’s-Sîn ve’l-cîm, Beyzâvî Tefsiri’nin Şerhi, Hüsnü’l-Hidâye, Câmiu’l-Mütûn min Celli’l-Fünûn.

KAYNAKÇA

Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970.

Çal, Halit, “Kâtip Çelebi’nin Mezarı”, Sanat Tarihi Dergisi, cilt: 22, sayı: 1, 2013, s. 89-105.

Gökyay, Orhan Şaik, “Cihannüma”, DİA, cilt: 7, s. 541-542.

Gökyay, Orhan Şaik, “Kâtip Çelebi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 11-12, 1956, s. 135-150.

Gökyay, Orhan Şaik, “Kâtip Çelebi”, DİA, Cilt; 25, 36-40.

Kutluer, İlhan, “Keşfü’z-Zünun”, DİA, Cilt; 25, 321-322.

Öztürk, Said, “Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri”, Vefatının 350. Yılında Kâtip Çelebi, 2007, s. 8-24.