İçeriğe geç
Anasayfa » KENDİNİ İDARE EDEBİLMEK

KENDİNİ İDARE EDEBİLMEK

Seferberlik hazırlığı yapan bir ülkenin vatandaşı olduğumuzu farz edelim.

Haftaya bir ilanla başlıyoruz:

“Semtimizdeki bütün vatandaşlara birer araç teslim edilecektir. Vatandaşlarımız kendilerine tahsis edilen bu araçlarla bir ay sonra muhtelif kasabalara dağılacak ve idarenin verdiği görevleri yerine getireceklerdir.

Çağrıldığınızda bir an bile geçirmeden hemen geri döneceksiniz.”

Fakat ortada büyük bir problem bulunuyor. Mahalle ahalisinden hiç kimse araba kullanmayı bilmemektedir. Durum yetkililere bildiriliyor. İdare, konunun bir ay önceden haber verilmesinin sebebinin de zaten bu olduğunu ve bir aylık sürede kendilerine gönderilecek rehberler yardımıyla bu işin halledilebileceğini ifade ediyor.

Bu rehberler sayesinde hem şoförlük öğrenilecek hem de geçirilecek süreçte bizi bekleyen tehlikeler anlatılacakmış. Kurallara uyulmadığı takdirde, görevi yerine getirmediğimizde karşılaşacağımız cezalar hususunda gerekli ikazlarda bulunulacakmış.

Ve denildiği gibi de oluyor. Bir aylık süreç başlıyor.

Çalışanlar, yavaş yavaş fark ediliyorlar. Fakat çoğu vatandaş işin ciddiyetini anlamamış gibi. Yarın başlarım, haftaya öğrenirim derken günlerini heder edip geride bırakıyorlar.

… Bir ay geçiyor.

İnsanlar direksiyon mahallinde yola çıkma talimatını beklemekte. Talimat gelince her biri yola koyuluyor.

Araba kullanmayı güzelce öğrenenler yollarına devam ededursunlar. Gelin biz diğerlerinin haline göz atalım.

Sizce o arkadaşlarımızı nasıl bir âkıbet beklemektedir. Tahmini çok da zor olmasa gerek.

Bu kimseler hasbelkader arabayı hareket ettirebilseler de yolculukları çok uzun sürmeyecektir. Fakat bu kısa sürede pek çok eşyaya hatta canlıya dahi zarar verecekler, birinin arabasına, başka birinin iş yerine çarpacaklardır. Bir, iki derken… bu kişinin etrafa verdiği zarardan zevk almaya başladığını düşünürseniz, iş iyice çığırından çıkacak.

Görevini yerine getirmek mi? Bu telaş ve heyecan içinde nerde kaldı onu hatırlamak.

Netice: Ya kendi gibi biriyle karşılaşarak ya da bir duvara toslayarak bu maceraya son verecek… Su testisi suyolunda kırılır. 

“Geri gel!” talimatını alacak olan ise yalnızca cansız bir şekilde yığılmış kalan cesedi olacaktır. 

***

Neden mi bahsediyoruz?

Belki pek çoğumuz anlamıştır. Kendimizden bahsediyoruz.

Tayin edilmiş bir zaman diliminde, belirli görevleri yerine getirmek üzere beden kalıbımızın şoför mahalline oturtulmuş kendimizden bahsediyoruz. Gerçek bizden.[1]

Rabbimiz; dünya hayatına gönderilen bizlerden, âkıl ve bâliğ oluncaya dek yalnızca bir şeyi istemektedir desek yanılmış olmayız herhalde: Kendimizi tanımamız, kendimizi güzelce idare edebilmeyi öğrenmemiz. Buna siyaset bile diyebilirsiniz. Kendimizi ve yavaş yavaş da etrafımızdaki insanlarla ilişkilerimizi idare ederken nelere dikkat edeceğimizi öğrenmek.

Bunun ne denli zor bir vazife olduğu herkesçe malum. Yalnız başımıza altından kalkılır bir iş olmadığı da. Bu sebeple bizi hayat macerasına hazırlayacak rehberler de Rabbimiz tarafından yeryüzüne gönderilmiş. Kimimizin hemen yanı başına, kimimizin biraz uzağına. Ama biz kendisini bulmaya karar verdiğimiz an hemen ulaşılabilecek kadar yakın bir uzaklığa.

Kendimizi tanıma çabamız hiç şüphesiz hep devam edecek bir yolculuk. İyi bir şoför olmaya karar vermiş bir kişinin her sürüşte biraz daha ustalaşması gibi.

Ahlâkî değerlerimizin farkına varmanın kendimizi tanımanın köşe taşlarından biri olduğuna geçen yazımızda temas etmiştik. Ve bunu yapmaya mecbur olduğumuza da.

Niye mi?

Etrafımıza zarar vermemek için. Etrafımıza zarar versek ne mi olur?

Müslümanlığımız zedelenir. Tekrar edelim Müslümanlığımız zedelenir.

Zira iyi bir Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kimsedir.”[2]

Namazlarımızı kılarız, oruçlarımızı tutarız, zekâtlarımızı veririz ama yine de Müslümanlığımızı zedelemekten kurtulamayız.

Bu iddiamıza delil olacak iki hadis-i şerifi gelin birlikte hatırlayalım:

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) ashabına sorar: 

“Müflis kimdir, söyleyebilir misiniz?” 

“Parasını pulunu kaybeden kimsedir Yâ Rasûlallah!” derler.

Bakın Peygamberimiz (s.a.v) cevaben ne buyurmaktadır:

“Bir Müslüman kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıkar. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç, verdiği zekâtlarla pek çok sevap kazanmıştır. Ama kimine kötü sözler söyleyip, hakaret etmiş, kimine iftirâ atmıştır; onun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunun canını yakmıştır.

Hesap görülmeye başlanınca, yaptığı ibadetlerinin sevabı hakaret ettiği, iftira attığı, canını yaktığı kimselere dağıtılmış, daha üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları tükenivermiştir.

Başkalarına verecek sevabı kalmadığı için, haklarını yediği kimselerin günahı o kimsenin sırtına vurulmuş ve o da cehennemin yolunu tutmuştur.

İşte asıl müflis bu kimsedir.”[3]

Allah Teâlâ, böyle bir âkıbetten cümlemizi muhafaza eylesin.

İkinci hadis-i şerif:

Ashâb-ı Kiram, Rasûlullah’ın (s.a.v) yanında bir hanımdan bahsedip şöyle dediler:

“Yâ Rasûlallah! Falanca kadın geceyi ibadetle, gündüzü oruçla geçirir. Çalışır sadaka verir. Fakat komşularıyla arası iyi değildir, kötülükleri sebebiyle onlara adeta illallah dedirtir. Bu kadın hakkında ne buyurursunuz?”

Peygamberimizin (s.a.v) ifadelerine dikkat edin:

“O kadında hayır yoktur, o cehennemdedir!”[4]

Beraber hayat sürdüğümüz arkadaşlarımız, akrabalarımız, komşularımız belki de sokaktan geçerken karşılaştığımız herhangi biri… hesap günü geldiğinde lehimizde veya aleyhimizde şahitlik yapacak kimselerdir.[5]

Bir gün geri çağrılacağız. Artık biz susacak ve onların şehadetlerine kulak vereceğiz. Hatta çevremizdeki insanlardan önce, hayatımız boyunca benim dediğimiz ve kendisinin bakımıyla ömrümüzü heder ettiğimiz bedenimiz bile konuşacak, adeta düşen uçağın her şeyden önce kara kutusuna itibar edildiği gibi çevremizdekilerin şahitliklerinden önce elimizin, dilimizin, gözümüzün ifadelerine müracaat edlecek.

Unutmayalım ki beden arabamız âkıl-bâliğ olduğumuzdan andan itibaren bizim kontrolümüzde, bizim irademiz doğrultusunda çalışmaktadır.

Öyleyse dünya maceramızı; bir duvara toslayarak sonlandırmamak ya da civarımızda bulunan kötü karakterli insanlarla birlik olup[6]ömrümüzü nefsânî telaş ve heyecanlar içinde tüketerek vazifemizi ihmal etmemek için kendimizi tanımalıyız. Beden arabamızı nasıl daha güzel kullanabiliriz, ahlakımızı nasıl güzelleştirebiliriz bunun gayreti içinde olmalıyız? Zira düşünüp taşınmadan yapıp ettiklerimiz, söylediklerimiz hep o ihmal ettiğimiz ahlâkımızın hayatımızdaki yansımalarından ibarettir.

Ahlâkımızın güzelleşmesinden maksadımız ne mi? Onu da gelecek yazımızda konuşalım isterseniz.


[1] Bu ifadenin zihinde oluşturduğu soru işaretlerini gidermek için bu yazı dizisinin birinci makalesi olan “İyi Bir İnsan Tanıdınız mı?” isimli yazımıza bakabilirsiniz. (Reyhan, 2018/1, Sayı:51)

[2] Buhârî, Îmân, 4.

[3] Müslim, Birr, 59.

[4] Edebü’l-Müfred, 119.

[5] Bu şahitliğin ne denli önemli olduğunu anlayabilmek için şu hadîs-i şerîfi okumanızı tavsiye ederim: Enes bin Malik (r.a) anlatıyor:

  “Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yanından bir cenaze geçti. Civarda bulunanlar ondan hayır ile bahsettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: ‘Vecebet… Vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu.’ Bir müddet sonra başka bir cenaze geçirildi fakat bu sefer ondan kötü bir şekilde söz edildi. Diller ardı arkasına ondan kötü bir şekilde söz ettiler.  Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v) şöyle dedi: ‘Vecebet… Vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu.’ Rasûlullah’ın bu sözü üzerine Hz. Ömer (r.a) şunları söyledi. ‘Anam babam size feda olsun Yâ Rasûlallah! Bir cenaze geçirildi, ondan iyilikle söz edildi. Siz vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu dediniz. Bir başka cenaze daha geçirildi. Ondan kötülükle söz edildi fakat siz yine aynı şeyi dediniz, vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu dediniz.’ Peygamber Efendimiz (s.a.v):

‘Kendisinden hayırla söz ettiğiniz kimseye cennet vacip oldu, kendisinden kötülükle söz ettiğiniz kimseye de cehennem vacip oldu. Melekler Allah’ın gökteki şahitleridir. Sizler de Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz! Sizler Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz! Sizler Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz!’ buyurdu.” (Buhârî, Cenâiz; Müsned-i Ahmed, 12526).

[6] Sâlihlerle birlikte olmamızı emreden Tevbe Sûresi’nin 119. âyet-i kerimesinin bir an ihmali halinde ne büyük kötülüklerin meydana geldiğine etrafına ibretle bakmayı öğrenmiş herkes şahittir desek mübalağa etmiş olmayız.