İçeriğe geç
Anasayfa » KEL AYNAYA BAKMIŞ AYIBINI ELE TAKMIŞ

KEL AYNAYA BAKMIŞ AYIBINI ELE TAKMIŞ

İnsanoğlu yaradılışı gereği “meraklı” bir varlıktır. Bu özelliği ile kâinat üzerinde yaşamını kolaylaştıran birçok alanda vukûfiyet kazanmaktadır. Gelişmeye müsait, mecbur ve muhtaç bir canlı olarak insan, bireysel gelişim alanlarının tümünde söz konusu “merak” duygusu ekseninde hareket etmektedir. Nitekim öğrenmenin ilk adımı da “merak etme” güdüsüyle başlamaktadır. Bu gerçeklik çocuklarda çok net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Çocukların evdeki her şeyi karıştırma, sıkça soru sorma, sürekli gözlem yapma gibi karakteristik özellikleri, söz konusu merak duygusunun öğrenme üzerindeki etkisini net bir şekilde göstermektedir.

İnsanın lehine birçok faydası bulunan merak etme güdüsü, çift kutuplu bir yapı barındırmaktadır. Bu çerçevede “merak etme” güdüsü, birey gelişimi için ket vurucu bir işlev üstlendiğinde; kişilik gelişiminden dinî gelişime kadar uzanan geniş bir alanda olumsuz sonuçlar meydana getirebilmektedir. Nitekim kendinden ziyade başkalarının hayatına müdahil olan, gündemini başkaları üzerinden belirleyen, sürekli başkalarının hayatından devşirdiği konuları günlük ilişkilerine malzeme yapan bireylerin, başta “benlik” olmak üzere birçok farklı alanda problemler yaşaması kaçınılmazdır. Bu çerçevede İslam literatüründe “bir kimsenin ayıbını söylemek veya hoşlanmayacağı biçimde konuşmak” anlamına gelen gıybetin kat’î sûrette yasaklanmasının sebeplerinden biri de kişilik ve dinî gelişim üzerindeki sosyal psikolojik etkilerinden kaynaklanabilir. Dolayısıyla gıybet, toplum içerisinde yaygın ismiyle dedikodu kavramının, benlik saygısı ve bu yapıdaki farklılıklara bağlı olarak taayyün eden problemler ekseninde ele alınması mümkün gözükmektedir.

Benlik kavramı, “Bireyin kimliği, yetenekleri, sınırları, değer yargıları, amaçları v.b gibi kendisi hakkında algılayabildiği duygu, düşünce ve tutumların tamamı” şeklinde ifade edilen; kişiliğin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Buradan hareketle benlik, kişiliğin kişi tarafından algılanan öznel yanı; kendisine ilişkin değerlendirme biçimi olarak tanımlanabilir. Kişi, hayat boyunca kendisiyle ilgili bilgi ve tecrübelerini “benlik” yapısı içerisinde değerlendirmekte; peşinde koştuğu ideal benlik (arzu edilen kişilik) ile gerçek benliği (mevcut benlik algısı) arasında açılan makası kapatmaya çalışmaktadır. Fakat gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki farkın yaşam boyunca kapanması mümkün değildir. Aslında gerekli de değildir. Nitekim mevcut benlik yapısı, bu süreçte sürekli mesafe kat edebilir. Bu bakımdan benlik, dinamik bir kişilik birimi olarak sürekli değişen ve gelişen bir yapı sergilemektedir. Fakat bazı faktörler, gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki boşluğu derinleştirebilmekte; bireyin kendine yönelik farkındalık düzeyini düşürebilmektedir. Bu durumda benlik saygısına yönelik sorunlar yaşayan kişiler, odak noktasını kendisinden ziyade başkalarına yönlendirebilmektedir.

Benliği objektif bir şekilde değerlendirme hususunda başarısız olunduğunda bazı başa çıkma araçları devreye girmektedir. Benlik saygısı düşük bireyler, bu durumla başa çıkma sürecinde savunma mekanizmalarını sürece dâhil edebilmekte; odaklanmayı kendisi dışındakilere çevirebilmektedir. Bu noktada kişinin, ilgisini kendisi dışındakilere yönlendirmesi, başkalarının üzerinden kendine değer atfetme güdüsünden kaynaklanabilir. Nitekim benlik saygısı düşük, özyeterlilik bilinci yetersiz kimseler, başkalarının hata, kusur ya da ayıplarından hareketle kendisine “değer kotarma” peşinde olabilir. Bu çerçevede söz konusu benlik saygısına yönelik aşağılık hissi, insanların başkaları hakkında olumsuz söylemlerinin temel sebeplerinden biri olarak ifade edilebilir.

Çoğu insan tarafından farkında olunmadan kullanılan savunma mekanizmaları, kişide meydana gelen kaygıyı ve stresi azaltma, iç çatışmadan uzak tutma ve özgüvenin sarsılmasını engelleyici özellikleriyle sıklıkla kullanılmaktadır. Bireyin söz konusu savunma mekanizmalarını yoğun bir şekilde kullanması, psikolojik düzlemde kendisine kısa süreli rahatlama sağlasa da uzun soluklu problemlere yol açabilmektedir. Toplum içerisinde sıklıkla kullanılan savunma mekanizmalarından bazıları, inkâr etme, yüceltme, bastırma, yer değiştirme, yansıtma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle gıybet etme davranışını meydana getiren motivasyonlar açısından “yansıtma” mekanizmasının öne çıktığı görülmektedir. Bireyin rahatsız olduğu tutum, düşünce ve duygularını başkasına aitmiş gibi göstermesi olarak ifade edilen “yansıtma”, bir akla uydurma biçimi olarak öne çıkmaktadır. Buna göre kişi, sosyal çevresi tarafından onaylanmayan güdü ve davranışlarını dışa yansıtarak, bu tutum ve davranış kalıplarını başka insanlarda takip etmeye başlamaktadır. Bu çerçevede kişiliği meydana getiren öğeleri başka insanlarda görme eğilimi, “yansıtma” ile ifade edilmektedir. “Kel aynaya bakmış, ayıbını ele takmış.” atasözüyle de özetleyebileceğimiz bu yaklaşımın temelinde, kendi niteliklerini başkaları üzerinden gölgeleme çabası vardır.

Gıybet eden kişi açısından bu tutum ve davranışlar, başkalarının ayıp ve kusurlarını ortaya çıkarma ve karşısındakini incitme pahasına kendi ayıp ve kusurlarını örtme şeklinde meydana gelmektedir. Örneğin başkasının ne kadar cimri ya da savurgan olduğunu ifade eden bir kişinin aslında vermek istediği mesaj “ben cimri ya da savurgan değilim” şeklindedir. Bu bağlamda “yansıtma” gibi birçok savunma mekanizması, bu süreçte etkili birer araç olarak kullanılabilmektedir.  Bunun temelinde ise benlik saygısı, daha genel bir çatı olarak kişilikle ilgili problemler bulunmaktadır.

Benlik saygısında meydana gelen problemler, aşağılık hissi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan narsistik eğilimlerden kaynaklı olabilir. Aşağılık hissi yaşayan kişiler, yetersizliklerini örtbas etmek için olağanüstü çaba sarf ederler. Bu durum kişinin, çevresine yönelik düşmanca bir tutum takınmasına sebebiyet verebilir. Söz konusu aşağılık duygusunun ürettiği itici güç ise bir takım narsistik eğilimler doğurabilir. Bu noktada yetersizliklerini bastırarak kendisinin eşsiz bir insan olduğu, başkalarının ise sürekli problemli olduğu yanılgısı, kişi için kurtarıcı bir fonksiyon icra edebilir. Bu noktada çevresine yönelik düşmanca bir tutum takınan birey, kendisini değerli kılmak adına başkalarının kusurlu yönlerine odaklanmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de “(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline! O ki mal yığdı, onu saydı durdu. Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır.”[1] şeklinde ifade edilen âyet-i kerîmeye bakıldığında gıybet eden insanların bir özelliğinin de ölümsüzlük isteği olduğu görülür. Bu durum gıybet eden insanlarda bulunan narsistik niteliklerle ilişkilendirilebilir. Narsisizmin İslâm geleneğindeki en yakın karşılığı olan kibir, insanın kendisini yeterli, başkalarına göre üstün görme, büyüklenme gibi zihnî ve kalbî bir hastalık olarak ifade edilmektedir. Bireyin ebedî yaşayacağını, buna muktedir olduğunu hissetmesi ise narsisizmin zirve noktasını temsil etmektedir. Bu haliyle gıybet etme davranışı, başlangıçta masum bir davranış gibi gözükse de özellikle Müslüman kimse açısından düşünüldüğünde kapsamlı bir etki alanına sahiptir. Psiko-sosyal açıdan gıybetin etki ağı, kişinin benliğinden başlayıp aile, çevre hatta din kardeşleri arasındaki ilişkilere kadar uzanmaktadır.

Müslümanlar açısından gıybetten kaçınmanın yolu olarak öncelikle bireyin bu davranışın büyük bir günah olduğunun farkında olması gerekmektedir. Bunun dışında gıybetin psikolojik sebeplerini ortadan kaldırmak için başkalarından ziyade kişinin kendi benliğine yönelmesi gerektiği ifade edilebilir. Kendisine objektif bir biçimde odaklanan kimseler için artık ayıplı ve kusurlu tek varlık şüphesiz insanın kendisi olacaktır. Dolayısıyla içe yönelmek, kendine odaklanmak ya da “kendini bilmek”, bu çerçevede Müslüman birey açısından önemli bir tedavi yöntemi olabilir.


[1] Hümeze, 104/1-3.